8.01.2019
Günün Filmi: Soğuk Savaş
Bugünün filmi 2018'in en iyilerinden biri... 2015 yılında "Ida" ile Yabancı Dilde En İyi Film Oscar'ını kazanan Pawel Pawlikwoski'nin bu yıl Cannes'da gösterilen ve En İyi Yönetmen ödülünü alan yeni filmi "Soğuk Savaş" 1949 - 1964 yılları arasında geçen bir aşk hikâyesini Avrupa'da yaşanan toplumsal gelişmeler ışığında sunuyor izleyiciye. Bu yıl da Oscar'a aday olan (şimdilik son 9'da ama aday gösterilme ihtimali çok yüksek) Pawlikowski tıpkı "Ida" gibi siyah beyaz ve yine onunla aynı süreye sahip ("Tüm filmlerim 83 dakika" diyor yönetmen bir söyleşisinde) "Soğuk Savaş" ile filmiografisine sağlam bir halka daha ekliyor.
2. Dünya Savaşı'ndan bir harabe halinde çıkmış Polonya'da başlıyor "Soğuk Savaş". Büyük savaşın insanlar üzerindeki yıkıcı etkisini daha ilk karelerden itibaren önümüze seren film karlar altında, buz gibi bir manzara eşliğinde karşılıyor izleyiciyi. Henüz 20'lerindeki bir genç kızın (Zula), köy köy, kasaba kasaba dolaşarak halk şarkılarını derleyen ve yetenekli müzisyenleri, şarkıcıları toplayarak bir koro oluşturan devlet destekli bir müzik topluluğuna girişiyle açılıyor filmin hikâyesi. Müzik topluluğunun idarecisi konumundaki deneyimli müzik adamı Viktor ile yetenekli, güzel ve gizemli Zula'nın tutkulu bir aşka düşmesi uzun sürmüyor elbette ve bundan sonra 15 yıl boyunca Avrupa'nın farklı kentlerinde (Berlin, Paris) süren bir ilişkiye tanık oluyoruz. Bu ilişki elbette komünist rejimin hüküm sürdüğü Polonya'daki dinamiklerden de, zamanın Avrupasında olup bitenlerden de etkileniyor ve bir bakıma soğuk savaş döneminin bir metaforuna da evriliyor ister istemez; belirsizlikleri, iniş çıkışları, gizemli dönüşleriyle... Film boyunca anlatıya eşlik eden ve ham halk şarkılarından sofistike sanat eserlerine dönüşen (arada Paris'teki caz ortamını da es geçemeyen) müzikal yapı da bir anlamda Wiktor ve Zula'nın aşkının bir metaforuna dönüşüyor aslına bakarsanız. Ama endişeye mahal yok, hiçbir metaforu dikkate almadan da insanın yüreğini burkan, "Casablanca" gibi akılda iz bırakan bir aşk hikâyesi "Soğuk Savaş". Neredeyse "Roma"yı bile gölgede bırakacak denli özenli görüntüleri, yüzlerdeki en ufak ayrıntıları bile izleyiciden saklamayan görsel diliyle gerçekten de sinemanın bu yılki doruklarından biri var karşımızda.
"Soğuk Savaş"ın en etkileyici meziyetlerinden biri de dokunaklı bir aşk hikâyesine bel bağlamak kolaycılığına düşmeyerek, dönemin toplumsal gerçeklerini, mizahın da alttan altta dokunduğu bir anlatımla ama yer yer sertliğinden ödün de vermeden filmin bütününe yayabilmiş olmasında kanımca. Wiktor ve Zula'nın kalabalık devasa salondaki bakışmalarını aynadan gördüğümüz sahne Pawlikowski'nin tüm filmi tek bir karede özetleyen bir görüntü adeta. Bunun gibi birçok çarpıcı detay var filmde; Stalin'in büyük bir protresinin şarkı söyleyen koronun arkasında yükselmesi, Paris'teki gece kulübünde Zula'nın rock'n roll müzikle dans ederken kendini bir yabancının kollarında bulması, ya da üzerinde 'Yarını Karşılıyoruz' yazan bir bez afişi asan adamın merdivenden düşmesi gibi zamanın ruhunu yansıtan detaylar... Zaman atlamalarıyla dramatik akışta boşluklar bırakmayı tercih eden Pawlikowski'nin mesafeli ama empatik anlatımında başrol oyuncuları Tomasz Kot (Wiktor) ve özellikle de Joanna Kulig (Zula) unutulmaz portrelere dönüşüyor, hafızamızın derinlerine işleyen. Cedric Khan, Jeanne Balibar, Borys Szyc ve Agata Kulesza gibi oyuncuların da dikkat çektiği "Soğuk Savaş" hâlâ vizyonda mı bilemiyorum ama kaçırılmaması gereken bir film.
Filmi Notu: 9/10
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder