28.09.2012

Günün trailer'ı: Argo



Ben Affleck'in yönetip başrolünü üstlendiği Argo'nun bazı sahneleri İstanbul'da çekilmişti hatırlarsanız. Film yakında vizyona çıkacak ve neye benzediğini göreceğiz. Ama İran'da esir tutulan bir grup Amerikalı diplomatı kurtarmak için film yapımcısı rolüne soyunan CIA ajanı Tony Mendez'in gerçeklere dayana hikayesi, en azından yukarıdaki görüntülere bakılırsa fena durmuyor.

Günün Afişi


Hepimiz nefesimizai tuttuk bekliyoruz. The Hobbit Aralık ayında gösterime girecek ve hep birlikte rahata ereceğiz. Şaka bir yana, filmin en yeni afişi yukarıda. Meraklısına duyrulur.

27.09.2012

Martin Scorsese'den bir Hitchcock filmi



Martin Scorsese'nin 2007'de çektiği bu reklam filmi ( bir kısa film demek daha mı doğru olur ? ) müthiş bir sinema hazinesi bence. Alfred Hitchcock'un çekmediği ama üzerinde çalıştığı bir filmi tıpkı onun üslubunda çeken Scorsese bir sahte belgesel meydana getirmiş. Key To Reserva adlı filmi de gerçekten tam bir Hitchcock filmine benzetmiş. Her anını keyifle izleyeceğinizden eminim.

26.09.2012

David Lynch'ten Louis C.K.'e komedi dersi


David Lynch'in ne kadar komik bir adam olduğunu bir kez daha gösteren ( bir kez daha diyorum zira Twin Peaks başta olmak üzere filmlerinde mizah duygusunu hep göstermiştir bence ) yukarıdaki kısa bölümü mutlaka izleyin. Bu arada Louis'yi de izlemenizi ayrıca öneririm. Son dönemin en iyi komedilerinden biri bence.

Günün trailer'ı: Ana Dilim Nerede



Ana Dilim Nerede geçtiğimiz Cumartesi sona eren Altın Koza'da ödül alamadı belki ama vizyona çıktığında kaçırmayın derim. Bu arada film Antalya'da da Belgesel kategorisinde yarışacak, ki bu da ilginç bir durum. Altın Koza'da böyle bir ayrım yoktu biliyorsunuz ve tüm filmler aynı bölümde yarıştı. Sinemada artık bu ayrımlar da gitgide belirsizleşiyor malum. Mesela bana sorarsanız Babamın Sesi de, Ana Dilim Nerede de belgesel sinema tekniklerini kullansa da aslında kurmaca filmler. Ama Ana Dilim Nerede Antalya'da belgesel dalında yarışacak ve bakalım ne olacak?

Altın Koza'da Ana Dilim Nerede?


19. Adana Altın Koza Film Festivali'nde izleme şansı bulduğum filmlerden biri de Ana Dilim Nerede adlı yapım oldu. Açıkçası bu filme de bir ödül çıkmasını çok isterdim ama olmadı, jüri tıpkı Araf / Gözetleme Kulesi ikilisinde olduğu gibi burada Babamın Sesi / Ana Dilim Nerede ikilisinde de bir tercih hakkı kullandı sanki ve birine çok önemli 2 ödül verirken diğerini görmezden geldi. Oysa Baba mın Sesi'ndeki Base anne ile Ana Dilim Nerede'deki Mustafa babaya bir özel ödül verilebilirdi bence. Her ikisi de çok iyi oynuyorlardı zira.

Geçelim ödülleri, gelelim filme. Öncelikle filmin adından başlamak gerek herhalde. Yazım kuralları gereği "anadili" kelimesi birleşik yazıldığı halde filmin afişinde ( ve internet sitesinden tanıtımlarına kadar diğer her yerde ) iki ayrı kelime şeklinde yazılmış. İlk bakışta bu bir hata elbette ama öte yandan küçük bir vurgu farkıyla ( burada hayali bir virgüle ihtiyaç var ) bunu anneye yönelmiş bir soru olarak da algılayabiliyoruz. Yani hata gibi görünen şey aslında filme ikinci bir anlam kazandıran güzel bir kelime oyununa dönüşüyor.


Veli Kahraman'ın yazıp yönettiği filmin özellikle festivalde çok yakın aralıklarla izlendiği için Babamın Sesi ile karşılaştırılması kaçınılmaz oldu elbette. Bir kere her ikisi de kaybolmaya yüz tutmuş bir dilin peşindeki iki karakteri öne çıkarıyor. Birinde bu dil meselesi daha fazla öne çıkıyor belki ama her iki filmde de bazı deyiş ya da sözcüklerin ne anlama geldiğini anlatan ( ya da hatırlamaya çalışan ) karakterler var. İki film arasındaki bir diğer paralellik ise iki filmde de başrolü ( ya da başrolleri ) yönetmenin kendi ailesine oynatması. Babamın Sesi'nde yönetmenlerden biri olan Zeynel Doğan ve annesi Base/Asiye başrolleri paylaşırken, Ana Dilim Nerede'de Veli Kahraman'ın anne ve babası ( olduklarını sanıyorum ) başrolleri üstleniyor. Benzerlikler burada bitiyor bana sorarsanız. Elbette oyunculukların doğallığı ve hikayelerin benzerlikleri gibi bazı başka küçük paralellikler de kurulabilir ama Ana Dilim Nerede anlatımdan üsluba, çevre düzeninden karakter ilişkilerine kadar hemen her açıdan Babamın Sesi'nden ayrılıyor. Yaşlılık çağında ölüme yaklaştığını anlayan ve kendi hafızasının peşine düşen Mustafa baba ve eşinin hikayesinde mizahi unsurlar öne çıktığı gibi bir iki sahne hariç ( teyzenin anlattığı yılan hikayesi gibi örneğin ) duygusallığa hemen hemen hiç başvurmamış Veli kahraman. Üstelik Babamın Sesi gibi soğuk ve uzak bir anlatımı tercih etmediği ve bol bol yakın plan kullandığı halde böyle bu. Bu tezat da ilginç aslında. Babamın Sesi o uzak tavrına rağmen alabildiğine hüzünlü, Ana Dilim Nerede ise tüm o sıcak anlatımına rağmen neredeyse mizahi bir film. 61 dakikalık süresiyle Altın Koza'nın en kısa filmi olan Ana Dilim Nerede neden jüri tarafından görmezden gelindi derseniz, aklıma yukarıda sözünü ettiğim mukayeseden daha güçlü bir sebep gelmiyor açıkçası. Demek ki jüri Babamın Sesi'nin daha geniş açılı bakışını, Ana Dilim Nerede gibi yakından bakan bir filme tercih etti. Bu da biraz hangi bakışın daha doğru bir açıya sahip olduğuna dair güzel bir ipucu sunuyor sanki. Şunu da söylemeden bitirmeyeyim, bu ve benzeri filmler vizyonda çok az kalıp çok çabuk ortadan kayboluyor maalesef. Ama şimdiden adını kafanızın bir köşesine yazarsanız belki vizyona çıktığında sinemada izleme şansını kaçırmazsınız. İzlenmeye fazlasıyla değer bir film çünkü Ana Dilim Nerede.


25.09.2012

Neşet Ertaş'a selam olsun



Bugün çok önemli bir insanı kaybettik. Neşet Ertaş bu toprakların yetiştirdiği en önemli müzik insanlarından biriydi. Toprağı bol olsun. Ardında kolay kolay unutulmayacak nice kayıt bıraktı ve umarım uzun yıllar onun ve bağlamasının güzel sesi eksilmez kulaklarımızdan. Yukarıdaki sahne Vavien'de benim en sevdiğim sahnelerden biri olmuştu. Doğrudan hikayeye etkisi olmayan ama Settar tanrıöğen'in oynadığı karakteri bir çırpıda bize anlatan kısacık bir sahnedir. Ve tabii ki Neşet Ertaş ile vardır.

Günün trailer'ı: Babamın Sesi



Adana Altın Koza Film Festivali'nde En İyi Film seçilen Babamın Sesi 2 Kasım'da vizyona çıkacak. Kaçırmamanızı öneririm.

Altın Koza'da "Babamın Sesi"


Biraz geç olmakla beraber 19. Adana Altın Koza Film Festivali'nden izlenimlerimi yazmaya başlıyorum. Öncelikle son yılların en güçlü içeriklerinden birine sahipti bu yılki Altın Koza, onu hemen söyleyeyim. 14 filmin en az yarısı üstünde uzun uzun konuşmaya değecek, izlenmesi muhakkak gerekli yapımlardı. Ayrıca yine 14 filmin 6'sında kadın yönetmenlerin imzası vardı ki, bu da önemli ve dikkat çekici bir durum. Elbette kimi tartışmalar yaşandı sonuçlarla ilgili ama işin o kısmı ne yazık ki hep oluyor. Bir festival bitsin de, ödüllerle ilgili polemik yaşanmasın, ben hatırlamıyorum açıkçası. O yüzden hiç o tartışmalara girmeden, izlediğim filmler üzerinden değerlendirmeye çalışacağım Altın Koza'yı.


Babamın Sesi ile başlayalım. İki Dil Bir Bavul filminden tanıdığımız Orhan Eskiköy bu kez Zeynel Doğan ile bir araya gelip benzer bir konuyu farklı bir pencereden anlatıyor. Konu derken elbette Kürt meselesi temelinde kimlik, anadili, kültürel erozyon gibi başlıklar altında özetleyebileceğimiz bir çerçeveden bahsediyorum. İki Dil Bir Bavul'da Eskiköy ile birlikte çalışan Özgür Doğan'ın yapımcı olarak yer olduğu proje Zeynel Doğan'ın kendi annesiyle çektiği ve belgesel unsurlara yer veren ama son tahlilde kurmaca bir film. Bir belge-sinema demek yanlış olmaz herhalde. İlk filmde Güneydoğu'ya tayin olan bir ilkokul öğretmeninin Kürt çocuklarına Türkçe öğretmeye çalışan genç bir öğretmenin belgeselini çeken Eskiköy ve Doğan ikilisi bu kez ( Doğan soyadı değişmese de adı değişmiş olarak ) bir ana oğulun ilişkileri ekseninde gerçek ses kayıtlarından hareketle bir geçmişle yüzleşme, hesaplaşma denemesine girişiyor. Kültürel ya da etnik kimliğin baskıya uğradığı bir coğrafyada babasının gurbetten onlara yolladığı eski ses kayıtlarını aramaya girişen Zeynel ile yıllar önce politik sebepler yüzünden kaçmak zorunda kalan büyük oğlu Hasan'dan haber bekleyen Base anne ( bu arada Babamın Sesi'nin ilk hecelerinin Base'yi oluşturması da ilginç bir tesadüf mü acaba? ) arasında geçen film izleyiciyi manipüle etmeden, hatta o kadar ki, hiç yakın plan bile kullanmadan derdini anlatırken neredeyse Brechtiyen bir sinema dili oluşturuyor. Açıkçası anne rolünde ( ki rolünde lafı ne kadar yakıştı, onu da bilemiyorum, ne de olsa aslında kendini oynuyor ) Base/Asiye Doğan kolay kolay hiç bir profesyonel oyuncunun başaramayacağı bir işi başarıyor ve uzun uzun monologları olabildiğince etkileyici bir doğallıkla aktarıyor. Bu sahnelerin çoğunda bir kesme kullanılmadığını ve belki de sadece bir iki tekrarda işin kotarıldığını anlamak zor değil. Filmin katharsisten uzak yapısı izleyiciyle izlediği hikaye arasında belli bir mesafe koyuyor elbette ( ki bu mesafe her ne kadar ailevi bir yakınlık olsa da yönetmenlerle özneleri arasında da gözetilmiş ) ama bu yine de duygulardan bertaraf edildiğiniz anlamına gelmiyor. Aksine, bazı sahnelerin sizi fena halde etkilediğini fark edeceksiniz izlediğinizde. Hele sondaki plan-sekans ( plan demek yetmeyecek ) gerçekten son yılların en çarpıcı finallerinden biri bence.


Filmin asıl farkı ve gücüyse birçok filmde gözardı edilen ses bandını kullanmasındaki atak tavrı bana sorarsanız. Bu noktada Altın Koza'da bu dalda ( ses tasarımı ya da miksajı ) ödül verilmemesini yanlış bulduğumu söylemek isterim. Bugün artık ses sinemanın asal unsurlarından biri. Görüntü ne kadar şarsa, ses de o kadar gerekli ve önemli. Bunu da örneğin Babamın Sesi'nde fazlasıyla görüyoruz. Hem hikayenin özüne dair bir ses unsuru var filmde ( babanın uzaktan gönderdiği ses kayıtları ) hem de filme dışarıdan gelen ve kimi zaman yabancılaştırma etkisi yaratan ( aniden televizyondan duyulan Türkçe ve resmi bir ses izleyiciyi yabancılaştırıyor örneğin ) kimi zaman da tamamlayıcı görevi gören bir yeri işgal ediyor. Bu, Zeynel'in çocukluğundan kalan bir ses bandı olarak da çıkıyor karşımıza, ya da daha çarpıcı bir şekilde Base ile Zeynel'in sadece sırtlarının göründüğü bir sahnede son derece önemli bir anlatım aracı olarak da.

Sonuç olarak Babamın Sesi tam da sakin bir dilin hakim olması gereken bir dönem ve coğrafyada karşımıza çıkan önemli bir sığınak gibi. Barışın dili biraz daha kulak kabartmamız gereken kısık bir dille konuşuyor kulaklarımıza. Aldığı ödülü alkışlıyor ve herkesin bu filme kulak vermesini diliyorum.

14.09.2012

Ralph Steadman belgeseli, pek yakında



Öncelikle, tanımayanlar için, Ralph Steadman en çok Hunter S. Thompson ile ortak çalışmalarıyla bilinen bir çizer. Hemen her Hunter kitabında onun çizimlerine rastlayabilir, onun personasını hikayenin içinde bulabilirsiniz. Ben en çok The Curse of Lone adlı devasa kitabı severim örneğin ama tabii ki Fear and Loathing In Las Vegas en ünlü çalışmalarıdır. Birlikte çalışmalarının yanısıra iki yakın dosttur Thompson ve Staedman. Hatırlarsınız, Johnny Depp ölümünün ardından Thompson için bir belgesel yapmıştı. Daha doğrusu filmi Alex Gibney yönetmişti ama Depp neredeyse tüm projeyi sahiplenecek kadar can-ı gönülden çalışmıştı. Şimdi de ralph Steadman'ı anlatan For No Good Reason için kolları sıvadığını görüyoruz. Charlie Paul'ün imzasını taşıyan filmde Johnny Depp'in dışında Terry Gilliam ve Richard E. Grant gibi mühim isimlerin de katkısı var. Gösterim tarihi 2013 ama bizde ancak festivalde izleriz gibi geliyor bana.


Günün Trailer'ı: Lincoln



Steven Spielberg'ün son filmi Lincoln önümüzdeki Kasım ayında vizyona çıkacak. Konu tam da Spielberg'ün sevdiği ve ustalaştığı konulardan. Tony Kushner'in ( Angels In America'nın da yazarıydı malum ) senaryoda imzasının olması film için ayrıca artı puan. başrolde Daniel Day Lewis var ki, herhalde fazla tartışmaya gerek yok. Onun dışındaki oyuncu kadrosu da son derece sağlam ( Sally Field, Tommy Lee Jonesi Davis Strithairn, James Spader vs. ). Tek korkum işin hamaset dozunun ( zira olmazsa olmaz elbette ) aşırıya kaçması olabilir. Onu da bekleyip göreceğiz artık.

10.09.2012

Daniel Craig ile yola devam


Artık galiba kimsenin Daniel Craig ile ilgili kuşkusu kalmadı. Elbette James Bond hakkındaki kuşkulardan söz ediyorum. "Sarışın James Bond olur mu" sorusuyla başlayıp da çeşitli tartışmalar kadar uzayan geyik artık bittiğine göre biz yolumuza bakalım demiş yapımcılar ve Craig ile iki film için daha anlaşmışlar. 2014 yılında gösterime çıkması planlanan 24. Bond filmiyle ilgili hiçbir bilgi yok henüz. Tabii daniel Craig'in smokini bir kez daha giyeceği dışında. Doğrusunu isterseniz ( ve benim fikrimi merak ederseniz ) benim de Craig'e dai,r bir kuşkum ya da şikayetim yoktur. Aynen devam derim.

Geleceğin Aslanı Ali Aydın


Çok havalı bir laf değil mi: Geleceğin Aslanı. hepinizin çoktan haberi oldu gerçi ama es geçmek doğru olmaz, Ali Aydın geçtiğimiz Cumartesi sona eren 69. Venedik Film Festivali'nde Geleceğin Aslanı ödülünü alarak hepimizi sevindirdi. Ödülünü Cumartesi Anneleri'ne adaması ise ayrıca çok manidar ve yerinde bir hareketti. Kendisine şahsen teşekkür ediyor ve ödülü için tebrik ediyorum.


Öte yandan Altın Aslan ödülü Güney Koreli sinemacı Kim Ki-duk'un oldu. Pieta adlı filmiyle ödülü alan usta yönetmen ödülü alırken bir de şarkı söyledi. En iyi yönetmene verilen Gümüş Aslan ödülüyse The Master filminin yönetmeni Paul Thomas Anderson'a verildi. Filmin iki başrol oyuncusu Philip Seymour Hoffman ve Joaquin Phoenix En İyi Erkek Oyuncu ödülünü paylaştılar. Bu arada ilginç bir dedikodu da Michael Mann başkanlığındaki jürinin Altın Aslan ödülünü de The Master'a vermek istedikleri ancak festival yönetmeliği yüzünden bunu yapamadıklarıydı.


6.09.2012

Bir Venedik hatırası


Araf'ı henüz izleyemedim maalesef ama Yer Gösterici için Yeşim Ustaoğlu ile röportaj yapan Hasan Cömert'ten iyi şeyler duydum. Adana'da izleyeceğim muhakkak. Bu arada malumunuz Araf dün Venedik Film Festivali'nde izleyiciyle buluştu. Bu kareler de dünkü galadan.



5.09.2012

Emekli gangsterler yeniden iş başında



Başlıktaki emekli gangsterler de kim derseniz, Al Pacino, Christopher Walken ve Alan Arkin'in adlarını saymam yeterli olacaktır. Stand Up Guys adlı filmde unutlmaz bir gece için bir araya gelen eski gangsterleri canlandıran üç oyuncu kendilerine nazaran daha genç bir kadronun canlandırdığı Expendables ekibine ders verebilir gibi geliyor bana. Film Ocak 2013'te kısıtlı bir vizyon görecek. Umarım bize de gelir.

Yer Gösterici


Uzun ve zorlu ama çok da keyifli bir hazırlık sürecinin ardından yeni e-dergimiz Yer Gösterici'yi bugün okurlarla buluşturmuş bulunuyoruz. Hasan Cömert, Fazilet Onat, Özgür Ersil, Seda Tekin, Kamil Can Akat ve tabii ntvmsnbc'nin Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Yeşiltepe'ye buradan teşekkürü bir borç bilirim. Umarım siz de okuduklarınızı beğenir, Yer Gösterici'nin takipçisi olursunuz.

4.09.2012

Günün Venedik filmi



Venedik Film Festivali'nden bugünkü seçimim Japon usta Takeshi Kitano'nun son filmi Outrage Beyond. Sırf yukarıdaki görüntüler bile insanın içine dehşet ve heyecan pompalıyor.

Michael Clarke Duncan 1957 - 2012


O kadar iri yarıydı ki, oyunculukta tutunmadan önce bodyguard olarak çalışmış olmasına şaşmamalı. Tam da "nazik dev" tanımına uygun bir oyuncuydu Michael Clarke Duncan. İzlemesi çok keyif veren, o iri cüssesinden beklenmeyecek kadar yumuşak bir tipti. Onu ilk herhalde Armageddon'da görmüştüm. Ama tabii asıl ününü The Green Mile'daki, ona Oscar adaylığı getiren, John Caffey rolüne borçluydu. Ya da John Coffey unutulmazlığını Michael Clarke Duncan'a borçluydu demek daha doğru olur herhalde. Çok erken, henüz 54 yaşındayken hayata veda etti. Daha yapacak çok şeyi olabilirdi oysa.