Nuri Bilge Ceylan'ın sitem ettiği isimlerden biri de dolaylı olarak benim aslında. Dolaylı diyorum, zira orada olmayı ve bu büyük gururu onunla ( onlarla ) yerinde paylaşmayı çok ama çok isterdim fakat ne yazık ki benim istek ve çabalarım da bir yere kadar. 2 Hafta öncesine kadar çalıştığım televşzyon kanalına bu festivalde bulunmanın ne kadar önemli ve gerekli olduğunu defalarca anlantmam rağmen bir türlü lafımı dinletemedim ( kimim ki ben ?) ve 'Paramız yok' mazeretini aşmanın bir yolunu bulamadım. Festival başlamadan bir kaç gün önce de işime son verildi zaten ve hiçbir şeyin anlamı kalmadı. ( Küçük bir not: beni işten atarken de çok benzeri bir mazeret sunup 'Küçülmeye gidiyoruz' dedikleri için, en azından bu manada tutarlı olduklarını düşünebiliriz)
Uzun lafın kısası bu yıl Cannes'ı uzaktan takip etmekle yetindim ve hiç bir filmi izleyemesem de hemen hepsinin ne tepkiler aldığını yerli ve yabancı basından okudum. NBC'nin festivale katıldığı her yıl bir ödül aldığı ve sırada artık uzun zamandır hak ettiği ( en azından Bir Zamanlar Anadolu'da ile kesinlikle hak ettiği ) Altın Palmiye ödülünün olması gerektiği genel kabul görmüş bir görüştü. Yine de cannes'ın diğer gediklilerinin, yani Ken Loach, Dardenne Biraderler gibi usta isimlerin de bu yıl yarışmaya katılmış olması içimde bazı şüpheler uyandırmadı değil doğrusu. Üstelik uzun zamandır buralarda gözükmeyen Jean Paul Godard, adını zar zor söyleyebildiğim ama filmlerine bayıldığım Andrey Zvyagintsev, her daim bir başyapıt çıkarma potansiyeli taşıyan David Cronenberg, İngiliz sinemasının yadsınamayacak ustalarından Mike Leigh, son yılların dikkatle takip edilmesi gereken isimlerinden Naomi Kawase ve genç bir dahi olduğu konusunda hararetli tartışmalara yol açan Xavier Dolan'ın da katılımıyla belki de son yılların kağıt üstünde en güçlü kadrosu vardı Cannes'da. Ama Kış Uykusu ilk günlerden itibaren hep festivalin en çok övgü alan filmlerinden biri oldu ( belki de birincisi ), hem de bu ivmesini hiç kaybetmeyerek etkisinin kalıcı olduğunu kanıtladı. Sonuç olarak final gecesi tüm kuşkuları yerle bir ederek ödüle uzandı ve sinemamız adına gerçek bir gurur vesilesi oldu.
Nuri Bilge Ceylan'ı yıllar önce aynı başarıyı gösteren Yılmaz Güney ile kıyaslayacak değilim. Bu kıyaslamadan çıkacak sonuç kimseyi tatmin ve mutlu etmeyeceği gibi bana sorarsanız anlamsız da. İki sinemacının bambaşka anlatı biçimleri var ve sinemaları arasındaki kıyaslamayı yapmak da bana düşmez. Bu işe belki bir akademisyen soyunur bir ara, bilemem. Üstelik çeşitli politik etkenlerin de devreye gireceği bir tartışma var bence burada, ki bir kez daha bana düşmez. Ama her filmiyle Cannes'da ödül alan Nuri Bilge Ceylan'ın bugün sinemamız adına gerçek bir dünya markası olduğunu söyleyebilirim. O kadar bana düşer sanıyorum.
Son bir not: nedense ülkemizde Oscar ödülüne dair tuhaf ve müthiş bir özlem var. Yıllardır Oscar'ı Türkiye'ye getirmek bir dava oldu. Çok güçlü bir tanıtım anlamına geldiği muhakkak bu ödülün ama bilen bilir, Altın Palmiye bu işin Nobel ödülüdür. Oscar'dan çok daha değerlidir yani. Yine de illa bu ödülü ülkemize getirmek isteyenlere seslenelim. Bu yıl bu amaca en çok yaklaşılacak yıl olabilir. Dikkat edilirse Yabancı Dilde En İyi Film adayları genellikle başta Cannes olmak üzere belli başlı festivallerde gösterilmiş filmler arasından seçiliyor. Örneğin geçen yılın 5 adayından 4'ü Cannes'da gösterilmiş filmlerdi. O yüzden bu yıl bol bütçeli, romantik, hamasi vs bir takım filmler yerine Kış Uykusu'nu aday göstermekte yarar var. Öteki türlü bu iş olmuyor.