29.04.2011

Günün Afişi


Fazla söze hacet yok. Lars Von Trier'nin yeni filmi Melancholia önümüzdeki haftalarda Cannes'da.

Steve McQueen'i kim oynayacak?


"Steve McQueen oynanmaz, yaşanır" diyesim var ama kendimi tutuyorum. Sonuçta Hollywood'un görüp görebileceği en cool üç-beş adamdan biri kendisi ve elbette filme alınmaya değecek bir hayat öyküsü var. Öncelikle oyuncu olarak çok da büyük bir yeteneğe sahip olmadığını düşünmüşümdür hep. Ama perdeye yansıttığı persona tam anlamıyla ikoniktir. Böyle bir karakteri de ancak çok özel yetenekleri olan bir oyuncu canlandırabilir sanırım. Buz gibi dış görüntüsün içinde yaşadığı binbir duyguyu hakkıyla verebilmek sadece yakışıklı bir sarışının işi olamaz. Bugün okuduğum bir habere göre Jeremy Renner bu işe talip. 2 kez Oscar'a aday gösterilen Renner henüz kariyerinin zirvesine çıkmamış ama fazlasıyla umut veren bir oyuncu. Steve McQueen'in neredeyse tam tersi bir oyunculuk stili var. McQueen soğuk, Renner ise çok sıcak bir aktör. Ortaya çıkacak sonuç çok ilginç olabilir aslında. Üstelik Jeremy Renner sadece ünlü aktörü canlandırmakla kalmayıp, filmin prodüktörlüğünü de üstlenmeyi düşünüyor. Don Hanfield ile birlikte The Combine adlı yapım şirketini kuran Renner'in şu sıralar en büyük hayali bu filmi gerçekleştirebilmek.

Assange'ın filmini kim çekecek?


Son yılların en gizemli ve karizmatik kişilerinden Julian Assange hakkında sonsuz spekülasyon dönen biri aynı zamanda. Kimilerine göre anarşist bir kahraman, kimilerine göre uyanık bir fırsatçı, kimilerine göre hatta bir casus. Ben Assange'ı kahraman sınıfına yakın bulanlardanım doğrusu. WikiLeaks ile yaptığı şeyi çok önemli buluyorum ( yayınlanan belgeleri tek tek okumasam da). Bir takım devlet büyüklerinin, askerlerin vs. paniğe kapılmalarını izlemek hoşuma gidiyor, ne yalan söyleyeyim. Bir yandan da tarih yazımcılığında ve gazetecilikte yeni bir sayfa açıldığını düşünüyorum. Uzatmayalım, bir süredir Julian Assange hakkında bir film çekileceği söylentileri dönüp duruyordu. Nihayet bazı şeyler kesinleşmeye başladı. Bu yıl Inside Job adlı belgeseliyle Oscar alan Charles Ferguson'ın HBO için bir Julian Assange filmi çekeceği duyuruldu. Ferguson filmin yapımcılığını da üstlenecek. Eğer bir sorun çıkmaz da Ferguson filmi çekerse, bu onun ilk kurgu filmi olacak. Bitmedi. DreamWorks ve Universal'ın da aynı konuda film hazırlığında olduğu da gelen haberler arasında. İlginç olacak.

Cannes, Les Bien-aimés ile kapanıyor


64. Cannes Film Festivali'nin kapanış filmi belli oldu. Festival bu yıl Fransız sinemacı Christophe Honoré'nin Les Bien-aimés adlı filmiyle kapanacak. 2007 yılında Les Chansons d'amours adlı filmiyle ilk kez Cannes'da yarışan Honoré aynı zamanda çoğunluğu gençlere yönelik 20'nin üzerinde romanın yazarı. Les Bien-aimés Fransız sinemacı, senarist, oyuncu ve yapımcı Jacques Demy'ye bir saygı niteliğinde. hatırlatmak gerekirse Jacques Demy en çok Les Parapluies de Cherbourg adlı filmiyle bilinir. 1962 yılında kendisi gibi sinemacı olan Agnes Varda ile evlenen Demy 1990 yılında hayata veda etti. O sıralar ölüm sebebi kanser olarak açıklanmıştı ama 2008 yılında Agnes Varda gerçeği açıkladı ve Demy'nin AIDS'den öldüğünü söyledi. Honoré'nin filminde başrolleri Catherine Deneuve, Chiara Mastroianni, Ludivine Sagnier ve sürpriz bir isim Milos Forman paylaşıyor.

28.04.2011

Larry Mullen'ın yeni kariyeri


Eğer "Larry Mullen da kim?" diyorsanız, hemen durun ve başka bir sayfa açarak araştırmanızı yapın. Gerçi kendisinin U2 grubunun davulcusu olduğunu ben de söyleyebilirim ama siz araştırısanız edindiğiniz bilgiler daha sağlam olur, değil mi ama? Ukalalık yeter. 1970'li yıllardan bu yana davul taburesinde oturan Mullen ilk kez yerinden kalktı ve bir filmde rol aldı. Man on the Train adındaki bu film de önümüzdeki günlerde Cannes Film Festivali'nde görücüye çıkacak. Man on the Train 2002 yılında çevrilmiş L'Homme du Train adlı Fransız filminin bir yeniden çevrimi. Kuzey İrlandalı yönetmen Mary McGuckian'ın yönettiği filmde Mullen bir banka soymak üzere küçük bir kasabaya gelen gizemli bir yabancıyı oynuyor. Filmde kendisine eşlik eden isimse Donald Sutherland. Hemen belirteyim, filmin orijinalinde Larry Mullen'ın oynadığı rolü dünyaca ünlü Fransız rock'n roll yıldızı Johnny Halliday üstlenmişti.

Venedik Film Festivali'nde Darren Aronofsky jüri başkanı


Uzun uzun lakırdı edecek değilim. Başlık zaten her şeyi söylüyor. Dünyanın en önemli 5 film festivali arasında gösterilen Venedik Film Festivali'nde ( ki en köklü festivaldir aynı zamanda ) bu yıl jüri başkanlığını Darren Aronofsky üstlenecek. Hatırlanacağı üzre 2008 yılında Venedik'te gösterilen The Wrestler festivalin büyük ödülü olan Altın Aslan'ı almıştı. En son Black Swan ile Oscar'a aday gösterilen Aronofsky için festival organizatörleri "çağdaş sinemada kilit bir isim" tanumlamasını yapmışlar. Venedik Film Festivali bu yıl 31 Ağustos - 10 Eylül tarihleri arasında düzenlenecek.

26.04.2011

Günün Trailer'ı: The Devil's Double


Lee Tamahori'nin yönettiği The Devil's Double ( Şeytan'ın Dublörü desek olur herhalde ) Sundance'de ses getiren filmlerden biriydi. Gerçek bir hikayeyi anlatan film Saddam Hüseyin'in oğlu Uday Hüseyin'e ikizi kadar benzeyen bir adamın başından geçenleri anlatıyor. Dominic Cooper'ın başrolünü üstlendiği film, tahmin edeceğiniz üzre, Uday Hüseyin'in dublörü olarak olmadık tehlikelerle yüzyüze kanal genç bir adamın hikayesi. Tamara Drewe'de sergilediği sağlam performansla övgüler alan Dominic Cooper haricinde ( ki kendisini iki rolde izleyeceğiz haliyle ) Ludivine Sagnier, Jamie Harding ve Philip Quast gibi oyuncular da rol alıyor.

25.04.2011

Kızı Jennifer Lawrence, anneyi Elizabeth Shue oynayacak


Bu haberin benim için anlam ve önemi tamamen başlıktaki iki ismin varlığından ibaret. Yani elbette Jennifer Lawrence ve Elizabeth Shue'nun başrollerini paylaşacağı korku filmi House At The End Of The Street birçokları için ( ben dahil muhtemelen ) önemli bir haber olabilir ama burada dikkatinizi asıl çekmek istediğim mevzu bambaşka. Şöyle ki, ilk kez Karate Kid filminde karşımıza çıkan Elizabeth Shue bizim kuşak için bir hayli önemli bir isimdir. Filmde Ralph Macchio'nun kız arkadaşı rolünü üstlenen ve birkaç yaş büyümüz olsa da fena halde hayranlığımızı kazanan Elizabeth Shue ilerleyen yıllarda Tom Cruise ile de kamera karşısına geçmiş ( Coctail ) ve popülerliğini alabildiğine artırmıştı. Ben şahsen onun Palmetto zamanlarını daha güzel bulurum. Gençlik yıllarımda benim favorim Sophie Marceau idi ve Elizabeth Shue sıralamada birkaç basamak arkadan gelirdi. Tabii Palmetto dönemi Elizabeth Shue her zaman ön sıralardadır. Doğrusunu söylemek gerekirse çok da başarılı bir oyuncu olduğunu söyleyemeceğim. Zaten kariyerinde de bir türlü istediği sıçramayı yapamadı. Bırakın Oscar'ı, bir Altın Küre'si bile yok. Şimdiyse anne rollerine çıkıyor bir zamanların güzel yıldızı. Gerçi kızını oynayan Jennifer Lawrence'ın yeri bir başka benim gözümde. Hem çok güzel, hem de çok yetenekli bir oyuncu Lawrence. Son dönemde en favori yıldız adaylarımdan biri kendisi. Mesele şu ki, Lawrence ile Shue'nun anne-kız oynayacağı haberine sevindim mi yoksa yaşlandığımı hatırlattığı için üzüldüm mü emin olamıyorum. 

22.04.2011

Yeni Jason Bourne kim olacak? Jeremy Renner'e ne dersiniz?


Aslında Jeremy Renner çok iyi bir oyuncu ama ilk üç filmde hayatının en başarılı performanslarından birini ortaya koyan Matt Damon kadar başarılı olur mu, emin değilim. Nedenini açıklamaya çalışayım. Matt Damon her zaman daha soğuk, kişiliğini öne çıkarmayan rollerde daha başarılı bence. Becerikli Bay Ripley'de de benzeri şekilde iyi bir performans sergilediğini düşünüyorum örneğin. Neredeyse kişiliksiz bir personası var beyazperdede. Bu yüzden de Bourne gibi kimliksiz, soğukkanlı bir adamı çok iyi canlandırmıştı. Komedi yeteneğinin ise hiç olmadığını, hadi hiç demeyeyim, kısıtlı olduğunu düşünüyorum. Jeremy Renner ise içinde ateş yanan tiplerden. En soğukkanlı olması gereken adamı oynarken bile patlayacak bir bomba izlenimi veriyor. Peki sizce Jason Bourne nasıl bir karakter? Bu sorunun cevabını yukarıda vermiştim gerçi ama bir kez daha tekrarlayayım, Jason Bourne kim olduğu bile tam bilinmeyen, karanlık, soğuk bir tip. Yine de son gelen haberler Universal'ın yeni çekilecek The Bourne Legacy'de başrolü Jeremy Renner'e teklif ettiği yönünde. Bakalım bu teklifi kabul edecek mi?

Son durum: Savages


Oliver Stone'un yeni filmi Savages ile ilgili yeni bilgiler gelmeye başladı. Don Winslow'un romanından senaryolaştırdığı filmişn çekimlerine Temmuz ayında başlamayı planlayan Stone güçlü bir oyuncu kadrosu kurmuşa benziyor. Bir süre önce bu kadronun bir kısmı açıklanmıştı zaten. Aaron Johnson, Salma Hayek ve Benicio Del Toro gibi isimlere şimdi de John Travolta, Uma Turman ve Blake Lively eklendi. Merkezinde California'da iş çeviren iki esrar satıcısının yer aldığı Savages iki uyuşturucu tacirinin Meksika uyuşturucu karteline karşı verdikleri savaşı anlatıyor.

21.04.2011

Restrepo'nun yönetmeni Tim Hetherington Libya'da öldürüldü


Bu yılın Oscar adayı belgesellerinden Restrepo'nun iki yönetmeninden biriydi Tim Hetherington. Restrepo'da Sebastian Junger ile birlikte Afganistan'daki Amerikan birliklerinin peşine takılmış ve oradaki vaziyete içeriden bir bakış atmıştı. Son zamanlarda da Libya'da, özellikle de Misurata kentinde yaşanan çatışmaları takip ediyordu. Bugün gelen bir habere göre bir saldırı sırasında hayatını kaybetmiş. Henüz 40 yaşında hayata veda eden İngiliz fotoğrafçı ve yönetmen Tim Hetherington'ın yanında Amerikalı fotoğrafçı Chris Hondros da hayatını kaybetmiş. O da savaş fotoğrafçılığı dalında Robert Capa Altın Madalyası'nı almış yetenekli bir fotoğrafçıydı.

Woody Allen'ın yeni filmi: The Wrong Picture


Woody Allen'ın yeni filminden kastım henüz çekimlerine başlamadığı film elbette. Her yıl hiç sektirmeden yeni bir filmle izleyicisinin karşısına çıkan Allen önümüzdeki günlerde Cannes Film Festivali'nin açılışında gösterilecek Midnight In Paris'i çoktan geride bıraktı ve yaz aylarında Roma'da çekeceği yeni filminin hazırlıklarına başladı. Buraya kadar yeni bir haber yok aslında. Ama usta yönetmenin geçtiğimiz günlerde Le Journal du Dimanche gazetesine verdiği röportajda kimi yeni bilgiler var. Örneğin filmin adı gibi. Allen bu röportajda yeni filmin adının The Wrong Picture olacağını söylemiş. Tabii bu ad değişebilir, henüz kesinleştiğini sanmıyorum ( üstelik çok da manidar bir ad, değil mi?). Yine de bir kenara yazmakta yarar var. Filmde Alec Baldwin, Ellen Page, Jesse Eisenberg ve Penelope Cruz gibi isimler dışında kendisi için de küçük bir rol yazdığını söylemiş Allen. İtalyan oyuncularsa henüz belli değil. Bu arada hemen belirteyim, Midnight In Paris'te rol alan İtalyan model/şarkıcı/first lady Carla Bruni yeni filmde yer almayacak. "Midnight In Paris'te eğlence olsun diye oynamıştı zaten, oyuncu olmak gibi bir niyeti yok" diyor Allen.


"Sarkozy'yi Bogart tarzı bir rolde görmek isterim"

Carla Bruni konusu açılınca kocasını, yani Fransa Devlet Başkanı Nicolas Sarkozy'yi de sormuşlar Woody Allen'a. Onu da bir filminde oynatmak isteyip istemediği sorusuna şöyle yanıt vermiş ünlü yönetmen: "Böyle bir niyetim olursa elbette onun için bir rol yaratırım. Bogart tarzı bir rol ona iyi gider. Joe Pesci gibi bir karakter ya da."

20.04.2011

Padro Almodovar yeni sularda


Pedro Almodovar'ın Cannes Film Festivali'nde yarışacak yeni filmi The Skin I Live In ( La Piel Que Habito )gerçekten de İspanyol sinemacının daha önce yıkanmadığı sulara girdiğini işaret ediyor. Yukarıda ve aşağıda kimi görsellerini ( bazıları filmden, bazıları setten ) gördüğünüz film Thierry Jonque'nin Tarantula adlı romanından uyarlanan bir gerilim. Polanski çekti deseler kafamda daha çok yerine otururdu, öyle bir konusu var doğrusu. Kızını öldüren adamdan intikam almak isteyen bir estetik cerrahın öyküsünü anlatan filmde Antonio Banderas ve Elena Anaya başrolleri paylaşıyor. Bakalım usta sinemacının Banderas ile yeniden bir araya gelişini de müjdeleyen film Cannes'da nasıl bir tepkiyle karşılaşacak?


Son durum: The Great Gatsby


F. Scott Fitzgerald'ın aynı adlı romanından uyarlanacak The Great Gatsby adlı filmde işler biraz karışık. Hatırlayanlar olacaktır, filmde başrolü Ben Affleck'in oynayacağı ilan edilmişti. Ama işler değişti. Ben Affleck kendi yöneteceği Argo için ( hani şu geçenlerde mekan bakmak için Türkiye'ye geldiği film ) The Great Gatsby'den vazgeçti. Anlaşılan The Great Gatsby'nin yapımcıları ünlü aktörün çekimlerinin bitmesini beklemeye razı olmamış ve başka biriyle de olsa işe koyulmaya karar vermiş. Bu arada hatırlatmakta yarar var, Affleck filmde Jay Gatsby rolünü üstlenmeyecek. Zamanında Robert Redford'ın üstlendiği rolü yeni filmde Leonardo DiCaprio canlandıracak. Ben Affleck için düşünülen rol ise 1974 versiyonunda Bruce Dern'in canlandırdığı Tom Buchanan karakteriydi. Baz Luhrmann'ın çekeceği filmde ayrıca Carey Mulligan ( Daisy Buchanan ) ve Tobey Maguire da ( Nick Carraway ) rol alacak.

Cars 2'yi beklerken


Pixar'ın Haziran ayında gösterime girecek yeni filmi Cars 2'de ilkinde olmayan birçok yeni karakter var. Normalde büyük ölçüde çocuklara yönelik animasyonlar pek ilgimi çekmez ( hele Amerikan animasyonları hiç çekmez ) ama itiraf edeyim ki cars radarıma giriyor bir şekilde. Erkek çocukların, yaşları ilerlese de bir türlü bitmeyen oyuncak araba merakından da olabilir tabii bu ilgi. Öte yandan Wall-e ya da Finding Nemo gibi animasyonların da çok başarılı işler olduğunu kabul ediyorum. Uzatmayayım, Cars 2'de izleyicinin karşısına çıkacak yeni karakterlerin hemen hepsi İngiliz arabaları. Aşağıdaki fotoğrafların üzerinde adlarını da göreceksiniz zaten. Farkedeceğiniz üzre çoğunda bir asalet vurgusu var. Ee, ne de olsa İngiltere! Bu arada şunu da hemen hatırlatalım, Cars 2'de Şimşek McQueen ve arkadaşları Dünya Şampiyonası'na katılmak üzere ABD dışına çıkıyorlar ve saysız yeni dost ediniyorlar. Filme sesleriyle katkıda bulunanlar arasındaysa Michael Caine, Vanessa Redgrave, Franco Nero, John Turturro, Tony Shalhoub, Eddie Izzard gibi yeni isimler var.








Cannes 2011: Jüride kimler var?


Cannes'da bu yıl Altın Palmiye jürisinin başkanlığını usta oyuncu Robert De Niro'nun üstleneceğini bir süredir biliyoruz. 9 Kişilik jüride başka kimlerin olacağı ise yeni açıklandı. Buna göre Altın Palmiye jürisi şu isimlerden oluşuyor:

Robert De Niro - Başkan
Martina Gusman - Oyuncu ve Yapımcı ( Arjantin )
Nansun Shi - Yapımcı ( Çin )
Uma Thurman - Oyuncu ( ABD )
Linn Ullmann - Eleştirmen, Yazar ( Norveç )
Olivier Assayas - Yönetmen ( Fransa )
Jude Law - Oyuncu ( İngiltere )
Mahamat Salah Haroun - Yönetmen ( Çad )
Johhny To - Yönetmen, Yapımcı ( Hong Kong )

15.04.2011

Günün Trailer'ı: Rise of the Planet of the Apes


Orijinal Maymunlar Cehennemi bir bilim-kurgu klaisğidir ama doğrusunu isterseniz, Tim Burton'ı çok sevmeme rağmen filmin yeni versiyonunu pek beğenmemiştim. Şimdi sırada Rise of the Planet of the Apes var. Yukarıda filmin trailer'ını, aşağıda ise kimi görsellerini görüyorsunuz. Film Ağustos ayında gösterime girecek. Bakalım nasıl?

14.04.2011

Nuri Bilge Ceylan Cannes'da


Cannes'ın programı nihayet açıklandı ve günlerdir sesimizi çıkarmadan sürdürdüğümüz meraklı bekleyiş de sona erdi. Evet, Nuri Bilge Ceylan'ın filmi yarışmalı bölüme seçildi. Seçkide Bir Zamanlar Anadolu'da'nın haricinde şu filmler yer alıyor.

Pedro Almodovar - La Piel Que Habito
Bertrand Bonello - L'Apollonide - Souvenirs de la Maison Close
Alain Cavalier - Pater
Joseph Cedar - Heatar Shulayim
Jean-Pierre ve Luc Dardenne - Le Gamin Au Velo
Aki Kaurismaki - Le Havre
Naomi Kawase - Hanezu No Tsuki
Julia Leigh - Sleeping Beauty
Maiwenn - Polisse
Terrence Malick - The Tree of Life
Radu Mihaileanu - La Source des Femmes
Takashi Miike - Ichimei
Nanni Moretti - Habemus Papam
Lynne Ramsay - We Need To Talk About Kevin
Markus Schleinzer - Michael
Paolo Sorrentino -This Must Be The Place
Lars Von Trier - Melancholia
Nicolas Winding Refn - Drive

Ayrıca Deniz Gamze Ergüven'in Kings adlı filmi de festivalin Atelier bölümüne seçilen yapımlar arasında.

Günün Festival Filmi


Bugün size Michael Winterbottom imzalı Yolculuk adlı filmi seçtim.

Yukarıdaki sahne The Trip'in televizyon dizisinden bir bölüm. Steve Coogan ve Rob Brydon'ın olağanüstü komik muhabbetlerinin başrolde olduğu 6 bölümlük diziyi Winterbottom sinemaya da uyarlamaya karar vermiş ve ortaya bugün festivalde izleyeceğim film çıkmış. Ben diziden bir iki bölüm izledim ve gülmekten kırıldım. Yukarıda iki oyuncunun Michael Caine taklidi yaparak kapıştıkları bir sahne var. Bilmiyorum filmde de bu sahne var mı ama genel olarak bir fikir verecektir.

Yolculuk - 14 Nisan Perşembe - City's - 21.30

Meraklısına ikinci tavsiyem

İmkansızın Şarkısı ( Norgevian Wood ) - 14 Nisan Perşembe - Rexx - 21.30

13.04.2011

Gus Van Sant'in yeni filmi Cannes'da gösterilecek


Günün Cannes haberi Gus Van Sant ile ilgili. Daha önce üç kez Cannes'da Altın Palmiye için yarışan ve 2003 yılında da Elephant ile ödülü alan Gus Van Sant bu yıl bir kez daha Cannes'a gidiyor. Ancak, Restless adlı son filminin dünya prömiyerini Cannes'da yapacak olan usta sinemacı bu kez Altın Palmiye yarışında değil. Restless festivalin önemli bölümlerinden Un Certain Regard'ın ( Belirli Bir Bakış ) açılış filmi olacak. Jüri başkanlığını bizim davul zurnayla kovduğumuz Emir Kusturica'nın üstlendiği Un Certain Regard'ın açılışı 12 Mayıs'ta ( büyük açılıştan bir gün sonra ) yapılacak. Bu arada heyecanlı bekleyiş sürüyor malum, Altın Palmiye adayları yarın ( 14 Nisan ) belli olacak. Nuri Bilge Ceylan'ın son filmi Bir Zamanlar Aanadolu seçilecek mi, hala belli değil.

12.04.2011

James Marsh'ın yeni filmi Shadow Dancer


Son yıllarda izlediğim en iyi belgesellerden biri James Marsh imzalı Man on Wire idi. Yine son yıllarda izlediğim en iyi suç filmlerinden biri ( hatta en iyisi ) olan Red Riding üçlemesinin 2. halkası da James Marsh'a aitti. 2005 tarihli filmi The King de yine övgüyü hak eden, incelikli ama tuhaf şekilde sert bir filmdi. Uzun lafın kısası Marsh'ı bir süredir yakın takibe aldım. Sundance'de alkışlanan son belgeseli Nim Chimpsky'yi henüz izleyemedim ama peşindeyim. Bu arada Marsh yeni filmi için hazırlıklara başladı. IRA'yı konu alan bir gerilim filmi olacak bu ve Tom Bradby'nin Shadow Dancer adlı kitabından uyarlanacak. Biraz daha açmak gerekirse Kuzey İrlanda'da geçen film, karşı tarafa geçerek MI5 için çalışmaya başlayan eski bir IRA üyesinin hayatına odaklanıyor. Çekimlerine Mayıs ayında başlanacak filmin başrolündeyse Clive Owen olacak.

"Saniyede 48 Kare, Plaktan CD'ye geçmek gibi"


Başlıktaki sözler Peter Jackson'a ait. Her ne kadar ben plaktan CD'ye geçmeyi çok da olumlu bir gelişme olarak görmesem de, Peter jackson sinemanın geleceğini nasıl gördüğünü bu sözlerle yorumlamış. Mesele şu: Jackson şu sıralar üzerinde çalıştığı The Hobbit filmlerini alışılageldiğiüzre saniyede 24 kare değil, 48 kare olarak çekecekmiş. Böylece çok daha net ve pürüzsüz bir görüntü elde edeceğini ve her türlü titremenin ve fluluğun ortadan kalkacağını söylüyor. Diyor ki,

"Saniyede 24 kare çekmek 1920'lerin sonunda, sesli sinemaya geçiş aşamasında başlamış bir uygulama. Sanırım sesin düzgün aktarılabildiği minimum hız olarak 24 kare saptanmış o zaman. Maliyet açısından minimumda karar kaıldıklarını düşünüyorum. Ne de olsa 35 mm film pahalı bir malzeme. Yaklaşık 90 yıldır 24 kare çekiliyor filmler. Bundan 30 yıl kadar önce Doug Trumbull saniyede 60 kare çekebilen bir sistem geliştirmişti ama bu sistem uzun ömürli olmadı. Hem filmin maliyeti hem de sinema salonlarındaki projeksiyon zorlukları yüzünden 60 kareden vazgeçildi. Ama artık dijital çağda 48 kare film çekmek eskisinden çok daha kolay ve hesaplı. Yeni dijital projektörlerin büyük bir kısmı da 48 kare göstermeye uygun. Yaptığımız testler 48 kareyle 60 kare arasında büyük bir fark olmadığını gösterdi ama 24 kareyle 48 kare arasındaki fark çok büyük gerçekten de. 24  kare kötü bir sistem değil belki ama dikkat ederseniz çoğu zaman flu bölümler olduğunu fark edersiniz. Kamera hızlı hareketler yaptığında da titremeler oluyor. Oysa 48 karede bunların hiçbiri yok ve gerçeğe çok yakın bir görüntü kalitesi var. Üstelik bu yeni görüntü kalitesine hemen alışıyorsunuz ve eskisi kötü görünüyor artık. Tıpkı plaktan CD'ye geçtiğimiz zaman olduğu gibi.

Warner Bros. bize bu konuda destek oldu ve The Hobbit'in çekimlerine 48 kare başlamamız konusunda onay verdi. Bu formatta bir film daha önce hiç gösterime çıkmadığı halde hem de. The Hobbit gösterime çıkana kadar yeterince 48 kare gösteren projeksiyon makinesi olacağını umuyoruz. Film 2012'nin Aralık ayında gösterime çıkacak ve tahminen o zamana kadar 10.000'den fazla 48 kare gösteren projeksiyon makinesi olacak. Ama yine de bilemiyoruz tabii."

Günün Festival Filmi


Bugün festivalden size bir klasiği seçtim: 8 1/2

Kimse kusura bakmasın ama Fellini'nin başyapıtını sinema salonunda izleme fırsatı varken başka bir filme gidilmez, gidilemez bence. Yine de tercih sizin elbette. Ben yıllar önce Emek Sineması'nda izleme şansı bulmuştum neyse ki. 81/''u anlatmanın pek manası da yok aslında, o denli büyük bir film ki. Sinema, yaratıcılık, hayat, kadınlar, ölüm korkusu... Fellini o sıralar kafasını meşgul eden ne varsa dökmüş bu filme ve başrole de sıklıkla olduğu gibi, kendi personasını canlandıran Marcello Mastroianni'yi koymuş. Sürreel dokunuşlarla bezeli bu muhteşem film defalarca izlenmeyi hak eden ve inanın her seferinde sizi farklı bir şekilde büyüleyen bir yapım.

8 1/2 - 12 Nisan Salı - Beyoğlu - 21.30

Meraklısına ikinci tavsiyem

Serseriler ( Neds ) - 12 Nisan Salı - Fitaş 4 - 19.00

Cannes'da Bertolucci'ye Onur Ödülü


Cannes haberleri sıklaşacak demiştim size. İşte yeni bir haber: bu yıl cannes Film Festivali'nde usta sinemacı Bernardo Bertolucci'ye onur ödülü verilecek. Onur Altın Palmiyesi adı verilen bu ödül bu yıl ilk kez veriliyor. Festival ditektörü Gilles Jacob yaptığı açıklamada İtalyan sinemacının eserlerinin kalitesinden dem vurarak, onun bu ödülün ilk meşru sahibi olduğunu söyledi. Aslına bakarsanız bu ödül daha önce 2002'de Woody Allen'a, 2009'da da Clint Eastwood'a verilmişti ama o zaman bu ödül biraz daha sıradışı ve düzensiz bir konumu vardı. Oysa bu yıldan itibaren artık düzenli olarak verilecek ve Cannes'ın geleneksel ödülleri arasına girecek. Ayrıca bu ödül daha önce Cannes'da hiç Altın Palmiye almamış yönetmenlere verilecek. Hatırlanacak olursa Bertolucci daha önce iki kez yarışmalı bölüme katılmış ( 1981'de Tragedy of a Ridiculous Man ve 1996'da Stealing Beauty ile ) ama Altın Palmiye'yi alamamıştı. Bertollucci'ye ödülü festivalin açılış gecesi olan 14 Mayıs'ta verilecek ve salonda da bu yılın jüri başkanı, Bertolucci'nin 1900 filminin yıldızı Robert De Niro hazır bulunacak.

11.04.2011

Karlovy Vary'de Jüri Başkanı Istvan Szabo


Avrupa'nın önemli sinema festivallerinden Karlovy Vary'de yarışma jürisinin başkanlığına bu yıl ünlü Macar sinemacı Istvan Szabo getirildi. Ülkemizde en çok 1980'li yıllarda çektiği Mephisto, Albay Redl ve Hanussen adlı filmleriyle tanına Szabo geçtiğimiz yıllarda İstanbul Film Festivali'nde de jüri başkanlığı yapmıştı yanlış hatırlamıyorsam. Yukarıda bahsettiğim ve üçünde de Klaus Maria Brandauer'in başrolü üstlendiği filmler arasında özellikle Mephisto ( ki Oscar alan tek Macar filmidir ) benim çok sevdiğim filmlerde biridir. Yakında da başrolünü Helen Mirren'in oynadığı Kapı adlı yeni filmi gösterime girecek. Bu arada, Karlovy Vary'nin 46.sı bu yıl 1 - 9 Temmuz tarihleri arasında yapılacak. Meraklısına duyrulur.

Günün Festival Filmi


Bugün size Festival programından Torino Atı adlı filmi seçtim.

Henüz izleyemediğim bu filmin festivalde izleyicileri ikiye böldüğünü ve kalabalık bir kısmın filmden nefret ederken küçük bir azınlığın hayran kaldığını biliyorum. Bela Tarr benim izlenimci olarak nitelemeyi tercih ettiğim tarzın en sadeci yönetmenlerinden biri. Macar sinemacı son filminde de Nietzsche'nin aklını yitirmesine neden olduğu iddia edilen ( söylence, hep söylence ) bir atın hikayesini anlatıyor.. dediğim anda pişman oldum çünkü film anladığım kadarıyla hiçbir şekilde hikaye falan anlatmıyor. Dramatik yapıyı tamamen reddediyor aslında ve Tarr'ın en büyük iddiası da bu sonuçta. Uzunca ama zihinlerde yeni kapılar açacak bir film.

Torino Atı - 11 Nisan Pazartesi - Rexx - 21.30

Meraklısına ikinci tavsiyem

Kanunsuzlar ( Hors La Loi ) - 11 Nisan Pazartesi - Fitaş 4 - 21.30

Günün Trailer'ı: Melancholia


Lars Von Trier'nin ünlü oyuncularla dolu filmi Melancholia nihayet gün ışığına çıktı. Merak etmekle beraber, hayal kırıklığı yaşayacağım hissinden de kurtulamıyorum bir türlü. Çok iyi bir sinemacı ama çok rahatsız bir kişilik Von Trier. Europa'yı hala tek geçerim, ayrı.

Günün Afişi


Günün afişinde elbette Sidney Lumet'den bir film var. Dog Day Afternoon'un üzerinde Al Pacino'nun devasa yüzünün olduğu afişi çok daha ünlüdür ama ben bu iki afişi daha çok beğendim açıkçası.


Sidney Lumet 1924 - 2011


Scorsese haberi aldığında "Bir dönemin sonu" demiş. Haklı. Amerikan sinemasının en önemli yönetmenlerinden Sidney Lumet 86 yaşında hayata veda etti. En son 2007 yılında film çeken ve böylece 50 yıllık kariyerinde 44 sinema filmine imza atan Lumet ilk filmini 1957 yılında çekmişti. 12 Angry Men'den söz ediyorum. Aslında yönetmenlik kariyeri daha uzun Lumet'nin, ama ilk işlerini hep televizyona çektiği için genellikle başlangıç noktası olarak 1957 ve 12 Angry Men gösterilir. En iyi filmlerini 70'li yıllarda çeken Lumet özellikle de oyuncuların çok sevip saydığı bir isimdi, zira onlarla çalışmayı çok önemser ve bir takım yönetmenlerin aksine onlarla çok iyi anlaşır, çok iyi yönlendirirdi. Lumet'nin hayat öyküsünü anlatacak değilim uzun uzun, onun yerine kariyerinde önemli olduğunu düşündüğüm 5 filmini seçtim. İzlemeyenler için de bir "izleme listesi" olur hem.

12 Angry Men ( 1957 )

Tipik bir mahkeme draması gibi dursa da 12 Angry Men sinema tarihinde özgün bir yere sahiptir zira izleyiciyi daha önce hiç girmediği bir yere, jüri odasına sokar. Bir cinayet davası görülmektedir ve filmin ilk dakikalarında jüri neredeyse kararını vermiş gibidir. 12 jüri üyesinin 11'i sanığı suçlu bulmuştur. Ama bu karar jürinin 12. üyesi olan Henry Fonda'yı ( 8 numaralı jüri üyesi olarak geçer ) tatmin etmemiştir. Tamamı tek bir odada geçen ( gerçi 96 dakikanın 3 dakikası oda dışında geçer ) film farklı düşünen o jüri üyesinin diğer üyeleri tek tek ikna etme çabasını anlatır. Lumet ilk filmiyle En İyi Yönetmen Oscar'ına aday olmuş ama toplam 4 kez aday gösterildiği ( 1982'deki En İyi Senaryo adaylığını da sayarsak 5 ) heykelciği hiç alamamıştır. Ona tek Oscar'ını 2005 yılında verdiler ve tahmin ettiğiniz gibi bu bir Yaşam Boyu Başarı ödülüydü.


Serpico ( 1973 )

New York polis teşkilatındaki yolsuzlukları ortaya çıkarmak üzere gizli bir göreve atanan Frank Serpico'nun öyküsü 70'li yılların en popüler filmlerinden birine dönüşür. Başrolünü Al Pacino'nun oynadığı Serpico 2 dalda Oscar'a aday gösterilir ama ikisini de alamaz. Öte yandan Pacino'nun En İyi Erkek Oyuncu dalında aday gösterildiği ilk filmdir Serpico ve ona ilk Altın Küre ödülünü kazandırır. Gerçekten de Frank Serpico rolünde çok etkileyici bir iş çıkarır Pacino. Amerikan Film Enstitüsü 100 Yılın 100 Kahramanı ve Kötü Adamı listesinde 40. sıraya yerleştirir Frank Serpico karakterini. Aslında John G. Avildsen'in çekmesi beklenen film son anda Sidney Lumet'ye kalır çünkü Avildsen ve yapımcı Bregman bir anlaşmazlık yazarlar. Çekimlerden bir hafta önce yönetmen koltuğuna oturup da böylesi unutulmaz bir filme imza atmak da olsa olsa Lumet gibi bir ustanın başarısıdır.

Dog Day Afternoon ( 1975 )

Sidney Lumet'nin ve Al Pacino'nun en iyi filmlerinden biri de Dog Day Afternoon'dur. İkisinin birlikte yaptığı en iyi filmdir. Bir banka soygununu anlatan film bir yanıyla da filmin başkişisi olan eşcinsel banka soyguncusunun psikolojik bir çözümlemesidir aynı zamanda. Tıpkı Serpico gibi gerçek bir olaydan hareketle çekilmiştir ve yine tıpkı Serpico'da olduğu gibi Pacino bir kez daha En İyi Erkek Oyuncu Oscar'ına aday gösterilir ( ve yine kazanamaz ). Pacino'nun "Attica! Attica!" çığlığından, erkek arkadaşı Leon ile buluşmalarına dek bir çok unutulmaz ana sahne olan film 70'li yılların ruhunu en iyi yansıtan ( 60'ların hunharca katledilen barışçıl atmosferin ardından çöken depresif ruh halinden söz ediyorum burada ) yapımlardan biridir.

Network ( 1976 )

Televizyon denen tuhaf aygıt ve medya denen vahşi mekanizma hakkında çekilmiş en iyi filmlerden biridir Network. Belki de en iyisi. Açıkçası Network'ten bu yana medya eleştirisi yaptığı iddia edilen hiçbir film bu kadar güçlü bir etki yaratamamıştır bana göre. Başroldeki oyuncuların çok etkileyici performanslar sergilediği film özellikle Faye Dunaway'in canlandırdığı Diana Christensen'in şahsında sinema tarihinin en rahatsız edici kötü karakterlerinden birini yaratmıştır. Yönetici konumuna getirildiği haber kanalında reyting uğruna gerçek bir canavar yaratan ve bişr süre sonra reytingler düştüğünde çareyi yarattığı canavarı canlı yayında öldürmekte bulan Christensen tam da günümüz medyasının alıp da baştacı edeceği bir tiptir aslında. Peter Finch ve Faye Dunaway'e Oscar akazandıran film toplam 4 dalda heykelciğe uzanacaktır.

Night Falls On Manhattan ( 1997 )

Doğrusunu isterseniz bu biraz benim kişisel tercihim. Tabii ki önceki filmler de kişisel tercihimdi ama Night Falls On Manhattan'ı Lumet'nin en iyi 5 filmi arasına koymayacak çok kişi vardır eminim. Belki The Verdict ya da Prince of the City daha bariz bir seçim olabilirdi ama ben noir çağrışımları olan Night Falls'u daha çok severim. Polis teşkilatı içindeki bir yolsuzluk hikayesidir yine ve Andy Garcia'dan Ian Holm'a tüm oyuncuların ( ki aralarında James Gandolfini, Richard Dreyfuss ve Lena Olin gibi isimler de var ) birinci sınıf performanslar sergilediği bir filmdir. Aynı yıl gösterime çıkan LA Confidential kadar başarılı bir film değildir belki ama yine de izlemesi çok keyiflidir.

8.04.2011

Günün Trailer'ı: Anonymous


Büyük bütçeli felaket ( her iki anlamda da ) filmleriyle ünlü Roland Emmerich'in farklı bir alana el atacağını bundan uzun süre önce duyurmuş ve ortaya çıkacak filmi merakla beklediğimi belirtmiştim. Emmerich'in Anonymous adlı filminin trailer'ı nihayet internete düştü. Film Shakespeare'e ait olduğu bilinen eserlerin aslında onun tarafından yazılmadığı tezini işliyor. Bu çok eski ve benim de itibar etmediğim bir tezdir ama film yine de ilginç olabilir. Göreceğiz.

Bong Joon-ho Altın Kamera Jürisi Başkanı


Cannes film festivali yaklaşıyor malum ve hemen her gün yeni bir haber geliyor Cannes'dan. Son haber Altın Kamera ( Camera d'Or ) jürisiyle ilgili. Güney Kore sinemasının en önemli isimlerinden ( ve benim de en sevdiğim Güney Koreli sinemacı kendisi ) Bong Joon-ho Altın Kamera jürisinin başkanı oldu. Bildiğiniz gibi Altın Kamera yarışma bölümlerinden herhangi birinde yer alan ve ilk film niteliği taşıyan yapımlardan birine veriliyor. Gwoemul, Mothers ve bu yıl İstanbul Film Festivali'nde de gösterilen Cinayet Günlüğü adlı filmleriyle tanıdığımız Bong Joon-ho önceki yıllarda Bruno Dumont, Abbas Kiarostami ve Gael Garcia Bernal gibi isimlerin üstlendiği görevi devralacak ve 22 Mayıs gecesi kapanış töreninde Altın Kamera ödülünü kazanan yönetmene takdim edecek.

Günün Festival Filmi

Bugün festivalden sizin için seçtiğim film Beyaz İnsan.


Claire Denis'nin son filmi White Material ( Beyaz İnsan ) gerçekten de çok çarpıcı, hatta insanı oturduğu yere yapıştıracak kadar güçlü bir film. Film tek cümleyle, Afrika'da iç savaşın yaşandığı bir ülkede, sahibi olduğu kahve plantasyonlarını terk etmeyen ama bunun bedelini acı şekilde ödeyen beyaz bir kadının hikayesini anlatıyor. Marie ( yani beyaz kadın ) rolünde Isabelle Huppert var. Huppert tam da Helen Mirren, Meryl Streep tarzı bir oyuncu ama sanki yaşlandıkça içlerinde en çok sertleşeni o oldu. Yani oynadığı hemen her karaktere sinen ve izleyeni tedirgin eden tavrı sanki Huppert'in kendi personasının bir uzantısı gibi. Bu da aslında onun oyuncu olarak dehasını gösteriyor sadece. Malum şu sıralar yine bir Haneke filminde ( Amour ) rol alıyor ve İstanbul'a da bu filmin çekimlerinin uzaması yüzünden gelemedi. Üstelik Huppert'in festivalde iki filmi daha var: Copacabana ve muhteşem Dantelci Kız. Yani gelse çok güzel olacaktı, ama kader diyelim. Filmlerinin gelmesi bile önemli. Özellikle de Claire Denis'nin Beyaz İnsan'ı kaçırılmaya gelmeyecek bir film. Baştan sona son derece sükunetle akan ama izlerken kendinizi sürekli iğne üzerinde hissettiğiniz bir film var karşımızda. Her an ortalık kan banyosuna dönecekmiş gibi hissediyor ama şiddetin alışılmadık belirişi karşısında affallıyorsunuz. Çocuk askerler, evin bir anda zıvanadan çıkan beyaz oğlu, cinayetin anlık sıradanlığı ve insanın anlaşılmaz zulmü... Uzun lafın kısası hazmı zor bir film Beyaz İnsan.

Beyaz İnsan - 8 Nisan Cuma - Beyoğlu - 21.30

Meraklısına ikinci tavsiyem

Beni Asla Bırakma ( Never Let Me Go ) - 8 Nisan Cuma - Fitaş 4 - 21.30

7.04.2011

Ben Affleck neyin peşinde?


Pazartesi günü ünlü oyuncu ve yönetmen ( ve senarist  de aslında ) Ben Affleck'in İstanbul'a geldiğini gazetelerde okumuş, hatta halıcıdaki maceralarını TV'de görmüşsünüzdür. Affleck'in Türkiye'e mekan bakmaya geldiği söyleniyor ama film hakkında bir bilgi verilmiyordu haberlerde. İlginçtir, ben bugün Studio Live dergisinin yeni sayısını okurken Affleck ile ilgili bir habere rastladım. Haberde Affleck'in 1979 yılında İran'da yaşanan rejhine krizi ile ilgili bir film çekeceği ve adının da Argo olacağı yazıyordu. Filmde CIA'in İranlı devrimciler tarafından rehin alınarak ABD Büyükelçiliğinde tutulan 6 diplomatı kurtarma çabaları anlatılacak. Affleck'in yönetmenliğini üstleneceği filmin yapımcısıysa George Clooney olacakmış. Acaba ünlü oyuncu İstanbul'da bu film için mi mekan bakıyordu, ne dersiniz?

Günün Afişi


Günün afişiyse Tyler Stout imzalı. Kill Bill'in bu afişini Mondo yarın satışa çıkarıyor. Aynı afişin bir de Japonca versiyonu var. 50 ve 100 dolarlık fiyatlardan satılacak bu afişler için ziyaret etmeniz gereken adres tabii ki Mondotees.