Fazla söze hacet yok. Lars Von Trier'nin yeni filmi Melancholia önümüzdeki haftalarda Cannes'da.
29.04.2011
Steve McQueen'i kim oynayacak?
Assange'ın filmini kim çekecek?
Cannes, Les Bien-aimés ile kapanıyor
28.04.2011
Larry Mullen'ın yeni kariyeri
Venedik Film Festivali'nde Darren Aronofsky jüri başkanı
26.04.2011
Günün Trailer'ı: The Devil's Double
Lee Tamahori'nin yönettiği The Devil's Double ( Şeytan'ın Dublörü desek olur herhalde ) Sundance'de ses getiren filmlerden biriydi. Gerçek bir hikayeyi anlatan film Saddam Hüseyin'in oğlu Uday Hüseyin'e ikizi kadar benzeyen bir adamın başından geçenleri anlatıyor. Dominic Cooper'ın başrolünü üstlendiği film, tahmin edeceğiniz üzre, Uday Hüseyin'in dublörü olarak olmadık tehlikelerle yüzyüze kanal genç bir adamın hikayesi. Tamara Drewe'de sergilediği sağlam performansla övgüler alan Dominic Cooper haricinde ( ki kendisini iki rolde izleyeceğiz haliyle ) Ludivine Sagnier, Jamie Harding ve Philip Quast gibi oyuncular da rol alıyor.
25.04.2011
Kızı Jennifer Lawrence, anneyi Elizabeth Shue oynayacak
Bu haberin benim için anlam ve önemi tamamen başlıktaki iki ismin varlığından ibaret. Yani elbette Jennifer Lawrence ve Elizabeth Shue'nun başrollerini paylaşacağı korku filmi House At The End Of The Street birçokları için ( ben dahil muhtemelen ) önemli bir haber olabilir ama burada dikkatinizi asıl çekmek istediğim mevzu bambaşka. Şöyle ki, ilk kez Karate Kid filminde karşımıza çıkan Elizabeth Shue bizim kuşak için bir hayli önemli bir isimdir. Filmde Ralph Macchio'nun kız arkadaşı rolünü üstlenen ve birkaç yaş büyümüz olsa da fena halde hayranlığımızı kazanan Elizabeth Shue ilerleyen yıllarda Tom Cruise ile de kamera karşısına geçmiş ( Coctail ) ve popülerliğini alabildiğine artırmıştı. Ben şahsen onun Palmetto zamanlarını daha güzel bulurum. Gençlik yıllarımda benim favorim Sophie Marceau idi ve Elizabeth Shue sıralamada birkaç basamak arkadan gelirdi. Tabii Palmetto dönemi Elizabeth Shue her zaman ön sıralardadır. Doğrusunu söylemek gerekirse çok da başarılı bir oyuncu olduğunu söyleyemeceğim. Zaten kariyerinde de bir türlü istediği sıçramayı yapamadı. Bırakın Oscar'ı, bir Altın Küre'si bile yok. Şimdiyse anne rollerine çıkıyor bir zamanların güzel yıldızı. Gerçi kızını oynayan Jennifer Lawrence'ın yeri bir başka benim gözümde. Hem çok güzel, hem de çok yetenekli bir oyuncu Lawrence. Son dönemde en favori yıldız adaylarımdan biri kendisi. Mesele şu ki, Lawrence ile Shue'nun anne-kız oynayacağı haberine sevindim mi yoksa yaşlandığımı hatırlattığı için üzüldüm mü emin olamıyorum.
22.04.2011
Yeni Jason Bourne kim olacak? Jeremy Renner'e ne dersiniz?
Son durum: Savages
21.04.2011
Restrepo'nun yönetmeni Tim Hetherington Libya'da öldürüldü
Woody Allen'ın yeni filmi: The Wrong Picture
"Sarkozy'yi Bogart tarzı bir rolde görmek isterim"
Carla Bruni konusu açılınca kocasını, yani Fransa Devlet Başkanı Nicolas Sarkozy'yi de sormuşlar Woody Allen'a. Onu da bir filminde oynatmak isteyip istemediği sorusuna şöyle yanıt vermiş ünlü yönetmen: "Böyle bir niyetim olursa elbette onun için bir rol yaratırım. Bogart tarzı bir rol ona iyi gider. Joe Pesci gibi bir karakter ya da."
20.04.2011
Padro Almodovar yeni sularda
Son durum: The Great Gatsby
Cars 2'yi beklerken
Cannes 2011: Jüride kimler var?
Robert De Niro - Başkan
Martina Gusman - Oyuncu ve Yapımcı ( Arjantin )
Nansun Shi - Yapımcı ( Çin )
Uma Thurman - Oyuncu ( ABD )
Linn Ullmann - Eleştirmen, Yazar ( Norveç )
Olivier Assayas - Yönetmen ( Fransa )
Jude Law - Oyuncu ( İngiltere )
Mahamat Salah Haroun - Yönetmen ( Çad )
Johhny To - Yönetmen, Yapımcı ( Hong Kong )
15.04.2011
Günün Trailer'ı: Rise of the Planet of the Apes
14.04.2011
Nuri Bilge Ceylan Cannes'da
Pedro Almodovar - La Piel Que Habito
Bertrand Bonello - L'Apollonide - Souvenirs de la Maison Close
Alain Cavalier - Pater
Joseph Cedar - Heatar Shulayim
Jean-Pierre ve Luc Dardenne - Le Gamin Au Velo
Aki Kaurismaki - Le Havre
Naomi Kawase - Hanezu No Tsuki
Julia Leigh - Sleeping Beauty
Maiwenn - Polisse
Terrence Malick - The Tree of Life
Radu Mihaileanu - La Source des Femmes
Takashi Miike - Ichimei
Nanni Moretti - Habemus Papam
Lynne Ramsay - We Need To Talk About Kevin
Markus Schleinzer - Michael
Paolo Sorrentino -This Must Be The Place
Lars Von Trier - Melancholia
Nicolas Winding Refn - Drive
Ayrıca Deniz Gamze Ergüven'in Kings adlı filmi de festivalin Atelier bölümüne seçilen yapımlar arasında.
Günün Festival Filmi
Bugün size Michael Winterbottom imzalı Yolculuk adlı filmi seçtim.
Yukarıdaki sahne The Trip'in televizyon dizisinden bir bölüm. Steve Coogan ve Rob Brydon'ın olağanüstü komik muhabbetlerinin başrolde olduğu 6 bölümlük diziyi Winterbottom sinemaya da uyarlamaya karar vermiş ve ortaya bugün festivalde izleyeceğim film çıkmış. Ben diziden bir iki bölüm izledim ve gülmekten kırıldım. Yukarıda iki oyuncunun Michael Caine taklidi yaparak kapıştıkları bir sahne var. Bilmiyorum filmde de bu sahne var mı ama genel olarak bir fikir verecektir.
Yolculuk - 14 Nisan Perşembe - City's - 21.30
Meraklısına ikinci tavsiyem
İmkansızın Şarkısı ( Norgevian Wood ) - 14 Nisan Perşembe - Rexx - 21.30
13.04.2011
Gus Van Sant'in yeni filmi Cannes'da gösterilecek
12.04.2011
James Marsh'ın yeni filmi Shadow Dancer
"Saniyede 48 Kare, Plaktan CD'ye geçmek gibi"
"Saniyede 24 kare çekmek 1920'lerin sonunda, sesli sinemaya geçiş aşamasında başlamış bir uygulama. Sanırım sesin düzgün aktarılabildiği minimum hız olarak 24 kare saptanmış o zaman. Maliyet açısından minimumda karar kaıldıklarını düşünüyorum. Ne de olsa 35 mm film pahalı bir malzeme. Yaklaşık 90 yıldır 24 kare çekiliyor filmler. Bundan 30 yıl kadar önce Doug Trumbull saniyede 60 kare çekebilen bir sistem geliştirmişti ama bu sistem uzun ömürli olmadı. Hem filmin maliyeti hem de sinema salonlarındaki projeksiyon zorlukları yüzünden 60 kareden vazgeçildi. Ama artık dijital çağda 48 kare film çekmek eskisinden çok daha kolay ve hesaplı. Yeni dijital projektörlerin büyük bir kısmı da 48 kare göstermeye uygun. Yaptığımız testler 48 kareyle 60 kare arasında büyük bir fark olmadığını gösterdi ama 24 kareyle 48 kare arasındaki fark çok büyük gerçekten de. 24 kare kötü bir sistem değil belki ama dikkat ederseniz çoğu zaman flu bölümler olduğunu fark edersiniz. Kamera hızlı hareketler yaptığında da titremeler oluyor. Oysa 48 karede bunların hiçbiri yok ve gerçeğe çok yakın bir görüntü kalitesi var. Üstelik bu yeni görüntü kalitesine hemen alışıyorsunuz ve eskisi kötü görünüyor artık. Tıpkı plaktan CD'ye geçtiğimiz zaman olduğu gibi.
Warner Bros. bize bu konuda destek oldu ve The Hobbit'in çekimlerine 48 kare başlamamız konusunda onay verdi. Bu formatta bir film daha önce hiç gösterime çıkmadığı halde hem de. The Hobbit gösterime çıkana kadar yeterince 48 kare gösteren projeksiyon makinesi olacağını umuyoruz. Film 2012'nin Aralık ayında gösterime çıkacak ve tahminen o zamana kadar 10.000'den fazla 48 kare gösteren projeksiyon makinesi olacak. Ama yine de bilemiyoruz tabii."
Günün Festival Filmi
Bugün festivalden size bir klasiği seçtim: 8 1/2
Kimse kusura bakmasın ama Fellini'nin başyapıtını sinema salonunda izleme fırsatı varken başka bir filme gidilmez, gidilemez bence. Yine de tercih sizin elbette. Ben yıllar önce Emek Sineması'nda izleme şansı bulmuştum neyse ki. 81/''u anlatmanın pek manası da yok aslında, o denli büyük bir film ki. Sinema, yaratıcılık, hayat, kadınlar, ölüm korkusu... Fellini o sıralar kafasını meşgul eden ne varsa dökmüş bu filme ve başrole de sıklıkla olduğu gibi, kendi personasını canlandıran Marcello Mastroianni'yi koymuş. Sürreel dokunuşlarla bezeli bu muhteşem film defalarca izlenmeyi hak eden ve inanın her seferinde sizi farklı bir şekilde büyüleyen bir yapım.
8 1/2 - 12 Nisan Salı - Beyoğlu - 21.30
Meraklısına ikinci tavsiyem
Serseriler ( Neds ) - 12 Nisan Salı - Fitaş 4 - 19.00
Cannes'da Bertolucci'ye Onur Ödülü
11.04.2011
Karlovy Vary'de Jüri Başkanı Istvan Szabo
Günün Festival Filmi
Bugün size Festival programından Torino Atı adlı filmi seçtim.
Henüz izleyemediğim bu filmin festivalde izleyicileri ikiye böldüğünü ve kalabalık bir kısmın filmden nefret ederken küçük bir azınlığın hayran kaldığını biliyorum. Bela Tarr benim izlenimci olarak nitelemeyi tercih ettiğim tarzın en sadeci yönetmenlerinden biri. Macar sinemacı son filminde de Nietzsche'nin aklını yitirmesine neden olduğu iddia edilen ( söylence, hep söylence ) bir atın hikayesini anlatıyor.. dediğim anda pişman oldum çünkü film anladığım kadarıyla hiçbir şekilde hikaye falan anlatmıyor. Dramatik yapıyı tamamen reddediyor aslında ve Tarr'ın en büyük iddiası da bu sonuçta. Uzunca ama zihinlerde yeni kapılar açacak bir film.
Torino Atı - 11 Nisan Pazartesi - Rexx - 21.30
Meraklısına ikinci tavsiyem
Kanunsuzlar ( Hors La Loi ) - 11 Nisan Pazartesi - Fitaş 4 - 21.30
Günün Trailer'ı: Melancholia
Lars Von Trier'nin ünlü oyuncularla dolu filmi Melancholia nihayet gün ışığına çıktı. Merak etmekle beraber, hayal kırıklığı yaşayacağım hissinden de kurtulamıyorum bir türlü. Çok iyi bir sinemacı ama çok rahatsız bir kişilik Von Trier. Europa'yı hala tek geçerim, ayrı.
Günün Afişi
Sidney Lumet 1924 - 2011
12 Angry Men ( 1957 )
Tipik bir mahkeme draması gibi dursa da 12 Angry Men sinema tarihinde özgün bir yere sahiptir zira izleyiciyi daha önce hiç girmediği bir yere, jüri odasına sokar. Bir cinayet davası görülmektedir ve filmin ilk dakikalarında jüri neredeyse kararını vermiş gibidir. 12 jüri üyesinin 11'i sanığı suçlu bulmuştur. Ama bu karar jürinin 12. üyesi olan Henry Fonda'yı ( 8 numaralı jüri üyesi olarak geçer ) tatmin etmemiştir. Tamamı tek bir odada geçen ( gerçi 96 dakikanın 3 dakikası oda dışında geçer ) film farklı düşünen o jüri üyesinin diğer üyeleri tek tek ikna etme çabasını anlatır. Lumet ilk filmiyle En İyi Yönetmen Oscar'ına aday olmuş ama toplam 4 kez aday gösterildiği ( 1982'deki En İyi Senaryo adaylığını da sayarsak 5 ) heykelciği hiç alamamıştır. Ona tek Oscar'ını 2005 yılında verdiler ve tahmin ettiğiniz gibi bu bir Yaşam Boyu Başarı ödülüydü.
Serpico ( 1973 )
New York polis teşkilatındaki yolsuzlukları ortaya çıkarmak üzere gizli bir göreve atanan Frank Serpico'nun öyküsü 70'li yılların en popüler filmlerinden birine dönüşür. Başrolünü Al Pacino'nun oynadığı Serpico 2 dalda Oscar'a aday gösterilir ama ikisini de alamaz. Öte yandan Pacino'nun En İyi Erkek Oyuncu dalında aday gösterildiği ilk filmdir Serpico ve ona ilk Altın Küre ödülünü kazandırır. Gerçekten de Frank Serpico rolünde çok etkileyici bir iş çıkarır Pacino. Amerikan Film Enstitüsü 100 Yılın 100 Kahramanı ve Kötü Adamı listesinde 40. sıraya yerleştirir Frank Serpico karakterini. Aslında John G. Avildsen'in çekmesi beklenen film son anda Sidney Lumet'ye kalır çünkü Avildsen ve yapımcı Bregman bir anlaşmazlık yazarlar. Çekimlerden bir hafta önce yönetmen koltuğuna oturup da böylesi unutulmaz bir filme imza atmak da olsa olsa Lumet gibi bir ustanın başarısıdır.
Dog Day Afternoon ( 1975 )
Sidney Lumet'nin ve Al Pacino'nun en iyi filmlerinden biri de Dog Day Afternoon'dur. İkisinin birlikte yaptığı en iyi filmdir. Bir banka soygununu anlatan film bir yanıyla da filmin başkişisi olan eşcinsel banka soyguncusunun psikolojik bir çözümlemesidir aynı zamanda. Tıpkı Serpico gibi gerçek bir olaydan hareketle çekilmiştir ve yine tıpkı Serpico'da olduğu gibi Pacino bir kez daha En İyi Erkek Oyuncu Oscar'ına aday gösterilir ( ve yine kazanamaz ). Pacino'nun "Attica! Attica!" çığlığından, erkek arkadaşı Leon ile buluşmalarına dek bir çok unutulmaz ana sahne olan film 70'li yılların ruhunu en iyi yansıtan ( 60'ların hunharca katledilen barışçıl atmosferin ardından çöken depresif ruh halinden söz ediyorum burada ) yapımlardan biridir.
Network ( 1976 )
Televizyon denen tuhaf aygıt ve medya denen vahşi mekanizma hakkında çekilmiş en iyi filmlerden biridir Network. Belki de en iyisi. Açıkçası Network'ten bu yana medya eleştirisi yaptığı iddia edilen hiçbir film bu kadar güçlü bir etki yaratamamıştır bana göre. Başroldeki oyuncuların çok etkileyici performanslar sergilediği film özellikle Faye Dunaway'in canlandırdığı Diana Christensen'in şahsında sinema tarihinin en rahatsız edici kötü karakterlerinden birini yaratmıştır. Yönetici konumuna getirildiği haber kanalında reyting uğruna gerçek bir canavar yaratan ve bişr süre sonra reytingler düştüğünde çareyi yarattığı canavarı canlı yayında öldürmekte bulan Christensen tam da günümüz medyasının alıp da baştacı edeceği bir tiptir aslında. Peter Finch ve Faye Dunaway'e Oscar akazandıran film toplam 4 dalda heykelciğe uzanacaktır.
Night Falls On Manhattan ( 1997 )
Doğrusunu isterseniz bu biraz benim kişisel tercihim. Tabii ki önceki filmler de kişisel tercihimdi ama Night Falls On Manhattan'ı Lumet'nin en iyi 5 filmi arasına koymayacak çok kişi vardır eminim. Belki The Verdict ya da Prince of the City daha bariz bir seçim olabilirdi ama ben noir çağrışımları olan Night Falls'u daha çok severim. Polis teşkilatı içindeki bir yolsuzluk hikayesidir yine ve Andy Garcia'dan Ian Holm'a tüm oyuncuların ( ki aralarında James Gandolfini, Richard Dreyfuss ve Lena Olin gibi isimler de var ) birinci sınıf performanslar sergilediği bir filmdir. Aynı yıl gösterime çıkan LA Confidential kadar başarılı bir film değildir belki ama yine de izlemesi çok keyiflidir.
8.04.2011
Günün Trailer'ı: Anonymous
Büyük bütçeli felaket ( her iki anlamda da ) filmleriyle ünlü Roland Emmerich'in farklı bir alana el atacağını bundan uzun süre önce duyurmuş ve ortaya çıkacak filmi merakla beklediğimi belirtmiştim. Emmerich'in Anonymous adlı filminin trailer'ı nihayet internete düştü. Film Shakespeare'e ait olduğu bilinen eserlerin aslında onun tarafından yazılmadığı tezini işliyor. Bu çok eski ve benim de itibar etmediğim bir tezdir ama film yine de ilginç olabilir. Göreceğiz.
Bong Joon-ho Altın Kamera Jürisi Başkanı
Günün Festival Filmi
Bugün festivalden sizin için seçtiğim film Beyaz İnsan.
Claire Denis'nin son filmi White Material ( Beyaz İnsan ) gerçekten de çok çarpıcı, hatta insanı oturduğu yere yapıştıracak kadar güçlü bir film. Film tek cümleyle, Afrika'da iç savaşın yaşandığı bir ülkede, sahibi olduğu kahve plantasyonlarını terk etmeyen ama bunun bedelini acı şekilde ödeyen beyaz bir kadının hikayesini anlatıyor. Marie ( yani beyaz kadın ) rolünde Isabelle Huppert var. Huppert tam da Helen Mirren, Meryl Streep tarzı bir oyuncu ama sanki yaşlandıkça içlerinde en çok sertleşeni o oldu. Yani oynadığı hemen her karaktere sinen ve izleyeni tedirgin eden tavrı sanki Huppert'in kendi personasının bir uzantısı gibi. Bu da aslında onun oyuncu olarak dehasını gösteriyor sadece. Malum şu sıralar yine bir Haneke filminde ( Amour ) rol alıyor ve İstanbul'a da bu filmin çekimlerinin uzaması yüzünden gelemedi. Üstelik Huppert'in festivalde iki filmi daha var: Copacabana ve muhteşem Dantelci Kız. Yani gelse çok güzel olacaktı, ama kader diyelim. Filmlerinin gelmesi bile önemli. Özellikle de Claire Denis'nin Beyaz İnsan'ı kaçırılmaya gelmeyecek bir film. Baştan sona son derece sükunetle akan ama izlerken kendinizi sürekli iğne üzerinde hissettiğiniz bir film var karşımızda. Her an ortalık kan banyosuna dönecekmiş gibi hissediyor ama şiddetin alışılmadık belirişi karşısında affallıyorsunuz. Çocuk askerler, evin bir anda zıvanadan çıkan beyaz oğlu, cinayetin anlık sıradanlığı ve insanın anlaşılmaz zulmü... Uzun lafın kısası hazmı zor bir film Beyaz İnsan.
Beyaz İnsan - 8 Nisan Cuma - Beyoğlu - 21.30
Meraklısına ikinci tavsiyem
Beni Asla Bırakma ( Never Let Me Go ) - 8 Nisan Cuma - Fitaş 4 - 21.30
Claire Denis'nin son filmi White Material ( Beyaz İnsan ) gerçekten de çok çarpıcı, hatta insanı oturduğu yere yapıştıracak kadar güçlü bir film. Film tek cümleyle, Afrika'da iç savaşın yaşandığı bir ülkede, sahibi olduğu kahve plantasyonlarını terk etmeyen ama bunun bedelini acı şekilde ödeyen beyaz bir kadının hikayesini anlatıyor. Marie ( yani beyaz kadın ) rolünde Isabelle Huppert var. Huppert tam da Helen Mirren, Meryl Streep tarzı bir oyuncu ama sanki yaşlandıkça içlerinde en çok sertleşeni o oldu. Yani oynadığı hemen her karaktere sinen ve izleyeni tedirgin eden tavrı sanki Huppert'in kendi personasının bir uzantısı gibi. Bu da aslında onun oyuncu olarak dehasını gösteriyor sadece. Malum şu sıralar yine bir Haneke filminde ( Amour ) rol alıyor ve İstanbul'a da bu filmin çekimlerinin uzaması yüzünden gelemedi. Üstelik Huppert'in festivalde iki filmi daha var: Copacabana ve muhteşem Dantelci Kız. Yani gelse çok güzel olacaktı, ama kader diyelim. Filmlerinin gelmesi bile önemli. Özellikle de Claire Denis'nin Beyaz İnsan'ı kaçırılmaya gelmeyecek bir film. Baştan sona son derece sükunetle akan ama izlerken kendinizi sürekli iğne üzerinde hissettiğiniz bir film var karşımızda. Her an ortalık kan banyosuna dönecekmiş gibi hissediyor ama şiddetin alışılmadık belirişi karşısında affallıyorsunuz. Çocuk askerler, evin bir anda zıvanadan çıkan beyaz oğlu, cinayetin anlık sıradanlığı ve insanın anlaşılmaz zulmü... Uzun lafın kısası hazmı zor bir film Beyaz İnsan.
Beyaz İnsan - 8 Nisan Cuma - Beyoğlu - 21.30
Meraklısına ikinci tavsiyem
Beni Asla Bırakma ( Never Let Me Go ) - 8 Nisan Cuma - Fitaş 4 - 21.30
7.04.2011
Ben Affleck neyin peşinde?
Günün Afişi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)