16.07.2015

Wes Anderson filmlerinde kitaplar ve anlatıcının yeri



Wes Anderson kendine has görsel diliyle günümüz sinemasında ayrıksı bir yerde duruyor muhakkak. Kamerasını kullanış biçimi, çerçeveleri, açıları ve oyuncularıyla kamerası arasında kurduğu ilişki o denli benzersiz ki, çoğu zaman filme bakar bakmaz Anderson'ın elinden çıktığını anlıyorsunuz hemen. Öte yandan Anderson işin hikaye kısmını da boşlamıyor ve dikkat ederseniz edebiyattan çok ciddi bir biçimde besleniyor. Yukarıdaki video da işte onun edebiyata, kitaplara olan tutkusunu irdeliyor ve Anderson filmlerinde anlatıcının yerini vurguluyor. Tabii işin bir de müzik kısmı var ki, onu başka bir zaman ayrıca ele almak lazım herhalde. Şimdilik Luis Azevedo'nun kurguladığı videoyu izlemekle yetinelim derim, pek güzel olmuş doğrusu.

Günün afişi



Quentin Tarantino'nun 8. filmi The Hateful Eight sinemaseverlerin heyecanla beklediği filmlerden biri şu sıralar. Yukarıda filmin afişini görüyorsunuz.  Afişin üzerinde filmin 70 mm çekildiğine dair bir ibare de var, tam da Tarantino'ya, film tutkunu bir sinemacıya yakışacak şekilde. Film Ben-Hur ve Mutiny on the Bounty gibi az sayıda yapımın çekildiği 2.75:1 gibi bir hayli geniş bir formatta çekildi. İzlemesi de ( tabii bu formata uygun bir perdede ) ilginç bir deneyim olacak, belli.

15.07.2015

Günün trailer'ı: Joy



Yönetmen David O. Russell ve oyuncular Jennifer Lawrence, Bradley Cooper ve Robert De Niro son 5 yılın en sıkı ekiplerinden biri oldu şaka maka. Üstüste aynı ana kadroyla üçüncü filmini çeken David O. Russell bu kez ticari bir imparatorluk kuran genç bir kadının hikayesini taşıyor beyazperdeye. En kısa zamanda izleyebilmek dileğiyle.

14.07.2015

Petzold ile kısa kısa


Geçtiğimiz Nisan ayında İstanbul Film Festivali'nin davetlisi olarak ülkemize gelen ve son filmi Yüzüdeki Sır ( Phoenix ) ile sinemaseverleri mest eden Christian Petzold şu sıralar filminin ticari vizyonu sebebiyle tekrar gündemde. ben de festival sırasında kendisiyle yaptığım söyleşiden kimi kısa bölümler aktararak hem filmiyle ilgili size bazı ipuçları sunmak, hem de bu harika filme ilgi çekmek istedim. Umarım işe yarar.


Harun Farocki ile çalışmak


Harun’la 1985 yılından beri tanışıyoruz, birlikte aynı takımda futbol oynadık hatta. En iyi arkadaşımdı benim. Kadınları yaratan adam diyebileceğimiz bir konu üzerinde çalışıyordu. Bana Monteilhet’in Küllerinden Doğan diye bir romanını getirdi. Tıpkı filmdeki gibi Auschwitz’den sağ dönen karısını tanımayan bir adam vardı romanda. Kadın yüzü ameliyatlıydı ve adam onu tanımıyordu ama kadının parasını9 almak için onu yeniden yaratmak istiyordu. Hikayeyi çok sevdik. İkimiz de ucuz suç hikayelerini seviyoruz. Ama biraz düşünceliydik de çünkü Auschwitz, pulp, kara film… biraz tuhaf bir karışımdı doğrusu.

“Kara filmi Almanlar yarattı”

Sinema geçmişi düşlemek demektir bence, onu olduğu gibi vermek değil. Ve benim için geçmişin düşü kara film düşüdür. Öte yandan kara film Almanlar tarafından yaratılmıştır büyük ölçüde. Yahudi, entelektüel, komünist ve eşcinsel Almanlar tarafından. Almanya’yı terk edip Hollywood’a gitmişlerdir ve yanlarında Berlin ışığını, kara film ışığını götürmüşlerdir: Fritz Lang, Murnau, Siodmak, Billy Wilder gibileri yaratmıştır kara filmi. Ben de kara filmi Berlin’e geri getiriyorum. Tamamen benim fikrimdi bu.

Lene: “Alman şarkılarına tahammül edemiyorum”

Önemli bir problem bu. Örneğin ben şimdi Türkiye’deyim ve dün buradaki dağıtımcımla konuşuyordum. Ben de 27 yıldır bir Türk ile evliyim bu arada, ama Türkçe konuşamıyorum. Ama burada akrabalarıyla birlikteydik, hepsinin şarkıları var. Söylüyorlar, hikayeler anlatıyorlar, birlikte söylüyorlar şarkıları. Başka ülkeler de aynı: Fransızların şarkıları var, İspanyolların öyle.  Almanlarsa 1933 ile 1945 arası tüm şarkılarını yok etmişler. Tüm popüler kültür Naziler tarafından sahiplenilmiş ya da yine Naziler tarafından yasaklanmış. Yani ünlü sayılabilecek bir popüler kültürümüz kalmamış. Tüm popüler kültür biraz Nazileşmiş. O karakterin filmde söylediği cümle de aslında “Şarkı söyleyemiyoruz, çünkü Naziler şarkılarımız yok etti” gibi bir şey. Şarkılarımız ya Speak Low gibi Hollywood’a gitmiş ya da Naziler o şarkıları söylemeye başlamış, yani artık bizim olmaktan çıkmış.


Nina Hoss ile çalışmak üzerine

Hitchcock vakası gibi bir şey bu. Bana ait bir kadın değil o. Senaryoyu yazarken baş kadın karakteri onun oynayacağını biliyorum. Bir yansıma söz konusu değil benim açımdan. Mesafeli hissediyorum hatta. Bu ona ait, biliyorum. Artık karaktere aşık değilim. Karaktere karşı temkinli yaklaşmam gerektiğini biliyorum çünkü o yetişkin biri. Bu öyle yönetmen-oyuncu kız ilişkisi gibi değil, onun yatağından geçmiyor yani. 

4.07.2015

Günün trailer'ı: Sicario



Kanadalı sinemacı Denis Villeneuve sevdiğim yönetmenlerden. Özellikle Polytechnique ( 2009 ) ve Incendies ( 2010 ) benim için Villeneuve'ün filmografisinde önemli yeri olan yapımlar. Bu yıl Cannes'da yarışan Sicario ise son birr iki filminde olduğu gibi zengin oyuncu kadrosuyla dikkat çekiyor. Emily Blunt, Benicio del Toro ve Josh Brolin gibi isimlerin rol aldığı film meksika'daki bir uyuşturucu karteline karşı mücadele veren idwalist bir FBI ajanının hikayesini anlatıyor. Ne zaman izleriz derseniz, tahminim FilmEkimi olur.

Yönetmenler ve evleri


İtalyan illüstratör Federico Babina ilginç bir seriye imza atmış ve sinema dünyasının önemli yaratıcılarından ilhamla onlar için hayali evler tasarlamış. "Archidirector" adını verdiği bu seride 27 tasarım bulunuyor. Bergman'dan Kubrick'e, Greenaway'den Lucas'a farklı dönem ve üsluplardan birçok sinemacının hayali evleri eminim sizi de benim kadar eğlendirecek ve meşgul edecek. İnsan keşke bir de Nuri Bilge evi olsaydı demiyor değil bu arada.