28.02.2011

Güzel İşler


Bu seferki Güzel İşler tasarımcı Kyle Tezak'a ait. Tezak her filmi dört ikonla anlattığı tasarımlarıyla minik harikalar yaratmış. Benim favorim her zamanki gibi The Big Lebowski, ya sizinki?











Oscar'ın problemi


Son yıllarda Oscar törenleriyle ilgili ciddi bir sorun var. Bu aslında ratinglerin düşüşüyle de kendini gösteriyor ama asıl mesele izleyicinin beklentileriyle ilgili galiba. Bir kere En İyi Film adayları 10'a çıksa da çekişme en fazla 2 film arasında oluyor ve bu da film sayısının artırılmasını manasızlaştırıyor. Benim bu konudaki önerim ( eğer Akademi dikkate alacak olursa tabii ) yeni bir kategori yaratılması ve Winter's Bone, The Kids Are Allright gibi bağımsız filmlerin ayrıca ödüllendirilmesi. Bana göre yılın en iyi filmlerinden biri Winter's Bone'du örneğin ve eğer En İyi Bağımsız Film gibi bir kategori olsaydı kesinlikle ödülü alırdı. Madem ki bağımsız film festivalleri ( Sundance gibi ) ve bağımsız film ödülleri ( örneğin Spirit ) var, Oscar'da neden böyle bir kategori olmasın? Ama tabii bu da ancak bir yere kadar Oscar'ı kurtaracak. Buradaki asıl mesele yıl boyu verilen Oyuncular Birliği, Yönetmenler Birliği, Yazarlar Birliği gibi meslek birliklerinin verdikleri ödüllerle Oscar'ı önceden ve kesin biçimde ilan ediyor oluşları. Bu özellikle son yıllarda hemen hiç şaşmadı. Hal böyle olunca da tören başlamadan önce herkes sonuçları biliyor ve haliyle kimsenin içinde izleme isteği kalmıyor. Bu soruna bir çözüm bulmak da kolay değil galiba. Belki de şöyle yapmak lazım, her meslek birliği bir ödül verir ve bu ödül Oscar gecesi açıklanır. Kazanan da hem Oscar'ı alır hem de birliğin ona uygun göreceği sertifika vaya armağanı. Birlikler de seslerini doğrudan Oscar gecesinde duyurmuş olur. Tabii bu dediğim çok zor, ama neden olmasın?

Oscar ödülleri sahiplerini buldu


Hemen söyleyeyim, sürpriz yok. The King's Speech ve The Social Network'ün kapışmasına sahne olması beklenen gece ilkinin galibiyetiyle sonuçlandı. 10 filmlik aday listede bu ikisinin dışında Oscar alacağına inanılan film yoktu zaten. Sürpriz yok derken bunu kastediyorum. Örneğin Toy Story 3 ya da Winter's Bone ( ya da herhangi başka bir film ) Oscar'ı alsaydı ciddi bir sürpriz olurdu şüphesiz. Ama olmadı. The King's Speech hem En İyi Film seçildi ( prodüktörleri yukarıda ), hem de En İyi Yönetmen ( Tom Hooper ) ödülünü aldı.


En İyi Erkek ve Kadın Oyuncu dallarında da her şey beklendiği gibi gelişti. Colin Firth ve Natalie Portman ödülleri aldılar. Christian Bale ve Melissa Leo da The Fighter'daki rolleriyle yardımcı dallarda Oscar aldılar, ki bu da şaşırtmadı kimseyi.


Kırmızı halının benim gözümdeki galibiyse Jennifer Lawrence oldu. Genç oyuncu birinci sınıf bir iş çıkardığı Winter's Bone ile Oscar alamadı belki ama güzelliğiyle göz kamaştırdı.

En iyi konuşmayı ise bana sorarsanız Inside Job ( En İyi Belgesel ) ile Oscar alan Charles Ferguson yaptı. Melaen şöyle dedi: "2008 krizinin patlamasına sebep olan sahtekarlardan birinin bile hapse atılmamış oluşu çok yanlış."

25.02.2011

Günün Afişi


Daha doğrusu Günün Afişleri! Sucker Punch'ın karakter afişleri eğlenceliymiş, değil mi? Film nasıl çıkar bilemem tabii.







24.02.2011

Son durum: Memphis


Yönetmen Paul Greengrass'ın yeni filmi Memphis 20. yüzyılın en etkili insan hakları savaşçılarından Dr. Martin Luther King'in suikastini ele alıyor. Çekimlerine Haziran ayında başlanacak film hakkında henüz fazla bir detay yok. Ama ilginç bir şekilde Greengrass'ın Universal ile yeniden bir araya geldiğini görüyoruz. Oysa Greengrass stüdyonun Bourne serisinin geleceği hakkındaki planlarından fazlasıyla rahatsız olduğunu açıklamış; Universal da Green Zone'un para kazanmaması üzerine yönetmenle tekrar çalışmaya soğuk baktığı yorumları yapılmıştı. Anlaşılan köprülerin altından çok sular akmış. Hem de hızla.

Günün Trailer'ı: Source Code


Duncan Jones'un Moon'dan sonra çektiği Source Code merak ettiğim filmlerden. Trailer'dan anladığım kadarıyla kimlik meselesi yine var bu filmde de ama doğrusu Moon kadar iyi olacağını sanmıyorum. Hollywood'a dalmakta biraz fazla mı acele etti acaba?

Terence Malick'in yeni filmi hazır


Gerçi usta sinemacının bir önceki filmi The Tree of Life hala gösterime çıkmadı ama Terence Malick bir sonraki filmini bitirdi bile. Daha önce iki film arasına 28 yıl koyan bir yönetmen için inanılmaz bir hız doğrusu. Yeni filme gelince; henüz adı bile belli değil. Oyuncu kadrosunda Ben Affleck, Rachel McAdams, Javier Bardem, Barry Pepper, Olga Kurylenko ve Rachel Weisz gibi isimler var. Konusunu gizli tutuyor Malick ve basında şimdiye kadar çıkan tek görüntü de yukarıdaki fotoğraf. Bu arad The Tree of Life 27 Mayıs'ta gösterime girecek.

Tom Hooper'ın önlenemez yükselişi


Ki o yükselişler kaçınılımaz bir düşüşle sonlanır, unutmamak lazım. Aslına bakarsanız The Damned United'ın yönetmeni olarak övgüler yağdırdığım Tom Hooper için hala umudum var. The King's Speech bence o kadar başarılı değildi ama Tom Hooper'ı anaakım sinemada sağlam bir yere yerleştirdi. Zaten kariyer gidişatı da öyle gösteriyor. Şu sıralar Hollywood'da en gözde isimlerden biri tahmin edersiniz. Biz onu The Damned United gibi Oscar iddiası olmayan filmler çekerken görmek istiyoruz ama Hollywood tamamen başka türlü düşünüyor hakkında. Tom Hooper'a gelen teklifler arasında en çarpıcı olanı Iron Man 3 olsa gerek herhalde. Malum Iron Man son yıllarda en çok iş yapan serilerden ve böyle bir seriye yönetmen olmak sektör içinde büyük bir güç sahibi olmak demek. Ama neyse ki Tom Hooper bu teklifi "elinin tersiyle" itmiş ( film Shane Black'e kaldı ). Ama şimdi üzerinde düşündüğü bir başka teklif var. 24 Frames'in haberine göre Les Miserables müzikalinin yeni bir uyarlamasını yönetmesi yolundaki teklifi ciddi ciddi değerlendiriyor Tom Hooper. Kabul edip etmeyeceği yakında belli olur, ama beni asılo ilgilendiren Hooper'ın yeni kariyerini şekillendirirken önlemez yükseliş trendine kendisinin de kapılıp kapılmayacağı.

Oscar sunucularından Grease provası



Oscar töreninin bu yılki sunucuları Anne Hathaway ve James Franco yukarıdaki videoda Grease müzikalinden bir bölümü prova etmekteler. Törende böyle bir dans olacak anlaşılan. Görüntüleri sızdıran da James Franco'nun ta kendisiymiş.

23.02.2011

Günün Trailer'ı: Apollo 18


Bilim-kurgu korku filmi Apollo 18 1970'li yıllarda iptal edilen bir Apollo seferinin gerisindeki sırrı ifşa ediyor. Sözde. Yine "bulunmuş film" esprisi var. Bakalım nasıl olmuş?

Günün Afişi


Bugünkü afişimiz yine !F'ten. Meksika yapımı We Are What We Are ( Somos Lo Que Hay ) hiç fena değil gerçekten de. Afişi ise belki filmden bile daha çarpıcı. Henüz izlememiş olanlar filmi Perşemv-be saat 15.00'te Fitaş 4. salonda ya da Cuma günü 19.30'da AFM Caddebosta'da yakalayabilirler. Olmadı, Pazar günü 16.00'da İstinye Park'a bekleriz.

22.02.2011

Banksy'nin ilginç teklifi, Akademi'nin yanıtı


Malum, bu yılın Oscar adaylarından biri de Banksy'nin çektiği Exit Through The Gift Shop adlı belgesel. Devamlılık Hatası müdavimleri bilirler, film benim son zamanlarda izlediğim en iyi belgesellerden. Herneyse, Banksy de elbette Oscar törenine davet edildi. Ama bilindiği üzre Banksy'nin yüzünü gören yok. Yani tabii yakın çevresi görüyor da, herhangi bir fotoğrafını ya da görüntüsünü medyada göremezsiniz. Çektiği belgeselde de kendini karanlıklar içinde görüntülemiş ve hatta sesini bile elektronik olarak deforme etmişti. Bu tanınmama meselesi yüzünden Banksy törene değişik bir kılıkta gelmeyi teklif etmiş. Aklındaki kılık nasıl bir şeydi bilemiyorum ama filmindeki gibi olabilir pekala. Ne yazık ki törenin yapımcıları bu teklifi reddetmişler. Sebep de bir sürü başka tipin "Ben Banksy'yim" diyerek törene girmek isteme olasılığıymış. Haksız da değiller galiba. Yazık.

Günün Trailer'ı: Animal Kingdom



!F İstanbul'da oynayan filmlerden biri Animal Kingdom ve hiç fena değil. Hemen her bireyi suça bulaşmış bir ailenin, artık gemi azıya almış polis kuvvetleriyle olan savaşını anlatıyor. Avustralya yapımı filmdeki rolüyle Jacki Weaver Oscar'a aday oldu. İzlemek lazım.

Son durum: Dracula 3D


Merakla beklediğim filmlerden biri de bu. Dario Argento'nun çekeceği 3 boyutlu Dracula için geri sayım başladı. Filmin çekimleri geçen ay başlayacaktı aslında ama Mayıs'a ertelendi. Bu arada filmide Van Helsing'i oynayacak oyuncu da belli oldu: Rutger Hauer. Blade Runner'ın unutulmaz aktörü fazlasıyla inişli çıkışlı ( daha çok inişli ) bir kariyer sürdürdü belki ama az sayıda filmle kült olmayı başardı. Bakalım Dracula'da nasıl çıkacak karşımıza?

Günün Afişi


Alejandro Jodorowsky hala İstanbul'da. Yarın dönecek. Üzerinde çalıştığı filmlerden biri de The Son of El Topo. Ona buradan selam yolluyoruz.

21.02.2011

Alejandro Jodorowsky ile randevu


Güzel bir röportaj oldu doğrusu. Son bir haftadır filmlerinin peşindeydim ve hem El Topo'yu, hem de Santa Sangre'yi izledim. El Topo uzun süredir elimdeydi aslında ama bir türlü vakit ayırıp ilgilenememiştim, bu vesileyle aradan çıkarmış oldum. İki film arasında El Topo'yu daha çok sevdiğimi de itiraf edeyim. "Uçuk" lafını kullanmayı hiç sevmem ama bu sefer cuk oturuyor sanki. Bu iki filmin haricinde bir de Alejandro Jodorowsky ile yapılmış çok eğlenceli bir oturum izledim. Onunla yapacağım röportaj için bol bol malzeme sağladı bana bu son izlediğim oturum. Üstelik yaklaşık 10 yıl önce yapılan bir oturum olduğu için de neyle karşılacağıma dair bir fikir verdi. Bugünkü randevumuz ise Talimhane'deki oetllerden birindeydi. Daha otele girmeden, dışarıdan gördüm Jodorowsky'ki, oturmuş birileriyle konuşuyordu. O konuşurken biz hazırlığımızı yaptık ve beklemeye başladık. Bir yandan da Fransızca değil de, İngilizce konuşmaya razı edebilir miyim hesapları yapıyordum. Ama olmadı, Fransızcayı tercih ettiği için, tüm huzursuzluğuma rağmen, röportajı Fransızca yapmaya başladık. Neyse ki, "benim de Fransızcam kötü, merak etme" dedi de, içime su serpildi. Yaklaşık 20 dakikalık bir görüşme oldu. Bir gece önce izlediğim röportajdaki performansı yoktu belki ama ( daha yaşlı ve yorgun duruyordu ) yine de çok eğlenceli ve iyiydi. Nasıl hayattaki en büyük şanslarından birinin John Lennon olduğunu, Arrabal ve Topor'la tiyatro günlerini, Santa Sangre'nin çekim serüvenini anlattı. Uzun uzun yazmıyorum, Gece Gündüz'de izlersiniz artık. Yukarıdaki ve aşağıdaki soluk fotoğrafları çektim bir de. Fotoğraflar önce başarısız gibi geldi bana ama sonradan Jodorowsky'nin hayalet gibi çıkması hoşuma gitti doğrusu. Bir de en sevdiği 5 cinayet sahnesini sordum. Onları da NTVmsnbc'de N5'te izlersiniz. 

18.02.2011

Son durum: Cosmopolis


David Cronenberg'in bir süredir üzerinde çalıştığı Don DeLillo uyarlaması Cosmopolis şu sıralar yeniden gündemde. Hatta son haberlere bakılırsa filmin çekimleri 24 Mayıs'ta Toronto'da başlıyor. 9 hafta sürecek çekimlere daha önce ilan edilen Robert Pattinson ve Paul Giamatti gibi isimlerle birlikte Juliette Binoche ve Mathieu Amalric de katılacak. Gerçi bu iki isim henüz konfirme edilmiş değil ama Fransız sinemasının son yıllarda yıldızı gitgide parlayan bu iki oyuncusu filmde rol alırlarsa iş iyice ilginçleşebilir.

Günün Afişi


Bağımsız sinemanın yorulmaz savaşçısı Jim Jarmusch'un 1986 tarihli şahane filmi Down By Law için Rich Kelly'nin tasarladığı afişi buldum sizin için. Gayet güzet olmuş, değil mi?

17.02.2011

Michel Gondry'den Philip K. Dick uyarlaması


Michel Gondry'nin son filmi The Green Hornet yarın Yeşil Yaban Arısı adıyla gösterime giriyor. Filmi izleyip görüşlerimi bilahare yazarım ama bu arada Fransız sinemacının çekmeyi plandığı filmlerden biri daha belli oldu. Daha önce de buradan duyurduğum Noam Chomsky belgeseli baki kalmak şartıyla, Gondry yakın gelecekte Philip K. Dick'in Ubik adlı romanını beyazperdeye uyarlayacak. Yine de hemen belirteyim, ilk çekeceği film bu olmayacak. Önce The We And I var sırada. Bu filme başka zaman değiniriz, kısaca Ubik'e dönecek olursak, roman Philip K. Dick'in alışılmış temalarına değiniyor yine. Telepatik casuslukla ilgili bir şirkette çalışan ve Ay'da bir göreve giden bir adamın maceralarını anlşatıyor Ubik. Telepatik casusluk akla Inception'ı getiriyor elbette ama bir benzerlik olduğunu sanmıyorum. Üstelik Gondry'nin filmi komedi tonunda olacaktır, alışıldığı üzre.

Kiarostami yeni filmine hazır


Geçen yıl Certified Copy adlı filmiyle bir hayli sükse yapan İranlı sinemacı Abbas Kiarostami yeni filminin çekimlerine bahar aylarında başlıyor. Uluslararsı projeler yapmayı alışkanlık edinen sinemacı bu kez Japonya'da çekecek yeni filmini. The End adlı filmde günümüz Japonya'sında geçen bir ilişkiyi anlatacağını söyleyen Kiarostami başrolü Japon oyuncu Aoi Miyazaki'ye teklif etmiş. Henüz imzalar atılmamış gerçi ama prensipte her şey tamam gibi görünüyor.

Oscar'ın zarfı var artık



Oscar törenine az bir süre kaldı malum. Hazırlıklar son sürat devam ediyor. Bu yılki törenin öncekilerden bir farkı da ilk kez tasarlanan "Oscar zarfları". Zarftan kastım, içinde kazananın adının yazılı olduğu ve ünlü bir şahsiyetin "and the Oscar goes to" diyerek açtığı zarf elbette. Yukarıdaki videoda bu konudaki detayları bulabilirsiniz.

Scorsese ve DiCaprio tekrar bir arada


Elbette Martin Scorsese - Robert De Niro işbirliği çok daha önemliydi sinema adına ama usta sinemacının son yıllardaki favori aktörü Leonardo DiCaprio, yapacak bir şey yok. Bugün Hollywood'un en önemli starlarından biri konumunda ( Titanic sağolsun ) ama Leonardo DiCaprio'nun oyunculuğunu gerçekten beğendiğim filmi çok azdır maalesef. En çok da ilk filmlerinden biri olan This Boy's Life'da iyidir bence. Herneyse, kısa keseyim, Scorsese ve DiCaprio şimdi de The Wolf of Wall Street adlı film için bir araya geliyor. 1990'lı yıllarda borsada büyük paralar kazanmış Jordan Belfort'un anılarından hareketle çekilecek filmin senaryosunu The Sopranos ve Boardwalk Empire'ın yaratıcılarından Terence Winter yazdı. Meraklısına not düşelim: filmi aslında Ridley Scott çekecekti. O zamanlar Warner Bros. da işin içindeydi hatta ama şimdi Scorsese'nin elinde bağımsız bir filme dönüşecek. Öte yandan Scorsese'nin sıradaki filmi bambaşka bir proje. Şu sıralar Hugo Cabret'yi bitirmeye çalışan yönetmen önümüzdeki aylarda Silence adlı filmin çekimlerine başlayacak. Muhtemel oyuncu kadrosunda Daniel Day-Lewis, Benicio Del Toro ve Gael Garcia Bernal gibi isimlerin olduğu film 17. yüzyılda Japonya'da idama mahkum edilen Cizvit rahiplerinin hikayesini anlatacak.

14.02.2011

BAFTA Ödüllerinde The King's Speech hakimiyeti


Zaten farklı bir netice de beklemiyordum doğrusu. Sadece yardımcı oyuncu kategorisinde biraz haksızlık olmuş ama yapacak bir şey yok artık. The King's Speech toplam 7 ödül aldı. En İyi Film, En İyi İngiliz Filmi, En İyi Erkek Oyuncu ( Colin Firth ), En İyi Yardımcı Erkek ( Geoffrey Rush ), En İyi Yardımcı Kadın ( Helena Bonham Carter ), En İyi Müzik ( Alexandre Desplat ), En İyi Özgün Senaryo ( David Seidler ) dallarında The Kİng's Speech ödül alırken, En İyi Yönetmen ödülü David Fincher'a gitti. Bu durum Oscar'da da böyle olabilir. Yani David Fincher ve The King's Speech arasında paylaşılabilir iki büyük ödül. Yardımcı oyuncularda haksızlık olmuş derken, Christian Bale ve Melissa Leo'ya haksızlık olduğu kanaatindeyim. Natalie Portman da En İyi Kadın Oyuncu ödülünü almış bu arada, yine beklendiği gibi. Gecede bir de onur ödülü verilmiş, Christopher Lee'ye. Usta aktör beyazperdede Dracula'nın en etkili temsillerini vermiş bir isimdir ve saygımız sonsuzdur. Ödülünü de Tim Burton'dan almış gördüğünüz gibi. 

11.02.2011

Günün Afişi


90'lı yıllarda Avrupa'dan ABD'ye ecstacy hapları kaçıran dindar yahudilerin öyküsünü anlatan Holy Rollers'ın en büyük kozu elbette Oscar'a aday gösterilen genç oyuncu Jesse Eisenberg. En mükemmel örneğini The Truman Show'da gördüğümüz mozaik tarzındaki afişi ise fena olmamış.

Günün Trailer'ı: X-Men: First Class


X-Men serisinin yeni filmi X-Men: First Class'ın trailer'ı yayınlandı. Film Haziran'da gösterime girecek. Meraklısına duyurulur.

Red Sonja nihayet geliyor mu?


Bizim gibi Conan'la büyüyenler için Red Sonja'nın özel bir anlamı var galiba. Gerçi kendimi çok da Conan'cı olarak görmem, sınıfta arkadaşlarımdan alıp ara sıra okurdum ama "hiç bir macerasını kaçırmam" tayfasından değildim. Arnold'un oynadığı filmi de seyretmiş ama fazla önemsememiştim doğrusu. 1980'lerin Red Sonja'sı Brigitte Nielsen'di hatırlarsanız. Heybetli cüssesiyle korku salan bir hali vardı. Rocky 4'te falan da oynamış, sonradan yavaş yavaş unutulmuştu. Red Sonja filmi de fazla heyecan yaratmamıştı zaten. En azından ben öyle hatırlıyorum. Şimdi yeni bir Red Sonja filmi geliyor. Aslında neredeyse 5 yıldır bir Red Sonja planı var ama bir türlü hayata geçememişti. Nihayet tünelin ucunda bir ışık göründü anlaşılan. Gelen haberler o yönde. Red Sonja'yı oynayacak aktris arayışları bir anda hızlandı ve bir isim öne çıktı bile: Amber Heard. Yeni kuşak güzellerden Heard daha önce bir kaç korku filminde baş göstermiş ve oyunculuğuyla değilse de tipiyle heyecan yaratmayı bilmişti. Red Sonja gibi acımasız bir amazonu oynayabilir mi, göreceğiz. Gerçi yönetmen koltuğunda oturacağı söylenen Simon West son derece sıradan bir teknisyendir ama belki izlenecek bir film çıkar ortaya.

10.02.2011

Iron Man 3 için yönetmen aranıyor


İlk iki filmi çeken Jon Favreau bu sefer yönetmen koltuğuna oturmayacak gibi görünüyor. Vizyon tarihi şimdiden belli olan ( 3 Mayıs 2013, artık Hollywood'da işler böyle yürüyor gördüğünüz gibi, tersten ) Iron Man 3 için bir yönetmen arayışı başlamış durumda. Favreau'nun seriden ayrıldığını açıklamasıyla başlayan arayışta şu anda üzerinde durulan isimse Shane Black. Bundan bir kaç yıl önce Altın Portakal için Antalya'ya gelen Shane Black daha önce de Robert Downey Jr. ile çalışmıştı hatırlarsanız. Kiss Kiss Bang Bang için aynı seti paylaşan ikili birbirine yabancı değil anlayacağınız. Üstelik o filmde hiç de fena bir iş çıkarmamışlardı. Doğrusu Judd Apatow'un kral olduğu sektörde Shane Black gibilerine fazla yer kalmadığını görmek üzücü ama öte yandan Hollywood gişesini de ortalama izleyiciler domine ediyor, yani şaşırtıcı değil. Aslında bu konuyla ilgili ilginç bir makale okudum ve onu da paylaşmak isterim ama şimdi değil. Konumuza dönecek olursak, Shane Black bildiğiniz gibi senaryo konusunda güçlü bir isim ve eğer filmi yönetmesi kesinleşirse bir senaryo taslağı da yazacak. Ama dediğim gibi, henüz arayış sonuçlanmış, anlaşmalar imzalanmış değil.

8.02.2011

Dickens'ın Büyük Umutlar'ı yeniden beyazperdede


Ama henüz çekimler bile başlamadı, acele etmeyin. Önümüzdeki yıl Charles Dickens'ın doğumunun 200. yılı ve bu çerçevede yıl boyunca çeşitli anma ve kutlama etkinleri olacak. 2012'de gösterime girmesi planlanan Great Expectations, ya da Türkçe adıyla Büyük Umutlar ( ki expectations'ı umutlar olarak çevirmek ne kadar doğru, o da tartışılır ) uyarlaması da bu etkinliklerden biri. Filmi ytönetecek kişiyse en son Prince of Persia ile bende bir hayalkırıklığı yaratan Mike Newell. Kendisiyle 1993 yılında tanışıp, çalışmış biri olarak söylüyorum bunu. Dancer In The Dark kadar iyi bir film çekemedi bir daha belki ama Four Weddings and A Funeral ve Donnie Brasco gibi hiç de fena sayılmayacak filmleri vardır. Ama galiba Prince of Persia bir dipti onun için. Dickens ise yeniden kendisini bulması için bir fırsat olabilir.

Günün Trailer'ı: The Music Never Stopped


Senaryosu Oliver Sacks'ın kitabından hareketle çekilen The Music Never Stopped bana biraz Robert De Niro ile Robin Williams'ın başrollerini paylaştığı Awakenings'i anımsattı. Onun da kaynağı Sacks idi yanılmıyorsam. Jim Kohlberg'in yönetmenliğini yaptığı filmde başrolü müzik üstleniyor gibi duruyor. Bob Dylan'dan The Rolling Stones'a, The Beatles'dan Grateful Dead'e birçok klasik ismin müziklerini duymak mümkün filmde.

Bir Dracula daha geliyor


Sinema ( ve edebiyat ) tarihinin en popüler anti-kahramanlarından biri Dracula. Bram Stoker'ın yarattığı karakterle ilgili kaç film çekildi, sayısını tam olarak bilmeme imkan yok. Dracula İstanbul'da diye bir film bile çekildi hatta. İşin ilginç yanı 1953 tarihli o filmde Dracula'nın ( bugün artık tüm vampirlere atfedilen ) sivri köpek dişleri ilk kez görüldü. Türk sinemasının dünya sinemasına bir başka önemli katkısı yani. Uzatmayayım, Dracula filmleri hala çok popüler ve korku sinemasının asla vazgeçemeyeceği bir "alt tür" neredeyse. Gelen son habere göre şimdi de Jaume Collet-Serra bir Dracula filmi çekecekmiş. İspanyol sinemacı daha önce Orphan ve House Of Wax gibi filmler çekmişti hatırlarsanız. Çok yakında da yeni filmi Unknown gösterime girecek. Açıkçası bana Dracula gibi bir mevzuyla baş etmesi zor bir isim gibi geldi ama belli olmaz tabii. Yine Bram Stoker'dan yola çıkacak olan filmin adı şimdilik Harker. Harker bildiğiniz gibi Dracula'nın şatosuna giden ve hikayeyi anlatan karakter. Film henüz senaryo aşamasında olduğu için nasıl bir hikayesi olacak bilemiyorum ama adından yola çıkarak Jonathan Harker'ın ön plana çıkacağını düşünebiliriz sanıyorum. Bu arada hemen söyleyeyim, Bram Stoker'dan yola çıkan filmler içinde özellikle 3 tanesini çok severim: Coppola'nın aşkı yücelten Bram Stoker's Dracula'sı, Murnau'nun insanın içini ürperten 1922 tarihli Nosferatu adlı sessiz klasiği ve Herzog'un tuhaf mı tuhaf başyapıtı ( masterpiece anlamında ) Nosferatu: Phantom der Nacht'ı.

7.02.2011

Senaristlerin ödülü Inception'a


Geçtiğimiz hafta yönetmenler ve oyuncular yılın en iyilerini belirlemişti, bu sefer de sıra senaristlere geldi. WGA, yani Writers Guild of America ( Amerikan Yazarlar Senbdikası gibi bir şey ) En İyi Özgün Senaryo ödülünü Inception ile Christopher Nolan'a vardi. Oscar'a da ady gösterilen filmin en güçlü rakibi herhalde The King's Speech olsa gerek. Hemen belirtmekte yarar var, The King's Speech WGA ödülleri için gerekli kriterleri karşılamadığı gerekçesiyle ( sendikanın rehberliği olmadan çekilmiş örneğin ) ödüllerin dışında tutuldu. Yani Inception bu anlamda rakipsiz kalmış. WGA'nın bu ödülü Oscar için belirleyici olabilir ve aslına bakarsanız hak edilmiş bir ödül gibi de görünüyor. Inception senaryo matematiği çok güçlü bir film sonuçta. Fikrin de özgün olduğunu teslim etmek gerek. Film genelde beni hayal kırıklığına uğratmıştı ama ödül alacağı bir kategori seçmem gerekse ben de açıkçası senaryoyu ( bir de Visual Effects olurdu herhalde ) seçebilirdim. Öte yandan filmin o ince hesaplanmış matematiğin içine de hapsolduğunu düşünüyorum biraz. Ama bu daha uzun bir tartışma kanosu ve yeri burası değil.  WGA En İyi Uyarlama Senaryo ödülünü ise, tahmin edileceği üzre The Social Network ile Aaron Sorkin'e verdi. Bu da hiç sürpriz değil aslında, ama doğrusu bu kategoride daha güçlü filmler var gibi. Açıkçası ben The Social Network'ün etrafında kopartılan yaygarayı da çok manalı bulmuyorum. Fincher'ın tahminen en sıradan filmi olduğunu düşünüyorum. Bir hayal kırıklığı diyebilirim yani.

4.02.2011

On The Road


Jack Kerouac'ın kült romanı On The Road sinemaya uyarlanıyor biliyorsunuz. Hatta çekimler bitti bile yanılmıyorsam. Walter Salles'in yönettiği filme dair ilk görseller basına yansıdı bile. Başrollerini Sam Riley, Garrett Hedlund ve Kristen Stewart'ın paylaştığı film 2011 içinde vizyona girecek ama tam tarih henüz belirsiz. Filmde ayrıca Viggo Mortensen, Kirsten Dunst, Amy Adams ve Steve Buscemi de var.



Maria Schneider 1952 - 2011


Nedense Maria Schneider aklımda Last Tango In Paris'teki Jeanne ya da The Passenger'daki "kız" olarak değil de, oynadığı çıplak sahneler yüzünden ağır travmalar geçirmiş, acılar yaşamış bir oyuncu olarak yer etmiş. Bahsettiğim çıplak sahneler Marlon Brando ile oynadığı Last Tango In Paris'ten elbette. Daha 19 yaşında bir genç kızken çektiği film onu o kadar etkilemişti ki, sığındığı uyuşturucudan kurtulması kolay olmadı. İntihara bile kalkıştı. Marlon Brando gibi şişkin ve zor bir egoyla uğraşmanın Maria Schneider'a ne kadar ağır geldiğini anlamak hiç zor değil tabii. "Marlon ve Bertolucci tarafından tecavüze uğramış gibi hissettim kendimi" diyor bir röportajında hatta. Last Tango'dan birkaç yıl sonra çevirdiği The Passenger'da bu kez Jack Nicholson ve Michelangelo Antonioni ile açlıştı ama sonrasında kariyeri bir türlü yükselişe geçemedi. Küçük bütçeli filmlerde yer aldı hep, çok az kimsenin izlediği. 90'lı yıllarda Les Nuits Fauves ve Jane Eyre gibi görece daha iyi filmlerde oynadı ama bu sefer de üstlendiği roller çok imkan sağlamadı ona. Üstelik uzun bir hastalıkla mücadele etmesi gerekti ve 58 yaşında, bu çağda genç sayılabilecek bir yaşta hayata veda etti.

2.02.2011

Günün Trailer'ı: Incendies


Bu yıl Yabancı Dilde En İyi Film Oscar'ına aday gösterilen 5 filmden biri Incendies. Kanadalı sinemacı Denis Villeneuve'ün bir önceki filmi Polytecnique'i geçenlerde izledim ve çok etkileyici buldum. Incendies'i de merakla bekliyorum doğrusu. Ödül alması da hiç şaşırtıcı olmaz bu arada.

Roger Deakins bu kez Oscar'ı alır mı?


Yaşayan en iyi görüntü yönetmenlerinden ( kimilerine göre en iyisi ) biri Roger Deakins. Bu yıl True Grit ile tam 9. kez Oscar'a aday gösterildi. 35 yılı aşkın bir süredir sinema sektöründe çalışıyor ve unutulmaz filmleri arasında The Shawshank Redemption, Nineteen Eighty-Four, Fargo, The Big Lebowski, The Assasination Of Jesse James, The Reader ve No Country For Old Men gibi yapımlar var. Anladığınız gibi Coen Biraderler'in favorisi ama nedense Akademi'nin gözüne bir türlü giremedi. Bu yıl 9. kez aday gösterildiği Oscar'ı alması lazım artık ama belli olmaz tabii. İngiliz olduğu için böyle oluyor desek, çok manalı olmaz sanki. Herneyse, yukarıya Deakins ve True Grit'teki çalışmasıyla alakalı kısa bir video koydum, ilginizi çekebilir.


1.02.2011

The Killer yeniden çekiliyor


Aksiyon sinemasının başyapıtlarından biri olan John Woo imzalı The Killer yeniden çekiliyor. Bir remake daha yani. Ama bu remake uzun zamandır dedikodusu dönen, yine de bir türlü hayata geçirilemeyen cinsten bir film aslında. Açıkçası John Woo'nun en sağlam filmlerinden biri olan The Killer'ı ( bir diğeri de Hard Boiled elbette ) John Woo'dan başkası çekemez gibi geliyor bana. Kendisi de "Tüm filmlerim benim için özeldir, ama The Killer gerçekten favorimdir" demiş bir röportajda. Ama zaten bu remake'in ardında da John Woo'nun bizzat kendisi var. Tek bir farkla, Hong Kong'lu sinemacı yönetmen değil yapımcı olarak görev üstlenecek bu sefer. Hikaye temel olarak değişmeyecek, ama film Los Angeles'da geçecek. Chow Yun Fat'in rolünü Jung Woo-Sung üstlenirken, 3 boyutlu çekilmesi planlanan filmi John H. Lee yönetecek