26.02.2010

Günün Afişi



İzlandalı sinemacı Dagur Kari'nin Amerika'da çektiği ilk film olan The Good Heart'ın afişin aldım bu kez. Noi Albinoi ve Dark Horse ile tanıdığımız yönetmen yeni filminde Brian Cox ve Paul Dano ile çalışmış.

Son durum: Luck



Bundan bir buçuk ay önce Michael Mann'ın HBO için bir pilot çekeceğini duyurmuştum. At yarışlarının heyecan ve stres dolu dünyasını anlatan Luck adlı dizinin pilot bölümünü çekmeye hazırlanan Mann'ın çalışması muhtemel oyuncular da belli olmaya başladı. Yapımcılığını David Milch'in üstlendiği Luck için Dennis Farina ve Michael Ortiz ile anlaşılmış durumda. Diğer isimler de belli oldukça duyuracağım.

Emmerich'ten Shakespeare filmine ne dersiniz?



Bunu da duyduk ya... En son 2012 felaketini burnumuza dayayan Roland Emmerich şimdi usta oyuncularla dolu bir kadroyla Shakespeare'e el atmaya hazırlanıyor. Neden? Belli değil. Var mı bir durduracak? Belli değil. Sonuçta, CGI teknolojilerinden uzaklaşıp dünya edebiyatının en önemli isimlerinden Shakespeare'in dünyanıa girmeye hazırlanan Emmerich çooook uzun süredir bilinen bir teoriyi deşmeye kalkışıyor; yani Shakespeare'in yazdığı sanılan oyunları aslında onun yazmadığı iddiasını. Anonymous adlı filmde Vanessa Redgrave ( Kraliçe Elizabeth rolünde ), David Thewlis ( William Cecil rolünde ) ve Rhys Ifans ( Oxford Kontu rolünde ) gibi oyuncularla çalışacağını açıklayan Emmerich filmin tarihi bir gerilim olarak da algılanabileceğini söylüyor. Bakalım neye benzeyecek?

25.02.2010

Bobby Fischer'ın hayatı beyazperdede



Film henüz çekilmiş değil ama ( fotoğraftan da anlayacağınız gibi ) Spider-Man'den paçayı kurtaran Tobey Maguire dünya satranç tarihinin en ilginç karakterlerinden biri olan Bobby Fischer'ın hayatını beyazperdeye aktarmaya kararlı görünüyor. Fischer satranç dünya şampiyonaları tarihinde ABD'ye ünvan getirebilmiş tek satranççıydı. Ondan önce çoğunlukla Sovyet ( Rus da diyebilirsiniz ) satranççılar şampiyon oluyordu. Arada Capablanca ( Kübalıydı yanılmıyorsam ) ya da Lasker ( Alman ) gibi ustalar da şampiyon oldu ama 20. yüzyıl tam bir Rus egemenliği altındaydı. Alekhin, Tal, Petrosjan, Spassky, sonrasında da Karpov, Kasparov gibi isimler hep ünvaı Rus topraklarında tuttular. Bobby Fischer'in hikayesi ilginçtir gerçekten, yıllar önce okumuştum, size de tavsiye ederim. Amerikalı ustanın Rus satranççı Spassky ile 1972'de yaptığ ünvan maçı tarihin en çok izlenen satranç hadisesiydi. Tarafların masa üzerindeki ve dışındaki savaşları gerçekten ilgiye değerdir. Tobey Maguire da işte bu maçı eksen alacak bir film hayal ediyor anladığım kadarıyla. Kendisi hem yapımcılık yapacak hem de başrolü üstlenecek. Senaryo ise Eastern Promises'ın senaristi Steven Knight tarafından yazılacak. Filmin adını yazmayı unutmuşum bu arada: Pawn Sacrifice.

Günün Afişi



Günün afişi yine bir değil, birkaç filme ait bir seri. Yukarıda The Hurt Locker var aşağıda ise bu yıl BAFTA'ya aday olan diğer 4 film. Boşuna adlarını saymıyorum, nasıl olsa tanıdınız. Afişlerin tasarımı ise Tavis Coburn'e ait.





Zoolander'ın devamı mı geliyor?



Bu soruya verilecek olumlu yanıt beni biraz üzer ( zira ilk filmi zaten hiç beğenmemiştim ), ama Bret Easton Ellis'i deliye döndürür herhalde. Tüm kitaplarını okuduğum ender yazarlardan biri olan Bret Easton Ellis'in 90'lı yılların sonlarında yayınladığı Glamorama adlı kitap moda dünyasına dair çok sağlam ve sert eleştirilerle doludur. Yoğun bir mizah duygusuna da sahiptir ama koyu kara bir mizahtır elbette söz konusu olan. Zoolander'ın romanla ilişkisine gelince, Ben Stiller'in canlandırdığı Derek Zoolander tiplemesinin Glamorama'nın başkişisi Victor'dan esinlenilerek yaratıldığı söylenmiştir hep. Hatta Bret Easton Ellis bu konuda bir de dava açmıştı ( sonucu bilemiyorum şu anda ). Bundan bir kaç yıl önce son romanı Lunar Park çıktığı sırada kendisiyle yapılan bir röportajda film hakkında son derece ağır ifadeler kullandığını da hatırlıyorum. Anladığım kadarıyla şı sıralar filmin devamının çekilmesi gündeme gelmiş. Justin Theroux yönetecek, Ben Stiller yine Zoolander'ı, Jonah Hill ise filmin kötü adamını oynayacak. Tabii henüz kesinleşmiş bir şey yok.

24.02.2010

Alkazar Alkazar


Alkazar Sineması'nın kapanacağını duyduğumda bir anda yıllar öncesine gittim. 1979 - 1986 yılları arasında okuduğum Galatasaray Lisesi, İstanbul'un en hareketli, en eğlenceli, en tekinsiz ve en güzel caddelerinden birinde, İstiklal Caddesi'nin tam orta yerindedir. O yıllarda filmler Pazaratesi günü değişirdi, bugün olduğu gibi Cuma değil. Biz de, Ercan ve ben ekseri, hemen her Pazartesi okulu kırıp o hafta vizyona giren bir filmie, "ilk gün, ilk saat" sloganıyla gitmeyi adet edinmiştik kendimize. Çoğunlukla da Emek Sineması'na giderdik. Bazen de Fitaş veya Dünya'ya. O günlerin en tekinsiz sineması ise Alkazar'dı. Seks filmi oynatan sinemaların en ünlüsüydü ve ne yalan söyleyeyim, hiç gitmedim. Atlas'a ya da Rüya'ya, hatta Elhamra'ya gittim, ama Alkazar'a, hayır. Sonra zaten büyüdük ve seks filmleri de cazibesini yitirdi. Alkazar da gitgide döküntü bir hal aldı. Ama 90'lı yıllarda Beyoğlu'nun yeniden canlanmasıyla ( 90 - 91 yıllarında önce Hayal Kahvesi ve ardından açılan sayısız bar - kafe - lokanta ) sinema salonları da elden geçti. İşte Alkazar o dönemde yükselen bir yıldız gibi yeniden girdi hayatımıza. Bu sefer seks filmleriyle değil üstelik, gösterdiği kaliteli "sanat" filmleriyle. Nihayet Emek Sineması dışında ikinci bir mabet olmuştu sinema tutkunları için. Az film izlemedim Alkazar'da. O zamanlar koca sakalıyla her gelenle ilgilenen Bülent vardı, hiç nutumam. Şimdi ne oldu kimbilir. Bir keresinde ama tuhaf bir şey yaşadım Alkazar'da. 97 yılıydı galiba, Things To Do In Denver When You're Dead diye bir film izlemeye gitmiştim, bir arkadaşımla. Filmin sonlarına doğru, yine bir sinema salonunda geçen bir sahne vardı. İntikam peşindeki bir adam sinema salonunun projeksiyonistini öldürmek üzere salona geliyordu. Projeksiyon odasında adama saldrıryor ve adam projeksiyon makinasının üzerine devriliyordu. Tam bu anda, Alkazar sinemasının ( sanıyorum 1. salonuydu ) projeksiyon odasından garip bir ses yükseldi. Film biranda durdu ve ve ben arkama dönüp baktığımda projeksiyon odasından dumanlar yükseldiğini gördüm. Sanki izlediğimiz filmde oynayan sahne, oturduğumuz salonda devam ediyordu. Hızla terk ettik salonu, dışarı çıktık. Salon yanmadı neyse ki, çabuk söndürüldü alevler ama seans iptal oldu haliyle. Sonra başka bir salonda ( As Sineması'nda yanlış hatırlamıyorsam ) bitirdim filmi hatta. Ama hiç unutmadım o tuhaf olayı. Alkazar Sineması kapanır, sonra kimbilir ne olur? Ama benim zihnimde hep filmi gerçeğe dönüştüren salondur, sonsuza dek.

The Tourist motor dedi



Yukarıda The Tourist'in setinden ilk fotoğrafı görüyorsunuz. Johnny Depp ve Angelina Jolie'nin başrollerini paylaştığı film bir İnterpol ajanı ( Jolie ) tarafından karmaşık bir entrikanın içine çekilen Amerikalı bir turistin ( Depp ) başından geçenleri anlatıyor. Haberde fazla bir numara yok gördüğünüz gibi, tek maksat Angelina Jolie fotoğrafı vermek. Bu arada, önce "yönetecek", sonraysa "yönetmeyecek" denmişti ama sonunda ihale yine Florian Henckel Von Donnersmarck'a kaldı.

Robert Kennedy'nin hayatı film oluyor



Kennedy ailesinin başına gelenlerden bir değil 21 film çıkar aslında. Ama tabii bir de işin tarihi yanı var. Ne de olsa Kennedy adı 20. yüzyıl dünya tarihini de yakından ilgilendiriyor. JFK hakkında çeşitli filmler yapılmıştı, belgesel ya da kurgusal. Oliver Stone'un filmini severim örneğin. Robert Kennedy'nin de sonu ağabeyinkine çok benzeyen trajik bir hayat öyküsü var. Gary Ross'un yöneteceği Robert Kennedy biyografisi Evan Thomas'ın yazdığı His Life adlı kitaptan uyarlanacak. Başrolde de Matt Damon'ı izleyeceğiz. Hatırlamayanların hafızasını hemen tazeleyeyim, Ross daha önce Pleasentville ve Seabiscuit gibi filmleri yönetmişti.

Günün Afişi


Günün afişi bu sefer bir film ya da diziye ait değil gördüğünüz gibi. Oscar hakkında sayısal bilgilerin yer aldığı bu grafiği pek beğendim doğrusu. Yabancı lisana hakim olanlar kolayca anlayacaktır gerçi ama ingilizcesine güvenmeyenler için bazı başlıkları ben çevireyim: örneğin bir Oscar heykelciğini imal etmek için harcanan para 500 dolarmış. En İyi Erkek ve En İyi kadın Oyuncu Oscarlarının ikisini birden kazanan film sayısı 7, Oscar töreni sırasında sahneye fırlayan çıplak sayısı 1, tören sırasında reklam döndürmenin maliyeti ise 1,5 milyon dolarmış. Oscar kazanan en kısa film 1 saat 31 dakikalık süresiyle Marty; en uzun film ise 3 saat 40 dakikalık süresiyle Rüzgar Gibi Geçti imiş. Oscar Laneti başlığından öğrendiğimize göre Oscar kazandıktan sonra kariyeri düşüşe geçen oyuncuların oranı %21 olmuş. Bu arada afiş biraz küçük görünüyor, farkındayım, ama üzerine tıklarsanız bir anda büyüyecektir...

Günün keşfi: notstarring.com



Hani hep "falanca yıldız, falanca filmdeki, falanca rolü oynamayı reddetmiş" türünden haberler okursunuz ya... İşte şimdi bu konuya adanmış bir web sitesi var. Ben de günlük internet turum sırasında keşfettim. Matt Damon ve Jake Gyllenhaal'un Avatar'da oynamayı reddettiği haberi de en son duyduğum red olaylarından biri bu arada. Öte yandan notstarring.com'dan öğrendiğime göre Sean Connery Matrix'deki Morpheus rolünü reddetmiş ( senaryodan bir şey anlamadığı için diyorlar ). Yine Matrix'de Neo rolü teklif edilen Will Smith de bu teklifi geri çevirmiş. Ya da, bilenler biliyordur ama, Johnny Depp çok tartışılan Lestat rolünü istememiş ( Tm Cruise oynadı malum ). Notstarring'de bu ve bunun gibi birçok ilginç bilgi var, meraklısı için.

Son durum: True Grit



Coen Biraderler'in yeni filmi True Grit için oyuncu seçmeleri devam ediyor. Charles Portis'in aynı adlı romanından uyarlanan filmde Josh Brolin, Matt Damon ve Jeff Bridges'in rol alacağı daha önce duyurulmuştu. Şimdi de filmdeki önemli karakterlerden biri olan Mattie Ross'u 13 yaşındaki genç oyuncu ( yukarıda fotoğrafı da olan ) Hailee Steinfeld'in oynayacağı açıklandı. Buarada Jeff Bridges'in yeniden biraderlerle bir araya gelişine ayrıca sevindim. Filmin tahmini vizyon tarihi ise noel tatili.

23.02.2010

Günün Afişi



Freddy nostaljisi yapmayacağım ama bu yeni filmden de çok umutlu değilim nedense. Oysa Jackie Earle Haley'i de severim. Film Mart sonunda gösterime çıkıyor gördüğünüz gibi.

Die Hard 5 mi dediniz?



Evet aynen öyle. Son filmi Cop Out için şu sıralar üstüste röportajlar veren Bruce Willis MTV'de kendisine sorulan bir soruyu yanıtlarken, laf arasında, "Seneye yeni bir Die Hard çekeceğiz" dedi. Serinin ilk ve üçüncü filmlerini özellikle seven biri olarak sevinmedim değil. Ama izlediğim son Die Hard'ın pek sıkıcı olduğunu da eklemeliyim. Yani 4. film gibi olacaksa hiç olmasın. İşin kötüsü, Willis yeni filmde de tıpkı 4.'de olduğu gibi Len Wiseman ile çalışacaklarını söyledi ki bu kötü haber doğrusu.

22.02.2010

BAFTA tarihinde bir ilk



Şudur o ilk: ilk kez bir kadın, En İyi Yönetmen Ödülü'nü aldı. Tıpkı Oscar ödülleri gibi BAFTA ödüllerinde de bu ödülü alan bir kadın olmamış daha önce. Kimin aldığı malum, Kathryn Bigelow. The Hurt Locker tam manasıyla geceye damgasını vurdu bu arada ve tam 6 ödül aldı. En İyi Film, Yönetmen, Orijinal Senaryo, Görüntü Yönetimi, Montaj ve Ses dallarında ödülleri toplayan The Hurt Locker adı en çok telaffuz edilen film olurken; En İyi Erkek Oyuncu Colin Firth ( A Single Man ), En İyi Kadın Oyuncu ise Carey Mulligan ( An Education ) oldu. En İyi İngiliz Filmi ödülü Fish Tank'in, Yılın En İyi Çıkış Yapan İngiliz Yönetmen, Yapımcı ya da Yazarı ödülüyse Moon filminin yönetmeni Duncan Jones'un oldu. Yabancı Dilde En İyi Film ödülüyse Un Prophete'e gitti. Christoph Waltz ve Mo'Nique malum ödülleri alırken; Up beklendiği gibi En İyi Animasyon ödülünü aldı.

21.02.2010

Yazarlar Sendikası da Bigelow dedi



Amerikan Yazarlar Sendikası hem Orijinal hem de uyarlama senaryo dallarında yeni en iyilerini belirledi. Kathryn Bigelow'un bol ödüllü filmi The Hurt Locker En İyi Orijinal Senaryo ödülünü aldı ( diğer adaylar: (500) Days Of Summer, Avatar, The Hangover, A Serious Man ). Hatırlatayım: senaryoyu Mark Boal yazmıştı. En İyi Uyarlama Senaryo ödülü ise Jason Reitman'ın Up In The Air filmine gitti ( diğer adaylar: Crazy Heart, Precious, Julie and Julia, Star Trek ). Walter Krin'ün romanından uyarlanan Up In The Air'in senaryosunu Jason Reitman ve Sheldon Turner birlikte yazmıştı. Bu dallarda Yazarlar Sendikası'nın ödülleriyle Oscar ödüleri birbirine çok yakın çıkıyor. Son 15 yılda uyarlama senaryoların 11'ini, orijinal senaryoların ise 10'unu tutturmuşlar. En İyi Belgesel Senaryo Ödülü ise The Cove filminin olmuş. Hakkıdır.

"Gelebilecek olsaydım da gelmezdim"


1964 yılında Metin Erksan'ın Susuz Yaz ile kazandığı ödülü, 2010 yılında Semih Kaplanoğlu Bal ile kazandı malum. Ödül alırken yaptığı "kaçan ayı" esprisi çok komik değildi gerçi ama olsun, yine de gurur duyduk. Buna mukabil, dış basında çok kötü eleştirilerini okuduğum The Ghost Writer ile En İyi Yönetmen ödülünü alan Roman Polanski'nin esprisi bir hayli komikmiş. İsviçre'de ev hapsinde olduğu için törene katılamayan Polanski ödülü almaya giden yapımcısıyla bir mesaj yollamış ve "Gelebilecek olsaydım da gelmezdim, en son ödül almak için bir festivale gittiğimde kendimi hapishanede buldum" demiş.

Alkışlar Semih Kaplanoğlu'na


Berlin Film Festivali'nde 46 yıl sonra yeni bir zafer... Semih Kaplanoğlu'nun Yusuf üçlemesinin son ayağı Bal 60. Berlin Film Festivali'nin büyük ödülü olan Altın Ayı'yı aldı. Doğrusu çok büyük bir sürpriz oldu ve çok da sevindim. Umuyor ama beklemiyordum. Filmi izlemedim elbette ama şimdi çok daha büyük bir merakla bekliyorum vizyona çıkacağı günü. Tebrikler, emeği geçen herkese.

19.02.2010

Son durum: Contagion



Steven Soderbergh'in yeni filmi Contagion için oyuncu görüşmeleri devam ediyor. En son Laurence Fishburne'ün de filmde rol almak üzere yönetmen ve yapımcılarla görüştüğü haberi geldi. Hatırlatmak gerekirse, ölümcül bir salgının konu edildiği filmde Matt Damon, Marion Cotillard, Gwyneth Paltrow, Kate Winslet ( hepsi de Oscarlı isimler, ilginçtir ) ve Jude Law gibi oyuncuların rol alacağı daha önce açıklanmıştı. Senaryo ise The Informant'ın da yazarı Scott Z. Burns'e ait. 60 milyon dolar bütçesi olan projeyi Warner Bros. satın aldı.

Son durum: Scream 4



Hiç uzatmadan söyleyeyim, My Soul To Take adlı filmini bitiren Wes Craven Mayıs ayında Scream serisinin yeni filminin çekimlerine başlıyor. Oyuncu kadrosunda yine Neve Campbell, Courtney Cox ve David Arquette yer alıyor. Filmin senaryosu ise serinin daha önceki filmlerini de yazan Kevin Williamson'a ait. Williamson'ın 5. filmin senaryosunu da yazmakta olduğunu belirteyim.

18.02.2010

Oscar adayları aynı karede



Oscar adayları geçtiğimiz günlerde şereflerine düzenlenen bir yemekte bir araya geldi ve ardından işte gördüğünüz bu fotoğraf çekildi. Fotoğrafa daha yakından bakma isteyenler aşağıdaki ikiye bölünmüş halini inceleyebilirler. Bu arada Avatar'ın yapımcılarından Jon Landau yemeğe katılmamıştı ama birisi onun fotoğrafını tutarak kendisine bir hoşluk yapmış!




Günün Afişi



Michael Winterbottom'ın Sundance'de infial yaratan son filmi The Killer Inside Me bizde ne zaman gösterilir bilemiyorum ama afişi böyle bir şey işte. Bununla yetineceğiz bir süre.

John Hughes demişken...



Biraz denk düştü, dayanamadım. John Hughes için Oscar gecesi bir anma düzenlenecek haberini girdikten birkaç dakika sonra üstedın en ünlü filmlerinden The Breakfast Club için tasarlanan bir grafik buldum. Michele Rosenthal imzalı bu afişin daha iyi çözünürlüklü olanını buradan edinebilirsiniz. Ama parasıyla tabii :)...

Günün Kathryn Bigelow haberi



Son dönemde en çok takip ettiğim yönetmenlerden biri oldu Kathryn Bigelow, nedense. Nedeni belli aslında, ama biraz da tesadüf oldu, böyle üst üste Bigelow haberleri. Herneyse, lafı dolandırmayayım, Kathryn Bigelow'un yeni filminin hangisi olduğu kesinleşmiş. New York Times kaynaklı habere göre Bigelow şu sıralar senaryosu Mark Boal tarafından yazılan Triple Frontier adlı film üzerinde çalışıyormuş. Paraguay, Arjantin ve Brezilya sınır hattında geçen bir uyuşturucu trafiğini konu alan film ( adı üzerinde "üçlü sınır" ) yine The Hurt Locker gibi diken üstünde bir iş olacak, diyorlar. Filmde kimlerin oynayacağını bilemiyoruz ama görüşülen oyuncular arasında Sean Penn, Denzel Washington, Javier Bardem ve Christian Bale gibi isimler var.

Oscar gecesinde John Hughes'a saygı duruşu



Tabii saygı duruşu derken, bizdeki gibi insanların yere baktığı tuhaf sessizliklerden bahsetmiyorum. Her yıl 'In Memoriam' bölümünde o senenin kayıpları anılır malum, ama bu yıl John Hughes için farklı bir şeyler planlanıyor. Törenin sunucuları Alec Baldwin ve Steve Martin 80'li yıllarda Hughes ile çalışmış oyuncular arasında. Onlar için de özel bir anlamı var bu anmanın. Nasıl bir anma olacağına dair fazla detay yok ama Hughes'un filmlerinde rol almış oyuncuların büyük bir kısmının katılacağı tahmin ediliyor.

17.02.2010

Scorsese'den Chanel reklamı



Reklam çekmeyen yönetmen kalmadı herhalde. Spike Lee'den David Lynch'e birçok önemli sinemacı bu alanda ürünler verdi, vermeye de devam ediyor. Daha önce de reklam çalışmaları ( oyuncu ve yönetmen sıfatıyla ) yapmış olan Martin Scorsese geçenlerde Chanel'in erkek parfümü için bir reklam çekti. Filmde Gaspard Ulliel'in rol aldığı dışında bir bilgiye sahip değiliz.

Attica isyanını beyazperdeye kim aktaracak?



1971 Eylül'ünde, siyahi radikal mahkum George Jackson'ın gardiyanlar tarafından öldürülmesi üzerine New York'daki Attica cezaevinde başlayan isyan Amerikan yakın tarihinin önemli hadiselerinden biridir. 1000 kadar mahkumun 33 gardiyanı rehin aldığı olaylar 4 gün sürmüş ve sonuçta 39 kişi hayatını kaybetmişti. İşte bu olaylar yönetmen Doug Liman tarafından sinemaya aktarılıyor. İlk filmi Swingers'dan bu yana belli bir uzaklıktan da olsa takip ettiğim Liman'ın bazı filmlerini severim. Örneğin Go'yu. Ya da Bourne Identity'yi. Jumper'ı çok ahım şahım bulmadım, hatta beğenmedim. Mr & Mrs Smith ise eh... Attica olaylarını anlatacağı film için Precious'ın senaristi Geoffrey Fletcher ile çalışmalar yaptığını açıklayan Liman ( kendi blogunda açıklamış ) için konunun özel bir de anlamı varmış. Babası olayları araştıran avukatlardan biriymiş ve cezaevindeki mahkumlarla cezaevinde bir araya gelip ilginç bilgiler toplamış. Sonrasında yazdığı rapor da bir hayli ses getirmiş ama tüm baskılara rağmen kaynaklarını açıklamadığı için hapse atılma tehlikesiyle karşı karşıya kalmış. Liman şu sıralar bir yandan da son filmi Fair Game'in post prodüksiyon işleriyle uğraşıyor. Sean Penn ve Naomi Watts'ın başrollerini paylaştığı filmde yine gerçek bir olayı anlatan Liman politik ağırlıklı bir sinema yapmaya başladı anlaşılan. Valerie Plame'in anılarından yola çıkarak çektiği Fair Game konusunu daha sonra detaylı olarak ele almak niyetindeyim ama şimdilik filmin Cannes'da gösterilme ihtimali olduğunu söylemekle yetineyim.


Günün Afişi



Günün afişini bu kez bir film ya da diziden seçmedim gördüğünüz gibi. Oscar ödül töreninin afişinde bu yıl törenin sunucuları Steve Martin ve Alec Baldwin yer almış. Ödüller 7 Mart gecesi yapılacak törenle sahiplerini bulacak, hatırlatayım.

Annie Leibovitz yaptı yine yapacağını



Dünyanın en iyi portre fotoğrafçılarından biri olan Annie Leibovitz'in Vanity Fair dergisi için çektiği Hollywood portfoliosunda yine muhteşem fotoğraflar var. Portfolionun bu seferki teması yönetmenler ve oyuncuları. Ben buraya birkaç tanesini ( Kathryn Bigelow ve Jeremy Renner, Quentin Tarantino ve Christoph Waltz, Lee Daniels ve Mo'Nique ile Gabourey Sidibe, Todd Phillips ve The Hangover ekibi ) aldım ama buraya tıklarsanız daha fazlasını görebilirsiniz.



16.02.2010

Günün Afişi



!f İstanbul'un programında yer alan Precious geçtiğimiz yıl Sundance'de üç ödül almıştı. Bu yıl da 6 dalda Oscar'a aday. Yeni izledim ve çok beğendim. Aifşiyse özellikle çok başarılı.

15.02.2010

Roger Corman çekiyor: Sharktopus



Bu yıl Oscar ödülleri gecesinde kendisine özel bir onur ödülü takdim edilecek olan efsane sinemacı Roger Corman ilerlemiş yaşına rağmen çalışmaya devam eden yönetmenlerden. Aslına bakarsanız 1990'dan bu yana herhangi bir şey yönetmemişti ( yapımcılığa devam etse de ) ve bu durumda "Corman geri dönüyor" da diyebilirdim belki. Herneyse, Corman şu sıralar SyFy için çekeceği Sharktopus adlı film üzerinde çalışıyor. Daha önce Supergator ve Dinoshark gibi filmlere de imza atmışlığı olan Corman'ın yabancısı olmadığı bir tür bu. Adından da anlaşılacağı gibi yarı köpekbalığı yarı ahtopot bir canavarın yarattığı dehşeti izleyeceğiz. Şimdiden heyecanlandım doğrusu.

Efsane ikili yeniden bir araya mı geliyor?



En son 1995 yılında birlikte çalışmışlardı. Onun öncesinde, biri yönetmen, diğeri oyuncu olarak toplam 8 filmlik ortaklıları var. Ve nihayet yeniden bir araya gelebilecekleri yönünde güçlü sinyaller geliyor. Martin Scorsese ve Robert De Niro'dan söz ediyorum elbette ( fotoğraftan anlamıştınız zaten ). Şu sıralar Berlin Film Festivali'nde son filmi Shutter Island'ın promosyon turlarını sürdüren Scorsese basın toplantısı sırasında sorulan bir soru üzerine yeniden mafya filmleri çekeceğini söylemiş ve De Niro ile çalışmak istediğini çıtlatmış. Çekmeye hazırlandığı filmse The Irıshman adıyla tanınan mafya babası Frank Sheeran'ın hayatını anlatan I Heard You Painted Houses adını taşıyor.

Bigelow da TV'ye bulaşıyor, hayırlısı...



Hemen belirteyim, bu Kathryn Bigelow'un ilk televizyon işi olmayacak. En son Elmore Leonard'ın Out of Sight romanındaki karakterlerden biri üzerine yaratılan Karen Sisco ( Out of Sight'ın film uyarlamasında Jennifer Lopez canlandırmıştı Sisco'yu ) adlı dizide yönetmenlik yapmıştı ve öncesinde de yine TV yapımlarında ( Homicide: Life On The Street örneğin ) çalışmışlığı vardı. Ama The Hurt Locker gibi muazzam bir filmin üzerine TV'ye dönünce tabii işin rengi de, önemi de başka oluyor. The Miraculous Year adlı dizinin pilot bölümünü çekeceği açıklanan Bigelow da böylece HBO ile çalışan majör isimler arasına girmiş oldu. Dizinin yazarı ve yaratıcısı ise Any Given Sunday ve The Aviator gibi filmlerin senaristi John Logan.

14.02.2010

Günün Afişi



Günün afişi bu kez TV'den. Albert Exergian imzalı minimalist posterler şu sıralar internette çok popüler. Aklınıza gelebilecek hemen her dizi için bir poster tasarlamış Exergian. Ben birkaç tanesini seçtim. Aşağıdakileri özellikle sevdiğim dizilerden seçmeye özen gösterdim. Ama hepsini merak eden şuraya bakabilir. Satın almak isteyenler ise buraya.