30.07.2010

Klasik Afiş



Sessiz sinemanın yıldızlarından pek azı sesli sinema döneminde de ünlerini devam ettirebildi malum. Douglas Fairbanks'in kaderi de pek farklı olmadı ne yazık ki. 1939'da hayata veda eden ünlü oyuncu son filmini 1934 yılında çekti. O zamana kadar oynadığı sesli filmler de pek iyi karşılanmadı. Bugünkü klasik afişimiz de Fairbanks'in başrolünü oynadığı bir film: The Gaucho. Başrolünü Lupe Velez ile birlikte paylaştığı film Arjantin'de geçen romantik soslu bir aksiyon. 1927 tarihli film Lupe Velez'in de ilk filmi bu arada.

Venedik filmleri belli oldu; Fatih Akın jüri başkanı ( ama hangi jüri? )


Bu yıl 67. kez düzenlenecek Venedik Film Festivali'nde Altın Aslan için yarışacak 22 film açıklandı. Altın Aslan jürisinin başkanlığını Qunetin Tarantino; en iyi ilk filme verilecek Luigi De Laurentiis ödülünün jüri başkanlığını ise Fatih Akın üstlenecek. İşte Altın Aslan adayı filmler..


Black Swan - Darren Aronofsky ( ABD ) - Açılış filmi
La Pecora Nera - Ascanio Celestini ( İtalya )
Somewhere - Sofia Coppola ( ABD )
Happy Few - Anthony Cordier ( Fransa )
La Solitudine Dei Numeri Primi - Saverio Costanzo ( İtalya, Almanya, Fransa )
Ovsyanki - Aleksei Fedorchenko ( Rusya )
Promises Written In Water - Vincent Gallo ( ABD )
Road To Nowhere - Monte Hellman ( ABD )
Balada Triste De Trompeta - Alex De La Iglesia ( İspanya, Fransa )
Venus Noire - Abdellatif Kechiche ( Fransa )
Post Mortem - Pablo Larrain ( Şili, Meksika, Almanya )
Barney's Version - Richard J. Lewis ( Kanada, İtalya )
Noi Credevamo - Mario Martone ( İtalya, Fransa )
La Passione - Carlo Mazzacurati ( İtalya )
13 Assassins - Takashi Miike ( Japonya )
Potiche - François Ozon ( Fransa )
Meek's Cutoff - Kelly Reichardt ( ABD )
Miral - Julian Schnabel ( ABD, Fransa, İtalya, İsrail )
Norwegian Wood - Anh Hung Tran ( Japonya )
Attenberg - Athina Rachel Tsangari ( Yunanistan )
Detective Dee and the Mystery of Phantom Flame - Tsui Hark ( Çin )
Drei - Tom Tykwer ( Almanya )

Bu listede beni en çok heyecanlandıran ismin Monte Hellman olduğunu söylemeliyim. Two Lane Blacktop gibi bir kült filme imsa atan Hellman uzun zamandır yeni bir film çekmemişti. Tarantino'nun jüri başkanı olduğunu düşünürseniz Road To Nowhere'e ya da Hellman'a bir ödül gelmesi çok da şaşırtıcı olmaz. Bu arada hemen hatırlatayım, Venedik'te Türk sinemasını Seren Yüce'nin çektiği Çoğunluk adlı film temsil ediyor. Başrollerini Bartu Küçükçağlayan, Settar Tanrıöğen, Esme Madra ve Nihal Koldaş'ın paylaştığı film Venice Day bölümünde yarışacak.

29.07.2010

Günün Afişi



Star Wars tutkunları için çok güzel bir afiş buldum bugün. İsrail asıllı karikatürist ve illüstratör Tomer Hanuka imzalı poster "Father: Encounter on Dagobah" başlığını taşıyor. Hanuka şunları söylemiş bu tasarım için: "Buradaki temel fikir Dagobah gezegenini Luke'un bilinçaltı gibi resmetmekti. Kabusvari bir sekansta Luke sisin içinde Vader'i gördüğünü sanır. Onu bulur ve aralarındaki ışın kılıcı düellosu Vader'in kafasının kesilmesiyle sonlanır. Kırılan maskenin altından Luke'un donmuş yüzü çıkar ortaya. Buradaki sav Luke'un derinliklerinde bir yerde kötülük potansiyeline sahip olduğudur. Luke'un en büyük düşmanı İmparatorluk ya da onun askerleri değil, karanlık tarafın çekim gücüdür."

Guillermo Del Toro'nun çekeceği film belli oldu



Uzun zamandır merak ediliyordu biliyorsunuz, The Hobbit'i mi çekecek, yoksa başka bir filme mi başlayacak bilinmiyordu. Şimdi biliniyor. Comic Con'da yaptığı söyleşide Guillermo Del Toro önce Haunted Mansion adlı filmi yazacağını ve yapımcılığını üstleneceğini söyledi, sonra da yönetmenliğini yapacağı filmi açıkladı. Bu film de At The Mountains of Madness olacak. Üstelik bu film için kendisine James Cameron da yardım eli uzatacak, zira film 3 boyutlu çekilecek. Meraklısı için hemen bir iki detay vereyim, At The MOuntains of Madness korku edebiyatının önde gelen isimlerinden H.P. Lovecraft'ın bir novella'sı aslında. 1930'lu yıllarda yazılmış bu hikaye Güney Kutbu'ndaki bilimsel bir araştırma sırasında yaşanan gizemli olayları anlatıyor. Filmin çekimleri gelecek yaz başlayacak ve oyuncu kadrosu da henüz belirsiz.

28.07.2010

Altın Portakal jürisi Kadir İnanır'a emanet



47. Altın Portakal Film Festivali'nin jürileri belli oldu. Ulusal Yarışma jüri başkanı Kadir İnanır olmuş. Festivalin geçen yıl başlattığı eskiye dönüş hamlesinin bir uzantısı gibi bu seçim. İnanır'ın jürisinde ayrıca Tomris Giritlioğlu, Meltem Cumbul, Meral Okay, Murathan Mungan, Gökhan Kırdar ve Atilla Dorsay gibi isimler de var. Uluslararası Yarışma'nın jüri başkanlığını ise Emir Kusturica üstleniyor. Bu arada Kusturica bir de konser verecek festivalde. Açılış gecesi grubu No Smoking ile birlikte sahne alacak Kusturica. Bu yılki filmler nasıl olacak bilemiyorum ama bu konser ilginç doğrusu.

27.07.2010

Klasik Afiş


Bugünkü Klasik Afiş'imiz 1925 tarihli Champion of Lost Causes'a ait. Afişin altında küçük harflerle "hayatların tehlikede olduğu gizemli bir romans" ibaresi yazılmış, ki çok şey anlatıyor gerçektende. Afişte adı filmden bile büyük yazılan Edmund Lowe ise sessiz sinemanın önemli yıldızlarından. Sesli filmlerde de çalışan ama 1930'ların sonlarına doğru eski ününü yitiren Lowe'un başrol oynadığı 100 kadar filmi var. Filmin yönetmeni ise Chester Bennett.

Son durum: The Girl With The Dragon Tattoo



Artık kesinleşti. The Girl With The Dragon Tattoo'da gazeteci Michael Blomkvist rolü Daniel Craig'in. Ben, daha önce de belirttiğim gibi, filmin orijinal versiyonunda ( her iki filmin de aslında ) rolü canlandıran Michael Niqvist'i çok beğenmiştim aslında ama Craig'e de çok karşı çıkamıyorum. Onda da benzeri bir "soğuk" hava vardır. Olmayacak iş değil yani. Filmde asıl zor olan Lisbeth Salander rolü bana sorarsanız. Bu rol hala kesinleşmedi ama Fincher ve yapımcı Scott Rudin'in üzerinde durduğu isimler arasında Ellen Page, Emily Browning, Mia Wasikowska gibi oyuncular var. Film 21 Aralık 2011'de vizyona çıkacak.

Son durum: The Miraculous Year



HBO için dizi ( ya da mini dizi / TV filmi ) çekecek isimler arasına geçtiğimiz yılın Oscarlı ismi Kathryn Bigelow'un da katıldığını çok zaman önce duyurmuştum. Şimdi The Miraculous Year adlı projenin oyuncu kadrosu da üç aşağı beş yukarı netleşti. Frank Langella, Hope Davis ve Norbert Leo Butz dizinin başrollerindeki isimler. Konuk oyuncu kadrosu da hiç fena gözükmüyor bu arada. Örneğin Susan Sarandon. Daha önce Friends, ER ve Malcolm In The Mİddle gibi yapımlarda konuk olarak ekrana gelen Sarandon hiç şüphesiz Hollywood'un en önemli kadın oyuncularından biri. Öte yandan Lee Pace ( Pushing Daisies ) ve Giancarlo Esposito gibi isimler de konuk olarak The Miraculous Year'e girecek oyuncular arasında.

26.07.2010

Güzel işler



İbraheem Youssef daha önce de konuğumuz olmuştu. Minimalist afişleri birer sanat harikası bence. BUnlar da üstadın en yeni işlerinden. Bakalım hoşunuza gidecek mi?

The Avengers sahne aldı!



San Diego'da düzenlenen Comic Con şu sıralar sinemanın da nabzının attığı merkezlerden biri konumunda. Özellikle de süper kahramanların başrolde olduğu filmlerin hemen hepsi burada öne çıkmak için yarış halindeler. Ama bu yılın şüphesiz galibi The Avengers oldu. 2012'de gösterime girecek filmin son derece tantanalı bir tanıtımı yapıldı ve oyuncu kadrosu sahneye çıkarak büyük olay yarattı. Yukarıda gördüğünüz fotoğrafta kimler yok ki. Robert Downey Jr. ( Iron man ), Clark Gregg ( SHIELD'in Ajan Coulson'ı ), Scarlett Johansson ( Black Widow ), Chris Hemsworth ( Thor ), Chris Evans ( Captain America ), Samuel L. Jackson ( Nick Fury ), Jeremy Renner ( Clinton Barton / Hawkeye ), Mark Ruffalo ( Hulk ), Joss Whedon ( yönetmen ) ve Marvel stüdyolarının başkanı Kevin Feige son yılların en iddialı filmlerinden biri için bir araya gelen kadrodaki isimler.

Günün Afişi



Olly Moss'un Star Trek serisi için tasarladığı bu iki afişi çok beğendim doğrusu. Yanılmıyorsam sadece Spock ve Uhura için yapmış ama diğerlerini de yapabilimiş aslında.

Blogger geri döndü... ( tatil bitti )



Bırakın interneti, elektiriğin bile jeneratörle sağlandığı bir yerde tatildeydim ve haliyle sizleri bir süre yalnız bıraktım. Özür dilerim efendim. Bu arad neler oldu diye şöyle bir sörf yapayım dedim ve gördüm ki, Inception ABD'de gösterime girmiş ve genel olarak beğenilmiş. Empire, Variety ve Roger Ebert, Kenneth Turan 5 yıldız; Peter Travers ( Rolling Stone ) ve Washington Post 4 üzerinden 3,5, Village Voice ve Movieline ise zayıf not vermiş. Ben henüz izleyemedim ama niyetim Çarşamba sabahı basın gösterimine gidip izlemek ve izlenimlerimi sizlerle paylaşmak. Tatil bitti anlayacağınız ama gelecek ay bir hafta daha kaçacağım, şimdiden söyleyeyim.

14.07.2010

Inception'ı beklerken



Bu filme de taktım galiba ama ne yapayım elimde değil, son yıllarda o kadar az heyecan verici film çıkıyor ki Hollywood'dan, insan umut bağlayacak bir şeyler arıyor. Inception da o hesap. Bizde 30 Temmuz'da vizyona çıkacak ve o zamana kadar da filmle ilgili bir sürü bilgi sahibi olacağız tahminice. Bu arada, tam da filmin galasının ertesinde, ilginç bir keşifte bulundum. Filmin öncesini anlatan ve Jordan Goldberg tarafından yazılmış bir çizgi romana rastladım. Meraklıları şu adresten indirip okuyabilir. Bana hiç fena gelmedi doğrusu.

13.07.2010

Günün Afişi



Robert Rodriguez'in Grindhouse için çektiği "sahte" trailerlardan Machete bildiğiniz gibi çekildi ve gösterime de hazır. Benim en merak ettiğim nokta şu ki, acaba Machete eski trailer ile mi tanıtılacak yoksa yeni bir trailer çekildi mi? Büyük bir ihtimalle ikisini de kullanacaklar. Bu arada filmin afişleri de çıktı ve ben de hemen huzurlarınıza getirdim. bunlara ek olarak Steven Seagal ve Don Johnson afişleri de var, ama ben hepsini koymadım.

12.07.2010

Haftasonundan kalanlar



Bu haftasonu izlediğim filmlerin ilki John Huston imzalı The MacKintosh Man oldu. 1973 tarihli film soğuk savaş döneminde geçen bir casusluk öyküsünü anlatıyor. Soğuk savaşa dair çokça csusuluk filmi çekildi malum ve ben de bazılarını çok severim gerçekten. Özellikle Michael Caine'in oynadığı The Ipcress File favorilerimdendir. The MacKintosh Man'in izlediğim en iyi casus filmlerinden biri olduğunu söyleyemem ama Paul Newman ve James Mason gibi isimlerin performansları ve Huston'ın soğuk gerçekçiliği hoşuma gitti doğrusu. Zaten hep söylerim, ne varsa 70'lerde var. Belki de dönemin teknik olanakları sayesinde filmlerin görsel bir ortak dili olduğu içindir bilemiyorum ama konusu ne olursa olsun 70'lerde çekilmiş bir film bana iyi geliyor. Görüntüler, renkler, açılar, müzik... hepsi bana göre bir numara. Tabii ki 40'ların ( ve 50'lilerin ) noir'larının yeri ayrı.




Gelelim haftasonunun ikinci filmine: Killers. Bu isimde ( daha doğrusu The Killers isminde ) çok film var ama Robert Luketic'in yönettiği 2010 tarihli Killers ne yazık ki adaşlarının düzeyine yaklaşamıyor. Başrollerde Ashton Kutcher, Katherine Heigle ve Tom Selleck var. Bence vakit kaybı, tavsiye etmem.



Son olarak The Runaways adlı filmi izledim ve galiba en çok da onu beğendim. Galiba değil, öyle. Sundance'de de beğeniyle karşılanan film 70'li yılların müzik gruplarından The Runaways'in hikayesini anlatıyor. Daha çocuk yaşta müzik işine bulaşan ve dönemin ilk kadın rock gruplarından birini kuran Joan Jett ve Cherie Currie'nin yaşadıklarına odaklanan film fazla iddiası olmayan ama anlattığı konu ve kişileri dürüstçe aktaran bir yapım. Başrollerde Kirsten Stewart ( Joan Jett rolünde bir Twilight yıldızı ne kadar olursa artık ) ve muhteşem Dakota Fanning var. Zaten film Cherie Currie'nin anılarından hareketle çekilmiş ve işin asıl yükü Fanning'e kalmış. Ya da o çok daha iyi oynadığı için izlerken öyle bir his oluşuyor insanda. Velhasıl, birkaç küçük sorun dışında güzel bir film The Runaways.

9.07.2010

Güzel işler



Bildiğiniz gibi bu sayfada sık sık karşıma çıkan güzel görselleri sizlerle paylaşıyorum. Bunlar çoğunlukla sinema tarihinde yer etmiş filmler ya da oyuncularla ilgili ilginç, akılda kalıcı tasarımlar oluyor. İşte bugün sizler için yaptığım bir "güzel iş" derlemesi.

Son durum: Tinker, Tailor, Soldier, Spy



Yıllar önce TRT'de yayınlanan Köstebek dizisinin ( John Le Carre'nin Tinker, Tailor, Soldier, Spy adlı romanıdır aslında ) sinemaya uyarlanacağını ve yönetmen koltuğunda da İsveçli sinemacı Tomas Alfredson'un oturacağını daha önce duyurmuştum. Let The Right One In ile sinema tarihinin en etkileyici, en güzel vampir hikayelerinden birini çeken Alfredson kanımca yine birinci sınıf bir işe imza atacak. Filmin oyuncu kadrosu da büyük ölçüde belli oldu buarada. Daha önce Gary Oldman'ın filmde oynama ihtimalinin yüksek olduğunu ve Michael Fassbender, Colin Firth ve David Thewlis gibi oyuncuların da kadroya girebileceğini yazmıştım. Şimdi öğrendiğim kadarıyla Thewlis filmde rol almayacak. Ama onun yerine Ralph Fiennes geldi. Yasni kadro hala sağlam. Kimin kimi oynayacağı henüz açıklanmadı ama Gary Oldman'ın George Smiley ( ki TV'de Alec Guinnes oynamış ve Smiley rolü onunla özdeşleşmişti ) rolünü üstleneceğini söyleyebilirim. Çekimler Ekim ayında Londra'da başlayacak.

8.07.2010

Futbol ve sinema



Spor filmleri çokça meraklısı olan bir alt tür. Özellikle beysbol filmleri Hollywood'da bir hayli tuttu malum. Beysbolun kurallarını sorsanız kimse bilmez ( tabii ABD dışında ) ama beysbol üzerine inşa edilmiş filmler yine de izlenir. Elbette iş beysbolla sınırlı olmadığı için böyle oluyor bu. İşin dramatik çatısını oyunun kurallarıyla fazla ilişkilendirmeden kurabiliyorlar yani. Aksi takdirde oturur evde bütün gün beysbol izlersiniz, olur biter. Öte yandan futbolla ilgili filmler daha az sanki. Futbol tüm dünyada izlenen, hemen herkesin bir şekilde oynadığı ( çocukken kapı önünde, biraqz büyüdüğünde arsalarda, sonra halı sahalarda vs ) çok daha büyük bir kitle sporu olduğu halde. Yine de iyi örnekleri var futbol filmlerinin de. Ben hepsini izlediğimi iddia etmiyorum ama izlediklerim içinde şu aşağıdakileri sevdiğimi söyleyebilirim.



Zidane: A 21st Century Portrait

Bu film ( izleyenler bilir ) saf futboldur. Ama futbola ait tüm seyir kurallarını da yıkar geçer. Tüm film 23 Nisan 2005 tarihinde oynanan Real Madrid - Villareal maçından ibarettir ama tüm kameralar sadece bir kişiyi, 21. yüzyılın en büyük futbol efsanesi Zinedine Zidane'ı çekmiştir. Bir yanıyla bir belgesel ama bir diğer yanıyla da video art'tır. Film ( ya da maç ) boyunca Zidane'ı izler, ayağında top yokken neler yaptığına, nereye baktığına ( ama baktığı şeyleri görmeden ), hatta ne düşündüğüne ( burası tamamen izleyicinin hayal gücü ) odaklanırız. Arada arka taraftan figüranların geçtiğini görür ve bu figüranlardan birini örneğin David Beckham olduğunu fark ederiz. Mogwai'nin film boyunca devam eden müziği da ayrıca müthiştir. Zidane: A 21st Century Portrait bana sorarsanız çekilmiş en iyi futbol filmidir. Nokta.




The Damned United

Tom Hooper'ın yazar David Peace'in ( Red Riding dörtlemesinin de yazarı ) aynı adlı romanından uyarladığı film futbol üzerine çekilmiş en iyi filmlerden biri bence. Film 1970'li yıllarda İngiltere'nin efsane futbol takımlarından Leeds United'ı yönetmen üzere göreve getirilen teknik direktör Brian Clough'un gerçek hikayesini anlatıyor. Zamanda ileri geri atlamalarla ilerleyen film son derece yetenekli bir futbol adamının kişisel hırslarına yenik düştüğünde nasıl dibe vurduğunu anlatıyor. Ama üzülmeyin, Clough kısa süren Leeds macerasının ardından eski ortağı Pete Taylor ile yeniden bir araya gelecek ve bir başka efsanenin, Nothingham Forrest'in mimarı olacaktır. Michael Sheen'e bir kez daha hayran olduğum film tüm futbol meraklıların izlemesi gereken bir yapım.



Escape To Victory

Hani futbol asla sadece futbol değildir ya, burada da öyle. Çocuk yaşta seyrettiğim ( Fitaş Sineması'nda ) Escape To Victory 2. Dünya Savaşı sırasında Alman takımına karşı mücadele eden ve müttefik ülke askerlerinden oluşan takımın hikayesini anlatıyor. Aralarında Pele, Ardiles, Bobby Moore gibi futbol efsanelerinin de olduğu çok sayıda futbolcunun rol aldığı filmde Sylvester Stallone, Michael Caine, Max Von Sydow gibi aktörler de rol almıştı. Yukarıdaki iki film kadar özel değil belki ama benim kişisel tarihimde yeri olan bir film Escape To Victory.

Klasik Afiş



Bugünkü Klasik Afiş 1925 tarihli As Man Desires filmine ait. Afiş yeterince şey anlatıyor aslında. Sessiz film döneminde görüntü olabildiğince anlatıcı olmak durumunda zaten. Afiş de aynı üsluba uymuş. Filmin yönetmeni 1929 yılında In Old Arizona adlı filmiyle Oscar'a aday gösterilen Irving Cummings. Kendisi filmde oynamış aynı zamanda. Zaten hem aktör hem de yönetmen olarak çalışmış uzun yıllar. Filmi izlemeniz bir mucize olur bu arada, zira DVD'si falan yok.

7.07.2010

Inception'ın reklamları da havalı



Türkiye'de ay sonunda vizyona girecek olan Inception için son derece havalı sokak reklamları hazırlanmış. New York'un ünlü Park Caddesi'ne yerleştirilen ve bina boyutundaki bu dev reklamlar gerçekten de etkileyici. Özellikle de binanın kabuğunun sıyrılıp içinin göründüğü reklam. Tabii bunların çok pahalı olduğunu tahmin etmek zor değil. Ama güzel.

6.07.2010

Günün Afişi



Bu film, yani Gainsbourg geçtiğimiz Nisan ayında İstanbul Film Festivali'nde gösterilmiş ama ben maalesef kaçırmıştım. Afişi pek bir güzel gördüğünüz gibi. Serge Gainsbourg'u sever misiniz bilmem ama bir tarzı, bir karizması, bir müziği olduğu tartışılmaz. Ben biraz daha eskileri, Brassens, Brel, Montand, Barbara gibileri seviyorum ve Gainsbourg'u bazen fazla tekrar buluyorum ama hakkını da teslim etmek lazım. Tahminimce bu filmi de ancak dijital platformlardan birinde izleyebiliriz herhalde.

Bu iş bu paraya yapılır mı?



Bu iş dediğim, Spider-Man rolü. Bu para ise topu topu 500.000 dolar. Amerikan doları. Andrew Garfield'a Spider-Man rolü için ödenen ( ya da ödenecek ) paranın bu kadar olduğu açıklandı. Eğer bu meblağ doğruysa adamımız ciddi bir kazık yemiş demektir. Elbette Tobey Maguire ile aynı parayı alsın demiyorum ama bu kadar büyük bütçeli bir yapımda birkaç milyon dolar almalı diye düşünüyorum açıkçası. Sonuçta bu rol Garfield'ı çok ünlü bir oyuncu yapacak şüphesiz ama oyunculuğuna sanatsal ( kötü oldu biliyorum, teknik diyelim isterseniz ) anlamda bir katkısı olmayacak. Oscar falan alamaz yani. O yüzden keşke daha fazla para alsaymış, yazık.

Günün Filmi: They Live By Night



1947 yapımı bir noir var bugün menüde. RKO yapımı ( yine Howard Hughes anlayacağınız ) They Live By Night içinde bir femme fatale olmasa da en has noir klasiklerinden sayılıyor. Rebel Without A Cause'un yönetmeni Nicholas Ray'in ilk yönetmenlik denemesi olan film için noir uzmanı Eddie Muller "Citizen Kane ile birlikte 20. yüzyılın en iyi ilk filmi" ( bir yönetmenin ilk filmi manasında ) diyor. 21 yaşındaki Farley Granger ile yine gencecik bir Cathy O'Donnell'ın başrollerini paylaştığı film birbirne aşık olan iki gencin bir türlü huzur bulmayan birlikteliklerini anlatıyor. Bir şekilde suça bulaşan ve başı beladan kurtulmayan Bowie ile ona aşık olan ve onun peşisıra kaçmaya başlayan Keechie'nin hikayesi elbette Bonnie and Clyde'ı akla getiriyor. Buradaki ikili çok daha saf ve masum ama gidişat yakın. Her ne kadar bir suç filmi olsa da ( ve hatta bir yol filmi şüphesiz ), romantizm çok ön planda. Oyuncu kadrosunda Howard DaSilva ve Jay C. Flippen gibi dönemin önemli karakter aktörlerinin de bulunduğu filmi Amazon'da bulabilirsiniz, hararetle tavsiye edilir.

Klasik Afiş



Nasıl ama, güzel afiş değil mi? 1917 yapımı sessiz bir western karşınızdaki film. Adı Silahşör, yani The Gunfighter. Afişte adı yazan ( öndeki uzun burunlu tip ) William S. Hart aynı zamanda filmi yönetmeni. Filmin DVD'sini bulmak mümkün değil bildiğim kadarıyla ama Amazon'da yukarıda gördüğünüz afişin kullanıldığı sigara tabakaları satılıyor, haberiniz olsun.

A Dangerous Method: Cronenberg ve Mortensen bir kez daha aynı filmde



David Cronenberg'in son filmi A Dangerous Method'ın yaklaşık 10 hafta süren Avrupa çekimleri sona erdi ve basına yukarıdaki ( ve aşağıdaki ) görüntüler verildi. Ben de sizin için buraya aldım hemen. Cronenberg'in A History of Violence ve Eastern Promises adlı filmlerinde de başrolü üstlenen Viggo Mortensen bir kez daha usta yönetmenle bir araya geliyor. İkiliye bu kez bir başka parlak isim, Michael Fassbender eşlik ediyor. İzleyenler hatırlayacaktır ( izlemeyenler de hemen izlesin ) Hunger'daki performansı olağanüstüydü Fassbender'in. Herneyse, A Dangerous Methodd adlı bu son filmde Mortensen ünlü psikiyatr Sigmund Freud'u, Fassbender ise Carl Jung'u canlandırıyor. Filmde ayrıca Jung'un genç hastası Sabina Spielrein rolünde Keira Knightley'yi izleyeceğiz. İlk adı The Talking Cure ( ki zaten filmin uyarlandığı tiyatro oyunu bu adı taşıyor ) olan filmin ardından Cronenberg bu kez Cosmopolis adlı yeni bir filme başlayacak. O filmde de Marion Cotillard ve Collin Farrel başrolleri paylaşacak. Cosmopolis'i bilemem ama bana A Dangerous Method fazlasıyla umut ve heyecan verdi doğrusu. Umarım yanılmamışımdır.