29.04.2013

Jim Jarmusch da Cannes'da yarışıyor


66. Cannes Film Festivali'nde Altın palmiye için yarışacak filmler arasına bir yenisi katıldı: Only Lovers Left Alive. Amerikalı bağımsız sinemacı Jim Jarmusch'un son filminde Tom Hiddleston, Tilda Swinton, Mia Wasikowska, John Hurt ve Jeffrey Wright gibi isimler yer alıyor. Film Adam ve Eve ( Adem ve Havva ) adında iki vampirin yüzyıllar süren aşkını anlatıyor.

26.04.2013

L.A. Confidential'ın devamı TV'ye dizi oluyor


Gelmiş geçmiş en iyi suç filmlerinden ( belki de en iyisi, Double Indemnity ve The Big Sleep gibilerle birlikte ) biri olan L.A. Confidential'ın devamını televizyona bir dizi olarak çekmeyi planlıyorlar. Önce hiç hoşuma gitmedi bu haber ( filmin hatırasını bozabilir ne de olsa bu dizi ) ama eğer senaryoyu James Ellroy yazacaksa, neden olmasın? Bu arada bilenler bilir, L.A. Quartet'in üçüncü romanı olan L.A. Confidential'ın devamı zaten var: White Jazz. James Ellroy tüm romanlarını belli bir kronolojiyle ve devamlılık arz eden bir şekilde yazıyor. L.A. Quartet'ten sonraki romanları, yani Underworld USA Trilogy ( American Tabloid, The Cold Six Thousand, Blood's A Rover ) 60'lara kadar gelen dörtlemenin bıraktığı yerden alır ve sonrasına bakar. Böylece bu 7 roman kabaca 1943'den 1972'ye kadar olan dönemi kapsıyor. Bunları söylemekle beraber, Ellroy'un New Regency için oluşturduğu dizinin romanları mı takip edeceği yoksa bambaşka bir devam projesi mi olduğu henüz belli değil.

Iron Man bitiyor mu?


Iron Man 3'ün galası yapıldı biliyorsunuz. Şu sıralar her yerde filmle ve galayla ilgili yorumlar, haberler var. Biz de eksik kalmayalım. Filmde rol alan Gwyneth Paltrow'un Geek Nation'dan Kevin McCarthy'ye yaptığı açıklama şu sıralar ortalığı karıştırmış durumda. Aşağıda bu açıklamayı olduğu gibi görebilirsiniz, ama ben hemen söyleyeyim, Paltrow "Artık Iron Man'le işimiz bitti bence" diyor. Bu durumda Iron Man 4 diye bir film olmayacağını düşünebiliriz herhalde. Öte yandan 2015 Mayıs'ında Robert Downey Jr. bir kez daha Iron Man kıyafetini giyerek yeni The Avengers filminde karşımıza çıkacak.




2013 yazını beklerken



2013 yazında Hollywood yine birbirinden iddialı ama birçoğu birbirinden faksız ve sıkıcı filmler sokacak vizyona. Yukarıda bu filmlerin hepsinin ( ya da çoğunun ) bir araya getirildiği bir trailer var. Yani bir taşla çok sayıda kuş.

Scream şimdi de TV dizisi oluyor


Wes Craven'ın 90'lı yıllara damgasını vuran korku-komedi serisi Scream yakında MTV ekranlarında bir dizi olarak izleyiciyle buluşacak. ne yalan söyleyeyim bu habere, daha doğrusu bu girişime biraz şüpheyle bakıyorum. Neden derseniz, ilk Scream filmi gösterime çıktığında zamanın ruhunu ve kitlesini bir şekilde yakalamış bir korku filmiydi. Özellikle 80'li yılların artık modası geçmeye yüz tutmuş maskeli katil klişesiyle güzel dalga geçiyordu. Bir anlamda o katil tipinin cenaze merasimiydi Scream. Keza her film bir öncekinden sıkıcı oldu ve bundan 2 yıl önce çekilen 4. film bir hayli sıradandı. Şimdi eğer bu seriden bir TV dizisi yapılacaksa ciddi bir yenilik, moda deyimle bir twist gerekiyor. Yoksa kimse seyretmez. Bekleyip göreceğiz.

Luc Besson'un yeni kahramanı Scarlett Johansson


Luc Besson yıllardır kadın kahramanların başrolde olduğu aksiyonlara imza atıyor malum. Sinemada olduğu kadar televizyonda da yapımcısı olduğu dizilerde de durum farklı değil ( bkz. Nikita ). Şimdi de yeni filmi için Scarlett Johansson ile anlaşmak üzere. Senaryosunu yazdığı Lucy adlı filmde Scarlett Johansson zorla uyuşturucu kuryeliği yapan bir kadını canlandıracak. Fakat işler umulduğu gibi gitmeyecek ve kadının sistemine karışan uyuşturucu onu durdurulması imkansız bir ölüm makinesine dönüştürecektir.

25.04.2013

Mike Mitchell'in gözüyle Nada


İllüstratör Mike Mitchell'ın yukarıda gördüğünüz Nada illüstrasyonu tuhaf bir şekilde tam da Sapığın İdeoloji Rehberi'ni izledikten sonra çıktı karşıma. Filmin girişinde They Live üzerene Zizek'in güzel bir analizi var. İzlemediyseniz tavsiye ederim diyeceğim ama, nereden bulacaksınız bilemem. İyisi mi siz oturun bir kez daha They Live'i izleyin bari.

Günün trailer'ı: The Hunt



Geçen yıl Cannes Film Festivali'nde gösterilen ve başrolündeki Mads Mikkelsen'e En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazandıran The Hunt ( Jagten ) ne yazık ki hala vizyona girebilmiş değil. İşin kötüsü girip girmeyeceği de belli değil. Thomas Vinterberg'in yönettiği film yalan bir suçlama yüzünden hayatı altüst olan bir adamın hikayesini anlatıyor.

24.04.2013

Louis CK film çekerse



Komedyen Louis CK'in çok ilginç kısa filmler çektiğini biliyor muydunuz? Şimdi biliyorsunuz en azından. Yukarıdaki siyah beyaz kısa film 1998 yılında Louis CK tarafından çekilmiş. Sürreel ile absürd arasında gezinen film hiç fena değil doğrusu. Başka filmleri de var Louis CK'in ve youtube'da bulabilirsiniz.

Dördüncü duvarı yıkmak



Yukarıdaki video sinema tarihinde dördüncü duvarı yıkan filmlerden sahneler içeriyor. Dördüncü duvar meselesi önemlidir bana sorarsanız. Varlığı ve yokluğu farklı anlamlar taşır ve her seferinde aynı şeyi ifade etmez. Kimi zaman Brechtiyen bir yabancılaşma anlamı taşısa da bu duvarın yıkılması, bir çok kereler de basit bir komedi hilesinden ibarettir. Kimi filmlerde ise doğrudan filmin üslubunu belirler bu anlatım tarzı ve çoğunlukla da filme taze, yeni bir hava katar. Yukarıda birçok filmden alınma sahnelerle sinemada dördüncü duvarın nasıl yıkıldığına dair örnekler var. Benim bu konuda en çok önemsediğim isimlerden biri olan Orson Welles'in videoya dahil edilmemiş olması şaşırtıcı doğrusu. Bir çok filminde büyük bir ustalıkla bu duvarı yıkan Welles'in bu konuda da öncü olduğunu hatırlamakta yarar var.

Günün afişi


CBGB, yani Country Bluegrass Blues, yani dünyanın en ünlü ve en etkili müzik kulübü hakkında bir film var bugün menüde. Filmin afişi pek güzel gördüğünüz gibi. Punk'ın doğduğu mekan olarak bilinen ve New York Manhattan'da bulunan kulüp özellikle 70'li ve 80'li yıllarda pek popülerdi. Randall Miller'ın ( Bottle Shock ) yönettiği filmde Malin Akerman ( Debby Harry rolünde ), Johnny Galecki ( Terry Ork rolünde ), Stana Katic, Rupert Grint gibi isimler oynuyor. Filmin vizyon tarihi henüz belirsiz. Filmin diğer afişleri de aşağıda bu arada.










Iron Man'i beklerken



Iron Man 3 için artık sayılı gün kaldı. Son anda bir değişiklik olmazsa 3 Mayıs'ta Türkiye'de de vizyona girecek filmle ilgili yeni bir video yayınlandı. Yukarıda paylaştığım kısa videoda Iron man 3'te konu edilen Extremis teknolojisine dair kimi ipuçları var. Meraklısı izlesin derim.

Gus Van Sant 50 Shades için kulise başladı


En son İstanbul Film Festivali'nde Promised land adlı filmi gösterilen Gus Van Sant şu sıralar Hollywood'un en gözde uyarlamalarından biri olan ( olması beklenen en azından ) 50 Shades of Grey için kulis yapmaya başlamış. Filmi çekmeyi kafasına takan yönetmen nasıl bir vizyona sahip olduğunu gösterecek bir sahne bile çekmiş. Alex Pettyfer'in rol aldığı sahne ateşli bir sevişme sahnesiymiş. Gus Van Sant filmi yönetir mi, yoksa işi başkasına mı kaptırır bilemiyorum ama çok yakında Pettyfer'in oynadığı bu sahne internete düşerse şaşmamak gerek.

Cannes jürisinde kimler var?


Malum, jüri başkanlığını Amerikalı yönetmen Steven Spielberg üstleniyor bu yıl Cannes'da. Ona eşlik edecek isimler ise şöyle: Rumen sinemacı Christian Mungiu, Japon sinemacı Naomi Kawase, İngiliz yönetmen, senarist Lynn Ramsey, Tayvanlı yönetmen Ang Lee, Avustralyalı oyuncu Nicole Kidman, Hintli oyuncu Vidya Balan, Fransız oyuncu Daniel Auteuil ve Avusturyalı oyuncu Christophe Waltz. Bu yıl nedense yazar kadrosundan kimse yok jüride. Ya yönetmen ya da oyuncu herkes. Hepsi de parlak, hatta genelde popüler sayılabilecek isimler. Hayırlısı.

19.04.2013

Cannes'da başka ne var, ne yok

James Franco'nun yönettiği As I Lay Dying festivalde gösterilecek
Önce başka neler var onlara bakalım. Un Certain Regard bölümünde Sofia Coppola'nın açlışta gösterilecek The Bling Ring adlı filminin yer alacağını zaten duyurmuştum. Bu bölümde ayrıca daha çok oyunculuğuyla adından söz ettiren James Franco'nun yönetmen olarak imzasını attığı As I Lay Dying adlı filmi de gösterilecek. Franco'nun başrolünü de üstlendiği film adından da tahmin edileceği gibi William Faulkner'ın romanından uyarlandı.

Claire Denis'nin filminde Vincent Lindon ve Chiara Mastroianni var
Claire Denis'nin son filmi Les Salauds da yine Un Certain Regard bölümünde gösterilecek. Vincent Lindon ve Chiara Mastroianni'nin başrollerini üstlendiği filmin Altın Palmiye için yarışmaması da ayrıca ilginç doğrusu. Yine oyunculuğuyla tanınan bir başka isim, Valeria Golino ( Rain Man ) bu yıl Un Certain Regard'da yönetmen olarak karşımıza çıkıyor. Golino'nun çektiği ilk film olan Miele bu yıl festivalde Altın kamera adayları arasında.

All Is Lost'un başrolünde Robert Redford oynuyor
Margin Call adlı filmini çok sevdiğim J.C. Chandor bu yıl yarışma dışı olarak gösterilecek yeni filmi All Is Lost ile Cannes'a gelecek. Filmin başrolünde Robert Redford var. Festivalin Geceyarısı Gösterimi bölümünde Johnnie To'nun yeni filmi Blind Detective gösterilecek.

Roman Polanski'nin çektiği belgesel çekildikten 42 yıl sonra gösterilecek
Stephen Frears'ın Muhammad Ali's Greatest Fight adlı TV filmi özel gösterimler bölümünde izleyiciyle buluşacak. Filmde Christopher Plummer, Danny Glover ve Frank Langella gibi isimler yer alıyor. James Toback'in belgesel türdeki son filmi Seduced and Abondend ve Roman Polanski'nin 1971'de çektiği ve Formula 1 yarışçısı Jackie Stewart'ı anlattığı belgesel Weekend of a Champion da bu bölümde gösterilecek filmler arasında.

12 Years A Slave'in festivalde olmaması bir hayal kırıklığı
Gelelim neler yok bölümüne. Bir kere Türkiye'den hiç film yok. Hem de hiç bir bölümde. Açıkçası tayfun Pirselimoğlu'nun yeni filminin en azından Un Certain Regard bölümüne alınacağını tahmin ediyordum ama yanılmışım. Gerçi daha bir ay var, belli olmaz. Öte yandan Steve McQueen'in son filmi 12 Years A Slave'i görmediğim için de şaşırdım. Aslına bakarsanız İngiltere'den hiç film yok yarışmalı bölümlerde. Bir tek Stephen Frears'ın TV filmi var.

18.04.2013

Cannes'da yarışma filmleri belli oldu

Coen Biraderler'in son filmi Inside Llewyn Davis cannes'da yarışacak
Ne yalan söyleyeyim, çok da beklediğim kadar güçlü bir program yok sanki bu yıl Cannes'da. Steven Soderbergh'in HBO için çektiği TV filmi Behind The Candalebra bile yarışmaya alınmış ( ki sanırım ilk sahneye çıktığı yerde jübilesini yapacak ). Öte yandan çok da haksızlık etmeyeyim, Asghar Farhadi, Coen Biraderler, Kore-eda Hirokazu, Roman Polanski gibi önemli isimlerin filmleri var. Abdellatif Kechiche, Nicolas Winding-Refn ( artık gediklisi oldu Cannes'ın ), François Ozon, Takashi Miike, Arnaud Desplechin, Paolo Sorrentino ve Alexander Payne de bu yılın dikkat çeken isimlerinden. Tabii bir de yeni isimler var ki, asıl sürpriz oralaradan çıkabilir. İşte tam liste.

Baz LUHRMANNTHE GREAT GATSBY ( yarışma dışı )


Valeria BRUNI-TEDESCHIUN CHÂTEAU EN ITALIE
Ethan COEN, Joel COENINSIDE LLEWYN DAVIS
Arnaud des PALLIÈRESMICHAEL KOHLHAAS
Arnaud DESPLECHINJIMMY P. (PSYCHOTHERAPY OF A PLAINS INDIAN)
Amat ESCALANTEHELI
Asghar FARHADILE PASSÉ (THE PAST)
James GRAYTHE IMMIGRANT
Mahamat-Saleh HAROUNGRIGRIS
JIA ZhangkeTIAN ZHU DING
(A TOUCH OF SIN)

KORE-EDA HirokazuSOSHITE CHICHI NI NARU
(LIKE FATHER, LIKE SON)

Abdellatif KECHICHELA VIE D’ADЀLE
Takashi MIIKEWARA NO TATE
(SHIELD OF STRAW)

François OZONJEUNE ET JOLIE
Alexander PAYNENEBRASKA
Roman POLANSKILA VÉNUS À LA FOURRURE
Steven SODERBERGHBEHIND THE CANDELABRA
Paolo SORRENTINOLA GRANDE BELLEZZA
(THE GREAT BEAUTY)


Alex VAN WARMERDAMBORGMAN
Nicolas WINDING REFNONLY GOD FORGIVES

Kapanış filmi
Jérôme SALLEZULU ( yarışma dışı )

 

Cannes'da heyecan dorukta


66. Cannes Film Festivali'nin seçkisi bugün belli olacak. hangi ustaların Altın palmiye için yarışacağını ve yan bölümlerde hangi filmlerin yer alacağını gün içinde öğreneceğiz yani. Öncesindeyse festivalin en önemli yan bölümü Un Certain Regard'ın Jüri Başkanı ve açılış filmi açıklandı. Bu yıl Un Certain Regard'a Danimarkalı sinemacı Thomas Vinterberg başkanlık edecek. 1998'de Festen adlı filmiyle Cannes'da Jüri Ödülü'nü alan Vinterberg geçen yıl da The Hunt adlı filmiyle Altın Palmiye için yarışmıştı. Un Certain Regard'ın bu yılki açılış filmiyse Sofia Coppola'nın son filmi The Bling Ring olacak. Başrollerini Emma Watson, Leslie Mann, Taissa Farmiga ve Erin Daniels gibi isimlerin paylaştığı ve gerçek olaylardan esinlenerek çekilen The Bling Ring ünlüleri internetten takibe alarak evlerini soyan bir grup gencin maceralarını anlatıyor.


17.04.2013

Günün afişi


Spike Lee'nin Oldboy remake'i için tasarlanan afiş sıradan Hollywood afişleri gibi değil neyse ki. Park Chan-wook'un kült filmini nasıl uyarladı bilemiyoruz ama, Spike Lee adı bi.le belli bir heyecan uyandırmıyor değil doğrusu.

Festival Notları 3

Festivalin kapanış partisi kalabalık, eğlenceli ve bol dedikodulu elbette
Geçmiş olsun. Festivalin kapanış partisinde, Sofa Hotel'in birinci katındaki barda toplanmış kalabalık arasında dolaşırken en çok duyduğum kelimeler bunlar: geçmiş olsun. Protestosuyla, gazıyla, özlemiyle yorucu bir dönemden geçildi ya, biraz da ondan bu "geçmiş olsun"lar. Bir yandan kalabalığın arasında omuzlarımla kendeme yol açmaya çalışıyor, bir yandan da göz ucuyla bakıyorum kimler gelmiş diye. İKSV tam kadro neredeyse burada, sinema yazarları da. Gecenin şöhretleri arasında Carlos Reygadas, eşi ve Post tenebras Lux'daki oyuncusu Nathalia Acevedo ( ki her yanından geçişte hayranlıkla bir süre takılıp seyrediyorum kendisini ) var. Aslında tam girerken Peter Weir'i de görmüştüm ama çıkıyordu maalesef, yanına gidip iki kelam etmek mümkün olmadı. Ulusal Jüri Başkanı Tayfun Pirselimoğlu ve gecenin ödüllü isimleri, Onur Ünlü, Derviş Zaim, Aslı Özge, Sema Poyraz, Ercan Kesal ve muhtemelen şimdi unuttuğum başkaları da yine Efes'in verdiği partide biralarını yudumlayanlar arasındaydı. Başka: Devin Özgür Çınar, Ayça Damgacı, Zeynep Atakan, Selim Atakan, Belçin Erdoğan, Yılmaz Erdoğan, Mert Fırat, Ceyda Düvenci... Bira bol, ama atıştırmalık az, bu kadar şöhrete yeter mi ki? Yaklaşık 45 dakika kaldıktan sonra Yekta ile birlikte ufaktan uzuyoruz. Bizi evlerimize bırakacak araca inmeden önce, kapının yakınlarında son kez Carlos Reygadas'ın elini sıkıyor ve Nathalia'yı bir kez daha tebrik ediyorum.

Cem Yılmaz, Nuray Muştu ( İKSV ) ve Azize Tan tören öncesi CRR'nin fuayesinde
Ama bunu bir de öncesi var tabii. Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nun girişinde, sol tarafa konuşlandırdığımız kürsümüzün yanında canlı yayın saatini beklerken sırtımda bir el hissediyorum. Döndüğümde Carlos Reygadas'ı buluyorum karşımda. Merhabalaşıyor, hal hatır soruyoruz. Yanında Nathalia'yı da görmenin heyecanından mıdır bilinmez, hemen arkasında duran Yekta ile tanıştırmak bile gelmiyor aklıma, ama neyse ki Yekta kendini tanıtıp meseleyi kısa yoldan hallediyor. Ben de bu arada Nathalia'nın yanına gidip onu tebrik ediyorum, heyecandan hafif kekeleyerek. Az sonra ortalık iyiden iyiye kalabalıklaşıyor ve biz ( biz dediğim de Yekta, Şahika, Handan, Yavuz ve İKSV'den Berna ) canlı yayına almak istediğimiz konukları gözden kaçırmamak için ciddi bir efor sarfetmeye koyuluyoruz. Neyse ki ilk konuklarımız Cem Yılmaz ve Emin Alper hemen yakınlarımızdalar. Yılmaz ve Belçim Erdoğan da öyle. Uzatmayalım, bu saydıklarımın ardından Ercan Kesal, Ayça Damgacı, Güven Kıraç, Hülya Koçyiğit, Aslı Özge, Defne Halman ve Azize Tan'ı da aldıktan sonra işin tören kısmına geçiyoruz. 

Emek Yerinde Güzel!
Töreni önce salondan izliyor ve önceden hazırlanan, izleyicilerin önünde duran dövizlerle görsel anlamda daha da bir büyüyen Emek protestosunu yerinde gözlemliyorum. Bir tarafında Emek Yerinde Güzel, diğer tarafında Yaşasın Emek yazan dövizler gece boyunca sık sık çıkacak karşımıza, tahmin etmek zor değil. Emek'i anlatmak, unutturmamak için sahneye gelen iki isimden Hülya Koçyiğit kısacık konuşmasında salonu hemen eline geçiriyor ve "Emek hepimizin" diyerek yeniden pankartları havalandırıyor. Nejat İşler ise elindeki kağıttan okuduğu konuşmasında sık sık tökezleyerek beklemediğimiz bir performans sergiliyor doğrusu ama olsun, önemli olan Emek davasını mümkün olduğu kadar yüksek sesle duyurmak ve geniş kitlelere ulaştırmak. Peter Weir'dan Carlos Reygadas'a sahneye gelen tüm yabancılar da Emek meselesinin farkında ve hepsi de kendilerince destek veriyorlar davaya.

Cem Yılmaz: "Emek'i satın alacaktım ama..."
Gelelim ödüllere. Sahneye her çıkanın Emek'i andığı ve bir süre sonra bir göreve dönüşen Emek konuşmalarının yaşandığı gecede Cem Yılmaz'ın "Emek'i satın alacaktım ama bir baktım ki, zaten Emek bizimmiş" sözleri akılda kalan sözlerden oluyor. Ayrıca "sinemacının motivasyonu gazdır" sözleri de bol alkış alıyor Yılmaz'ın. Seyfi Teoman'ın dev ekranda beliren fotoğrafı ise herkesin içini acıtıyor bir kez daha. Uzatmayayım, işte ödüller.

Sen Aydınlatırsın Geceyi törenden 4 ödülle ayrıldı
En İyi Film: Sen Aydınlatırsın Geceyi
En İyi Yönetmen: Aslı Özge ( Hayatboyu )
Jüri Özel Ödülü: Devir ( Derviş Zaim )
En İyi Kadın Oyuncu: Sema Poyraz ( Özür Dilerim ) 
En İyi Erkek Oyuncu: Ercan Kesal ( Yozgat Blues ) 
En İyi Senaryo: Onur Ünlü ( Sen Aydınlatırsın Geceyi )
En İyi Görüntü Yönetmeni: Emre Erkmen ( Hayatboyu )
En İyi Kurgu: Emre Boyraz ( Sen Aydınlatırsın Geceyi )
Seyfi Teoman En İyi İlk Film: Köksüz ( Deniz Akçay Katıksız )

Carlos Reygadas ile Atlas Pasajı'nda
Daha da geri gidersek... Cumartesi. Saat 16.45. Mekan: Atlas Sineması pasajı, Sefahathane'nin önü. Her ne kadar Sefahathane'de Guiness birası satılıyor oluşu ruh halimi yükseltse de, röportaj için randevulaştığımız Carlos Reygadas'ın kayıp olduğu haberi beni endişeden endişeye sürüklüyor. Gerçi bana neyse, kaybedenler düşünsün diyorum içimden ve az sonra iyi haber geliyor zaten, bulunmuş, yolda ama çok aç. Berna'dan öğrendiğim kadarıyla Reygadas ve eşi araba kiralayıp Trabzon'a gitmişler, gezmeye! Böylesini de ilk kez görüyorum herhalde. Gerçi güzel yer Trabzon, Karadeniz ama çok uzak, yollar çok tekinsiz, nasıl cesaret etmiş ve nasıl yollamışlar? Bunları düşünürken, röportaj için ilk kararlaştırdığımız mekanın ( Atlas'ın fuayesi ) çok da iyi bir görüntüsü olmadığını anlıyor ve yeni bir yer aramaya başlıyoruz. Sonunda Pasaj'ın içine kuruluyoruz ve gelen geçen insanların arasında yapmaya karar veriyoruz söyleşiyi. Az sonra geliyor Reygadas ve tanışma faslından sonra eline tutuşturulan dürüm döneri yemeye başlıyor. Bu sırada öğreniyorum ki Trabzon'a gitmekten vazgeçmiş ve Gelibolu'ya gitmiş. Eh, biraz daha yakın. Neden gittiniz diyorum, meraktan, gezmeye diyor. Bir şeyler çektiniz mi oraya gitmişken diyorum, hayır, kamera bile getirmedim yanımda diyor. Güzel bir söyleşi oluyor ( umarım NTV'de bir kısmını, Yer Gösterici'de daha uzun bir kısmını bulacaksınız ). Sonrasında i-Pad'imi imzalarken elimdeki Sight & Sound'u görüyor ve "Buradan mı aldın bunu? İçimde benimle ilgili yazı var" diyor. Bilmez miyim, yol boyu metroda o yazlıları okudum zaten. Üstelik bazı yazılar bayağı saldırgandı dergideki. "Bu Quintin var ya" diye başlıyor Reygadas ve dergideki yazılardan birini yazan film eleştirmenine alenen saydırmaya başlıyor. Sonra "Nereden aldın dergiyi, ben de alayım, Mephisto'da vardır herhalde" diyor ama ben kendi elimdekini veriyorum elbette. "Annem için, o biriktiyor da bunları" diyor. Anneler böyledir diyorum ben de veda ederken. 


12.04.2013

Günün trailer'ı: Elysium



Neill Blomkamp'ın sabırsızlıkla beklediğim filmi Elysium'un film hakkında çok fazla açık vermeyen trailer'ı yayınlandı. District 9'ı çok beğenmiştim ve bu yüzden de Elysium konusunda çok heyecanlıyım ama hevesim de kursağımda kalabilir tabii. Umarım beklentileri fazla yükseltmemişimdir.

Festival Notları 2


Nerede kalmıştık? İstanbul Film Festivali dünyadaki en uzun festivallerden biri, 15 gün sürüyor ve başıyla sonu arasında insan resmen kaybolabiliyor. Şimdi hatırlamaya çalışıyorum örneğin, yukarıdaki fotoğraf aşağıdakinden önce mi, sonra mı çekilmişti diye ve açıkçası zorlanıyorum. Neyse ki, notlarım, yazdıklarım var ve tam bir kronoloji çıkaramasam da yaklaşık bir sıralama yapabilirim. Yine de önce yukarıdaki fotoğrafla başlayayım. Gördüğünüz gibi Hollywood'un bir dönem en parlak genç yıldızlarından Stephen Dorff da İstanbul Film Festivali'nin konukları arasındaydı. Kendisiyle Cuma gecesi Cezayir Lokantası'nda, NTV Belgesel Kuşağı için düzenlenen akşam yemeğinde bir araya geldik ve Gece Gündüz için bir söyleşi yaptık. Gelene kadar festivalde 3 filminini birden gösterildiğini bilmeyen Stephen Dorrf son derece rahat ve komplekssiz bir yıldız gibi göründü bana. Biz birçok havalı yıldızın nelere burun kıvırdığını gördüğümüz için biraz temkinliydik ama Dorff gayet içten ve kaçamak yapmadan konuştu, uzun uzun cevaplar verdi. Meraklısı buradan izleyebilir.



Aynı gece Free Radicals filminini yönetmeni Pip Chodorov da oradaydı ve yanında 16 mm'lik kamerası da vardı. Filminin sonunda herkese "film kullanın" çağrısı yapan ve Mike Figgis'in ( bkz. aşağıya ) aksine Kodak'ın batmadığını ve hala film ürettiğini söyleyerek dijital teknolojilere hiç prim vermediğinden bahsetti. "Kalem kağıt da ucuz, ama bu her eline kalem alanın güzel bir roman yazacağı anlamına gelmez" dedi. Aslına bakarsanız Chodorov ile uzunca bir söyleşi yaptık ama maalesef programda kısa bir bölümünü kullandık. Belki Yer Gösterici'de daha uzun bir versiyonuna yer veririz. Kısa versiyon için buraya bakabilirsiniz. Hem Chodorov, hem de diğer belgesel yönetmenleriyle yaptığımız röportajları bulabilirsiniz yukarıdaki linkte.


Mike Figgis ile ise geçtiğimiz Çarşamba günü buluştuk. Yapay ışık kullanmamızı istemeyen Figgis koltuğunu pencerenin kenarına çekti ve gerçekten de çok güzel bir görüntü sunmuş oldu bize. Chodorov'un aksine fena halde dijitalci olan Figgis bu yeni teknolojileri ilk kullanan isimlerden bildiğiniz gibi. Bir kısmını İstanbul'da çektiği Love Live Long filminden tutun da, sinemanın geleceğine kadar bir çok konuda lafladık kendisiyle. Yer Gösterici'de okuyacağınızı umuyorum.



Bu arada izlediğim belgeseller arasında bir tanesinin beni özellikle etkilediğini itiraf etmeliyim. Başlarda bir türlü neye baktığımı kavrayamadığım Leviathan kısa süre içinde beni kavradı ve tuhaf üslubuyla resmen büyüledi. Tamamı bir balıkçı teknesinde ve okyanusun orta yerinde geçen film fena halde izlenimci, uzun planlarıyla izleyicinin sabrını sınayan en sonuçta olağanüstü bir deneyim yaşatan ustaişi bir belgesel. Ölü bir balığın gözüne kilitlenen ve dsaha sonra balıkçının neredeyse yakaladığı balığınkiler kadar ışıksız gözleriyle izleyiciyi yüzleştiren kamerasıyla Lucien Castaing-Taylor ve Verena Paravel belgeselde deneysel bir tavrın nasıl olabileceğine dair net bir yanıt veriyorlar sanki.



Rumen sinemasının yeni yıldızı Calin Peter Netzer de festivalin konukları arasındaydı. Tam da gideceği gün bir araya geldik kendisiyle. Küçük yaşta ailesiyle birlikte Almanya'ya gittiğini ( yani aslında kaçtıklarını ) ve Çavuşevsku'dan sonra ülkesine geri döndüğünü ( ailesi dönmemiş ama ) anlatan Calin Peter Netzer alçak sesle konuşan, handiyse utangaç ama ne dediğini çok iyi bilen, laflarını hızla tartıp, güvenle sarf eden bir sinemacı. Rumen sinemasının son yıllarda hep toplumun alt tabakalarını ya da kırsal kesimi anlattığını söyleyen Netzer Child's Pose filmiyle biraz da burjuva kesimini anlatmak istediğini söyledi.



Kurulduğumuz yere gelmeyip biraz da sinirli bir tavırla ( bize değil de, festival görevlisine göstermiş bu sinirini ) bizi yanına çağıran Danis Tanovic ise festivalin Oscar ödüllü konuklarındandı. Yanına indiğimizde hiç de sinirli değildi gerçi ama egosu fena halde yüksek biriyle karşı karşıya olduğumuzu anlamak zor olmadı. Sorularıma "hep aynı şeyler" tavrıyla ama sıkılmadan yanıt veren Danovic söyleşi sonunda iPad'imi uzatıp imza istediğimde bir hayli eğlendi. "İlk kez dijital imza atıyorum" diyen Tanovic'in başrolünü gerçek bir hurdacıya verdiği Bir Hurdacının Hayatı adlı filmi topu topu 9 günde çektiğini duymak da beni şaşırttı doğrusu. Oscar kazansa da film çekmek için para bulmanın hep çok zor olduğunu söyleyen Tanovic'e Hollywood'dan teklif alıp almadığını da sordum. "Çok aldım, ama hiçbiri çekmek isteyeceğim filmler değildi" dedi. En azından bu tavrı için bile alkışlanır bence.

10.04.2013

Cannes'da açılış Audrey Tautou'nun



15 Mayıs'ta başlayacak 66. Cannes Film Festivali'de açılış ve kapanış törenlerini Amelie rolüyle hafızalara kazınan Fransız oyuncu Audrey Tautou sunacak. Daha önce açıklandığı üzere açılışta Baz Luhrman imzalı The Great Gatsby adlı 3 boyutlu film gösterilecek. Jüri başkanlığını Steven Spielberg'ün üstleneceği festival 26 Mayıs'ta yapılacak ödül töreniyle sona erecek.

9.04.2013

Günün afişi


Festival devam ediyor ve hala gündemin en üst sırasında Emek var ama yine de merakla beklediğim bir filmin afişini sizinle paylaşmadan da edemeyeceğim. Neill Blomkamp'in yeni filmi Elysium ufukta gözüktü. 2159 senesinde, dünyamızın kirlilik, nüfus patlaması ve çekişmeler yüzünden mahvolduğu bir zaman diliminde geçen filmde Matt Damon başrolü üstleniyor. Zenginlerin dünyayı terk edip gittiği filmde Damon dünyada kalan ve 5 gün içinde Elysium'a giden yolu bulması gereken Max karakterini canlandırıyor.

8.04.2013

Emek bizim de, İstanbul kimin?


Sahi kimin gerçekten? Bir şehri şehir yapan şey içinde yaşayanlar ve şehrin mimarisiyse eğer, tam da bu mimarinin en önemli parçalarından birinin yıkılmaya çalışıldığı şu günlerde İstanbul kimin diye sormak çok mu abes, yanlış, manasız? Belki. Kimilerinin öyle bulduğu açık, köşelerinden duyuruyor ve buyuruyorlar. Ama biz yine de sormalıyız, yaşadığımız şehir kimin, biz bu şehirde nasıl yaşıyoruz ve yaşadığımız şehre sahip çıkıyor, çıkabiliyor muyuz?

Emek Sineması'nın şu andaki hali
Dün, yani 7 Nisan 2013'te gördük ki, Emek Sineması topu topu bir avuç sinema tutkununun umurunda ve onları da ancak döverek, biber gazı sıkarak, sürükleyerek, hapse atarak durduruyor devletimiz, polisimiz. Birilieri tarihi yokedip yerine para basacağı düşünülen bir ticarethane yapacaklar diye, ve bir başkaları da bundan nemalanacaklar diye devletimiz basıyor sopayı, sıkıyor gazı, boğazlıyor sinema yazarını, sinemacıyı, sinemaseveri. Oysa bu insanlar hepsinden önce İstanbullu, İstanbul aşığı, İstanbul çocuğu ( nerede doğmuş olurlarsa olsunlar). Emek kadar Taksim'e de üzülüyorlar, Sulukule'ye de, 3. Boğaz Köprüsü adına yok edilecek ormanlara da. Ama mesele şu ki, İstanbul bizim falan değil artık; AVM sahiplerinin, inşaat baronlarının, paraya tapanların, tarihi ve insanı umursamayanların kenti maalesef. Emek kelimesinden her anlamda korkanların kenti İstanbul. Çıksın haydi kimse o "yeni" Emek Sineması'nı işletecek babayiğit de bir ses versin bakalım, yüzü kızarmadan, utanmadan. Ama yok, olsa da o denli yüzsüz oluyor ki insanoğlu kimi zaman, gözünüzün içine baka baka "N'olmuş, o da sinema, bu da, hem bizim koltuklarımız daha konforlu" diyebilir. Diyeceklerdir de. İstanbul onların kenti ne de olsa. Muktedirler onlardan yana, onların arkasında, sıvazlıyorlar sırtlarını. Biz Emek'çilere ise gaz yemek, istifa etmek ama direnmekten vazgeçmemek, susmamak, mücadeleyi sürdürmek kalıyor. Diğer yanağımızı çevirmeyeceğiz artık, kalmadı zira.

5.04.2013

Roger Ebert 1942 - 2013


Kimilerine göre insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelilk başparmağıdır. Başka hiç bir canlının anatomisinde bizdeki gibi değildir başparmak ve bu başparmak sayesinde alet kullanabilir, alet yapabiliriz. Roger Ebert'i diğer film eleştirmenlerinden ayıran en önemli değil se de en belirgin özellik de yine onun başparmağı olmuştur demek çok da yanlış bir saptama olmaz herhalde. Onun deyimiyle "thumb up" alan film sınıfı geçer ve "thumb down" dediği film de yerin dibine geçer. Hele ortağı Gene Siskel ile birlikte aynı görüşte oldukları zaman durum iyice netleşir, zira o zaman "two thumbs up" ya da "two thumbs down" verirler ki, rezil ya da vezir olmanın ecnebicesidir tam manasıyla. Uzatmayayım, Pulitzer ödülü alan ilk film eleştirmeni Roger Ebert 70 yaşında hayata veda etti ve dünyanın dört bir yanındaki eleştirmenleri bir anlamda öksüz bıraktı. gelmiş geçmiş en iyi film eleştirmeniydi diyemeceğim ( David Thompson, Pauline Kael gibi isimler var ondan daha önce saymamız gereken ) ama şüphesiz en popüleriydi. Bizde nasıl film eleştirmenliği Atilla Dorsay adıyla özdeşleşmişse, ABD'de de Rogert Ebert adıyla özdeşleşmiştir. Ne diyelim, yolu açık olsun.

2.04.2013

Festival Notları - 1


Bir festival koşturmacası daha başladı işte. Benim için fiilen Cuma akşamüstü yaptığımız Gece Gündüz yayınıyla başladı diyebilirim. Yukarıdaki fotoğraftan da anlayacağınız gibi canlı yayın konuğumuz festivalin gözde konuklarından Patricia Arquette idi ve kendisiyle hem yayında hem de yayın sonrasında keyifli bir sohbet yaptık. Yayın sırasında Yekta'nın sorduğu Tony Scott'ı nasıl hatırlıyorsunuz sorusu Arquette'i bir hayli sarstı ve hatta güzel oyuncu gözyaşlarına hakim olmakta zorlandı. İzlememiş olanlar buradan göz atabilir ve hatta atmalıdır bence. Onun dışında son derece pozitif, hoş sohbet ve komplekssiz bir kadın Patricia Arquette. Tanıştığıma çok sevindiğim insanlardan biri oldu diyebilirim.


Açılış töreni yine Emek protestolarıyla başladı. salonun arka taraflarına konuşlanmış SİYAD üyeleri törenin sunucusu Memet Ali Alabora "Emek" der demez ellerindeki pankartı açıp gürültü çıkartmaya başladılar ve tüm salonun iştirakiyle alkışlar uzun süre dinmedi. Yine de maalesef bu protestolara kulak asan birileri yok ve Emek'imiz gidiyor elden. Acı.


Törende Lale Belkıs, Aytekin Çakmakçı, Ayşe Şasa ve Ahmet Mekin'e festivalin Onur Ödülleri verildi. Her biri de güzel anlar yaşadı sahnede bu saydığım isimlerin ( Şasa hariç, çünkü kendisi gelemediği için ödülünü semih kaplanoğlu adlı ). Lale Belkıs "Bana kötü kadın diyorlar, ama değilim, ben güçlü, kendi ayakları üzerinde duran kadınları oynadım hep" dediğinde müthiş bir alkış aldı haklı olarak. Aytekin çakmakçı son derece heyecanlıydı ve "Bizim işin düzensiz saatleri yüzünden, çocuklarımı bensiz büyüten eşime adıyorum bu ödülü" derken hem kendisi ağladı, hem de tüm salonun içini şöyle bir titretip geçti. Ahmet Mekin'in ödülünü ise Türkan Şoray verdi ve ikilinin sahnedeki elele, gözgöze hali görülmeye değerdi doğrusu. "O gözlerinizle bana bakınca bir fena oluyorum" dediğinde Türkan Sultan herkes anladı, hatırladı, hayale daldı sanki. O kadar güzeldi.



Açılış filmi Pedro Almodovar'ın Aklımı Kaçıracağım adlı komedisiydi. Aslında tam bir seks komedisi çekmiş Almodovar ve yer yer bir hayli de komikti. Ama bir süredir Almodovar'dan uzaklaştığımı hissediyorum ve eski filmlerini özlüyorum sanki. Yine de fena değildi ve keyifle izlendi bence ama İstanbul Film Festivali yöneticilerinin artık bir Türk filmiyle açmak gibi bir alışkanlık edinmeleri gerektiği kanısındayım ben. Bence dünya ya da Türkiye prömiyerini yapan bir yerli filmle açmak gerek bu köklü ve güzel etkinliği. Bu yıl için örneğin Uğur Yücel'in ya da Aslı Özge'nin filmi gayet güzel bir açılış olurdu. Umarım bu önerim ciddiye alınır.


Festivaldeki ilk röportajım yukarıda fotoğrafını gördüğünüz Danimarkalı sinemacı Bille August ile oldu. Son filmi Lizbon'a Gece Treni'nin gösterimi sırasında fuayede söyleştiğimiz August son derece sıcak, sakin ve gerginlikten uzak biri. Dünyanın farklı coğrafyalarında, değişik oyuncularla çalışmış birinden daha farklı bir ruh hali bekliyor insan ama ne de olsa kuzeyli; soğukkanlı bir adam.



İlk izlediğim filmse ( Almodovar'ı saymazsak ) Peter Greenaway'in Goltzius and the Pelican Company adlı filmi oldu. Tam da beklediğim gibi birinci sınıf bir iş çıkarmış Greenaway. Rembrandt'ın Nightwatch tablosu üzerinden kurguladığı bir komplo teorisiyle başladığı "Hollandalı Ustalar" serisine bu kezHendrik Goıltzius'un hayatını anlattığı ve bol bol seksten bahsettiği bir filmle devam etmiş. Devamı da Hieronymus Bosch ile gelecek bildiğim kadarıyla.



Bugün Barbara Sukowa ile kaldığı Martı otelde buluştuk ve yine keyifli bir sohbet yaptık Alman oyuncuyla. Ortayaşın eşiğinde olmasına rağmen hala etkileyici bir güzelliği var Sukowa'nın. Sözlerini kendinden emin ama tartarak sarfeden güçlü bir karakter var karşımda. Hannah Arendt rolünün hakkını verebilmek için bir felsefe öğrencisinden yardım aldığını söylediğinde işini ne kadar ciddiye aldığını da anlamış oluyorum. Bir çok oyuncu bir iki makalesini okuyup geçerdi oysa. "Benim yaşımdaki kadınlar için böyle güzel roller pek çıkmıyor sinemada. Aşk ya da dram genelde gençlerin yaşayacağı şeyler olarak görülüyor" diyor laf arasında ve gülüyor. İlk kez geldiği İstanbul'da biraz turistlik ettiğini ama tam da Paskalya zamanı olduğu için kalabalıktan Aya Sofya'ya bile giremediğini söylüyor. Olsun Barbara, vakit geç değil, gezmek için de, aşık olmak için de.