29.11.2013

Tarantino'ya göre 2013'ün en iyi filmleri


Her yıl kimi dergi ve sinema portallarının yanı sıra ( ki bunlarda genellikle sinema yazarlarının seçtikleri yer alır ) kimi ünlü isimler de yılın en iyilerini seçtikleri listeler yayınlarlar. Stephen King bunlardan biridir örneğin. Hatta King yılın kitaplarını da sıralar, dizilerini de. Bu konuda görüş bildiren bir diğer şöhretli şahsiyet de Quentin Tarantino. Üstad bu yılın en iyi filmlerini ( ama sadece Eylül ayına kadar, yani bir revize gelebilir ) aşağıda görüldüğü şekilde, alfabetik olarak sıralamış. Doğrusu Tarantino'nun listesiyle benim henüz oluşturmadığım muhtemel liste arasında en fazla 1 ya da zorlasanız 2 film çakışır. Durum bu derece vahim yani.

Tarantino'ya göre 2013'ün en iyileri:

1. Afternoon Delight - Jill Soloway
2. Before Midnight - Richard Linklater
3. Blue Jasmine - Woody Allen
4. The Conjuring - James Wan
5. Drinking Buddies - Joe Swanberg
6. Frances Ha - Noah Baumbach
7. Gravity - Alfonso Cuaron
8. Kick Ass 2 - Jeff Wadlow
9. The Lone Ranger - Gore Verbinski
10. This Is The End - Seth Rogen, Evan Goldberg

Cahier du Cinema'ya göre 2013'ün en iyi filmleri

Cahier du Cinema'ya göre 2013'ün en iyi filmi Stranger By the Lake
Yıl sonu listeleri başladı bile gördüğünüz gibi sevgili Devamlılık Hatası takipçileri. Benim görebildiğim kadarıyla ilk listeyi de Cahier Du Cinema yayınladı. Aşağıda prestijli fransız sinema dergisinin 10 filmlik listesi var. Doğrusunu isterseniz ben daha sağlam bir seçki beklerdim. En basitinden Lincoln ve Spring Breakers benim listemde olmaz, o kadarını söyleyeyim. Siz de bir inceleyin, bakalım ne düşüneceksiniz?

1. Stranger By the Lake - Alain Guiraudie
2. Spring Breakers - Harmony Korine
3. Blue Is The Warmest Color - Abdellatif Kechice
4. Gravity - Alfonso Cuaron
5. A Touch of Sin - Jia Zhang Ke
6. Lincoln - Steven Spielberg
7. La Jalousie - Philippe Garrel
8. Nobody's Daughet Haewon - Hong Sang-soo
9. Youn and the Night - Yann Gonzalez
10. La Bataille de Solferino - Justine Triet

Yılın oyuncularını bir de böyle izleyin



Yıl boyunca çok güçlü oyunculuk performansları izledik ama en iyisi hangisiydi bir türlü karar veremedik. Önümüz Oscar malum, yavaş yavaş kafamızı toplamamız lazım. İşte New York Times bu konuda hepimize ( ve aslında en başta Akademi üyelerine ) müthiş bir hizmette bulunmuş ve dünyaca ünlü Polonyalı görüntü yönetmeni ( ve son zamanlarda yönetmen ) Janusz Kaminski'ye "Making a Scene" başlıklı 11 kısa film çektirmiş. Her biri 1 dakika civarında olan bu filmlerde bu yılın dikkat çeken oyuncuları rol alıyor. Cate Blanchett, Greta Gerwig, Robert Redford, Isaac Oscar, Forest Whitaker gibi isimlerin rol aldığı kısa filmlerin her birinde diyalogları da Spike Jonze, J.C. Chandor, Jeff Nichols, Nicole Holofcener, Lake Bell gibi tanınmış yönetmen ve oyuncular yazmış. Her filmin de farklı bir janrda çekildiğini ( Western, film noir, komedi vs ) ekleyelim. İyi seyirler.



















26.11.2013

Eskiye rağbet, hem de ne rağbet


Aslında buna benzer haberleri ayda en az bir iki kez vermek mümkün. Hatta belki de daha sık. Sinemaya dair hatıra toplayan o kadar çok koleksiyoner var ki, müzayedelerin ardı arkası kesilmiyor. Örneğin yukarıda gördüğünüz afiş ( The Big Sleep'in fransız afişi ) tam 21.510 dolara alıcı bulmuş geçenlerde. Yaklaşık 80 yıllık bir afiş ne de olsa. Aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüz şahin heykeli de ( ki Maltese Falcon filminde kullanılan orijinal heykellerden biri olduğu iddia ediliyor satılanın ) 4 milyon 85 bin dolara satıldı. Tüm bunlar bana "Neden bizim sinema sektörümüzde böylesi müzayedelerin düzenlenmiyor?" sorusunu sorduruyor haliyle. Ne yazık ki sanata, sinemaya verilen değerle ilgili bir konu bu. Bunu da çözmek vakit alacağı gibi, bu sırada geçen zaman zarfında geçmişimize dair belge ve eşyaların da gitgide azalacağını tahmin etmek zor olmasa gerek.


Festivalci dostlara bir öneri


Yukarıda afişini, aşağıdaysa yeni trailer'ını gördüğünüz Ms. 45 adlı kült Abel Ferrara filmi şu sıralar yeniden salonlara çıkmak üzere. HD olarak yeniden master edilen film dilsiz bir kadın terzinin tecavüze uğradıktan sonra başladığı şiddet dolu intikam yolculuğunu anlatıyor. Zoe Lund'un başrolünü oynadığı 1981 yapımı düşük bütçeli filmde Abel Ferrara "Birinci Tecavüzcü" rolünü de üstlenmiş. Amerika'da bir çok kentte vizyona girecek filmi biz de, naçizane, festival direktörü dostlarımıza öneriyor ve onlardan bizi bu zevkten mahrum bırakmamalarını rica ediyoruz.

Günün trailer'ı: The Secret Life of Walter Mitty



James Thurber'ın ( ki Amerika'nın en önemli mizahçılarından biriydi ) 1939 tarihli aynı adlı hikayesinden uyarlanan The Secret Life of Walter Mitty sayısız filmde izlediğimiz Ben Stiller'ın yönetmen olarak imzasını attığı 5. film. Hikaye bundan yıllar önce ilk kez filme aktarıldığında başrolünü Danny Kaye oynamıştı. Norman Z. McLeod'un yönettiği ilk filmi bulabilirseniz onu da izlemenizi tavsiye ederim. Ben şimdilik ikisinin de trailer'ını paylaşıyorum, iştah açıcı niyetine.

21.11.2013

Günün afişi


Fazla söze gerek yok, muhteşem!

Hitchcock kesmeleri nasıl sakladı?

How Alfred Hitchcock hid 10 Edits in ROPE from Vashi Nedomansky on Vimeo.

Yukarıdaki kısa videoda Alfred Hitchcock'un 1948 tarihli Rope filminin 10 kesmesi var. Bilindiği gibi Hitchcock tüm filmi kesintisiz olarak çekmeyi planlamış ve herkesi de bir şekilde tek planda çektiğinde inandırmıştı. Tek plan filmlere son yıllarda daha sık rastlıyoruz ama 40'lı yıllarda bu ilk kez Hitchcock tarafından dendmişti ve tabii ki aslında filmi tek planda çekmemişti. Çekemezdi de. O yıllarda bir planın 10 dakikadan uzun sürmesine imkan yoktu, teknik kısıtlamalar yüzünden. Hitchcock da filmi çekerken 10 kesme kullandı haliyle ama bunları o kadar iyi gizledi ki seyircide sanki tek planda çekilmiş hissini uyandırdı. Montajcı Vashi Nedomansky üşenmemiş ve Rope'un içindeki 10 kesmeyi toparlayıp bir videoda meraklısı için arka arkaya bağlamış. Bu 10 kesmenin yarısı bir objeye ya da oyuncuya odaklanıp karartma yöntemiyle yaptığı yumuşak hareketler, geri kalanıysa bildiğiniz kesmeler. Dikkatli gözler bunların büyük kısmını zaten filmi izlerken yakalamıştır ama bazı kesmeler o kadar ustaca ki, yakalayamamış olmanız şaşırtıcı olmaz. Öte yandan Hitchcock fransız sinemacı Truffaut ile yaptığı uzun söyleşide Rope ile olarak "Yaptığım bir hataydı, sinema montaj demektir zira" diyerek çok da kendine hayran bir sinemacı olmadığını göstererek alçakgönüllülüğünü de kanıtlamıştır.

Mad Max'ten haber var


Daha geçenlerde konuşuyorduk Mad Max'in erdemlerinden. Gerçekten de distopik sinema deyince akla ilk gelen üç beş filmden biridir Mad Max ve gelecek kurgusu da bir hayli gerçekçi ve isabetlidir. Bir varil benzin için birbirimizin boğazını sarılmadan hemen önce durup bir Mad Max'i anımsar mıyız bilemiyorum ama filmin yeni versiyonunun ne zaman vizyona gireceğini biliyorum: 15 Mayıs 2015. Tam adı Mad Max: Fury Road olan filmde uzun yıllar Mel Gibson ile özdeşleşen rolü Tom Hardy devralıyor. İlk üç Mad Max filminin de yönetmeni olan George Miller'ın çektiği filmde ayrıca Charlize Theron, Nicolas Hoult, Rosie Huntington-Whiteley ve Nathan Jones da rol alıyor. Bu arada filmin 3D olarak vizyona çıkacağını da belirteyim.

Blofeld geri dönebilir


Ayağını denk al 007, en dişli rakibin geri dönecek gibi görünüyor. Günün en ilginç haberi bu olsa gerek sevgili Devamlılık Hatası müdavimleri. Geçtiğimiz yıl 50. yaşını idrak eden James Bond'un geçmişindeki en azılı ve kimilerine göre en popüler rakibi Ernst Stavro Blofeld'in yeniden Bond filmlerinde görünebileceği açıklandı. Hatırlayanlar olacaktır, Blofeld Eon yapımı toplam 6 filmde görünmüş ve Bond efsaneleri arasına girmişti. İlk kez 1963 yapımı From Russia With Love'da karşımıza çıkan Blofeld daha sonra Thunderball ( 1965 ), You Only Live Twice ( 1967 ), On Her Majesty's Secret Service ( 1969 ), Dimaonds Are Forever ( 1971), For Your Eyes Only ( 1981) adlı filmlerde de görünmüş ve orijinal seriye dahil edilmeyen Never Say Never Again'de son kez Bond'la savaşmıştı. İşin aslı, 1959 yılında Ian Fleming ile birlikte Thunderball'un hikayesini oluşturan Kevin McClory o zamandan beri film haklarıyla ilgili bir hukuk savaşındaydı. Blofeld karakterini de kendisinin yarattığını iddia eden McClory 2006'da ölmüş, davasını mirasçıları sürdürmeye başlamıştı. Ama son gelen haberler MGM'in filme dair tüm hakları satın aldığı ve taraflar arasında bir uzlaşma sağlandığı yönünde. Böylelikle Bond'un yapımcıları, eğer isterlerse, Blofeld karakterini yeniden hayata döndürebilirler. Daha önce Anthony Dawson, Donald Pleasance, Telly Savalas, Charles Gray, John Hollis ve Max Von Sydow tarafından canlandırılan Blofeld'i 21. yüzyılda kimin canlandıracağı sorusuysa ayrı bir tartışma konusu elbette.

15.11.2013

Wes Anderson'dan yeni bir kısa geldi: Castello Cavalcanti



Günümüzde sinema yapan sayısız yönetmen arasında hiç şüphesiz çok ayrıksı bir yeri var Wes Anderson'ın. Başrolünü Jason Schwartzman'ın oynadığı son kısa filmi Castello Cavalcanti'de de kendine has üslubunun yansımaları var elbette. Ekonomik kamera kullanımı ve yönetmenin tam kontrolünü hissettiren çerçeveler; bir ressam özeniyle renklendirdiği ( ışıklandırdığı ) fotoğraflar ve mizahla duygusallık arasında tuhaf bir denge tutturduğu oyunculuklar yine karşımızda. İlginç bir değişiklik var gerçi, Anderson daha önceki filmlerinin büyük bir çoğunluğunda beraber çalıştığı görüntü yönetmeni Robert Yeoman yerine ustaların ustası Darius Khondji ile çalışmış bu kez. Bu da filmin alıştığımız Anderson tonlarından daha koyu bir tonda görünmesine sebep olmuş ki hiç fena durmuyor bence.

R2-D2 yeni Star Wars'da olacak mı?


Durup dururken bu soruyu sormamın nedeni elbette yukarıdaki fotoğraf. Aralık 2015'te vizyona girecek 7. Star Wars filminin çekimleri henüz başlamadı, hatta bilindiği gibi oyuncu seçmeleri bile sürüyor ama bir yandan da hummalı bir prodüksiyon çalışması yapılıyor. Gördüğünüz fotoğraf da o çalışmalar sırasında çekilmiş. Peki nasıl yorumlamalı bu kareyi? Önceki 6 filmde de yer alan ve bence sinema tarihinin en sevimli robotu R2-D2 yebni filmde de oynayacak mı? Bunu mu anlamalıyız? Yoksa Abrams sadece Star Wars aleminin ikonik simgelerinden birine yeni filmin setini mi gezdiriyor? Bir şey daha var: R2-D2'nun unutulmaz partneri, gevezeler gevezesi, robotlar aleminin Sheldon Cooper'ı C-3PO neden yok bu karede?

John Waters'dan acemi sinemacılara tavsiyeler


"Kendine has" lafını gerçekten hak eden az sayıda sinemacıdan biridir John Waters. Keşke daha çok film çekse de izlesek dediğimiz isimlerden biri kendisi. Bir daha ne zaman film çeker bilemeyiz, ama onu beklerken ( belki de asla gelmeyecek yeni filmini yani ) acemi sinemacılara verdiği öğütlere bir kulak verelim.

Diyor ki Waters:

* Senaryonuzun ilk taslağını kimselere okutmayın. "İlk taslak" diyeceğiniz şey aslında üçüncü, dördüncü, hatta onuncu denemeniz olmalıdır.

* Filminizi bir tretmanla satmaya çalışıyorsanız dosyaya mutlaka bir de reklam fikri ekleyin. Böylece para işlerine önem veren biri gibi görünürsünüz.

* Zenginlerden sakın nefret etmeyin. fakirlerin filme yatırım yaptığı görülmemiştir.

* Seks ya da şiddet kullanmadan NC17 ( 17 yaşın altındakiler izleyemez ) damgası almayı başarırsanız adınız dahiye çıkar.

* Oyuncu kadronuzdan biriyle yatmak kötü bir fikirdir, her zaman teknik kadro daha iyidir.

13.11.2013

Günün trailer'ı: RoboCop



80'li yılların efsane filmlerinden, insan - makine karşıtlığının çarpıcı bir şekilde ele alındığı RoboCop'un yeniden çevrimi için uzunca bir süredir çalışmalar sürüyordu. Her büyük proje gibi sancılı bir süreç yaşandı haliyle ve nihayet Jose Padilha'nın yönetmenliğinde film kotarıldı. Padilha ilginç ama bir bakıma da çok yerinde bir seçim gibi. Brezilyalı sinemacı Tropa de Elite filmiyle ( ve devamıyla ) büyük sükse yapmış ve Hollywood'un radarına yakalanmıştı. Berlin'de En İyi Film ödülü olan Altın Ayı'yı da alan Tropa de Elite, izleyenler hatırlayacaktır, Rio de Janeiro'da uyuşturucu tacirleriyle polis güçleri arasındaki savaşı anlatır ve polisin de en az uyuşturucu baronları kadar kanunsuz davrandığını gösterir. Samuel L. Jackson, Gary Oldman, Michael Keaton ve RoboCop rolünde Alex Kinnaman'ın rol aldığı filmi bu yüzden merak ediyorum en azından.

12.11.2013

Kritik: Frances Ha


Frances Ha'nın ortalarına doğru bir sahne var: David Bowie'nin 80'li yıllarda ünlenen Modern Love şarkısı eşliğinde Frances Ha New York sokaklarında koşmaktadır. Halinden tavrından kendini iyi hissettiği, en yakın arkadaşı Sophie'nin evden ayrılmasının ardından yeni dostlar edindiği için hayata umutla baktığı anlaşılmakta, hatta genç kadın koşmayla dans etmek arasında gidip gelmektedir. Bundan 27 yıl önce ( tam da filmdeki Frances Ha'nın doğduğu yıl ) çekilen bir başka filmde, Mauvais Sang'da aynı şarkı eşliğinde Denis Lavant'ın Paris sokaklarınnda koştuğu sahneye bir göndermedir aslında yukarıda anlattığım. Ya da negatifidir belki, biri renkli/ diğeri siyah beyaz, birinde bir erkek / diğerinde bir kadın, birinde sağa doğru / diğerinde sola doğru koşmaktadır oyuncu. Belli ki Leos Carax'ın filmi etkilemiş Noah Baumbach'ı ( ya da senaryoda imzası olan Greta Gerwig'i ) ve bu sahneyle 80'li yılların fransız sinemasına ve o dönemin belki en ayrıksı, en karanlık filmine bir selam göndermek istemiş. Aldık, kabul ettik.


Frances Ha her şeyden önce, her şeyden çok bir kadın filmi. Filmde Noah Baumbach'ın imzası var gerçi ama başrolü üstlenen ve senaryoya da katkıda bulunan Greta Gerwig'in baskın olduğu su götürmez. Bu yılın bir başka "kadın baskın" filmi The Blue Jasmin'den çok daha belirgin bir kadın bakışı var örneğin. The Blue Jasmin'de Cate Blanchett'ın olağanüstü performansına rağmen ( Oscar'ı alacağına şimdiden emin olanlar var ) filmin genel havasına Woody Allen'ın hakim olduğunu hissediyorken; Frances Ha'da ( ki burada da Greta Gerwig'in muhteşem bir oyunculuğu var ) yönetmenin ve dolayısıyla erkek bakışının değil, daha çok Greta Gerwig'in ve dolayısıyla kadın bakışının öne çıktığını görüyoruz. Çoğu kez erkek gözüyle aktarılan cinselliğin filme hemen hemen hiç sızmaması da bunun bir göstergesi bir yerde. İşin bu kısmı ayrı bir tartışma konusu ama erkek gözüyle filme aktarılan kadın cinselliğinin bile erkeklere hoş gelen bir açı ve kadraj mantığıyla çekildiğini düşünüyorum. Ama konumuz, en azından şimdilik, bu değil.



Frances Ha bir kadın filmi derken yanlış da anlaşılmasın, film hiçbir şekilde kadınların sorunlarını, toplumsal hayat içinde yaşadıkları zorlukları, erkek egemen bir sistemde karşılaştıkları engelleri öne çıkarıp bunları "irdeleyen" bir kurguda ilerlemiyor. Kelimenin kaba anlamıyla siyasi bir feminizm derdinde değil. Evet dans kariyerini ilerletmek adına türlü sıkıntıya düşen Frances'in ayakta durmakta zorlandığını, parasızlıktan garsonluk yapmak zorunda kaldığını ve yine maddi zorluklar yüzünden sürekli ev değiştirdiğini görüyoruz film boyunca ama Frances Ha daha çok baş karakteri üzerinden insan ilişkilerinin ele alındığı bir film. Dostluk, aile, aşk, iş gibi bir kadının hayatı boyunca karşılaştığı sosyal ilişki modellerinin farklı yansımalarını izliyoruz filmde. Kendini dansıyla ifade etmek isteyen bir kadının bir türlü aradığı çıkışı bulamayıp kendi içine hapsolmasıyla birlikte tüm bu ilişki modellerinde de nasıl başarısızlığa mahkum olduğunu anlatıyor Frances Ha. Kafasındaki müzikle birlikte kopup gitmek isterken bir anda müziğin kesilmesiyle hayatının da kesintiye uğraması hem bir duygu, hem de katı bir gerçek olarak geçiyor bize de. Yeni tanıştığı bir kadının dediği gibi yaşlanıyor ama bir türlü büyüyemiyor Frances ve bu da onu depresyona soksa da uğraşmaktan vazgeçmiyor. Adı uzun geldiği için kapıdaki zile sadece Frances Ha yazıyor belki ama bir şekilde kendini dünyaya açmanın, ifade etmenin yollarını da bulacağını biliyor. İşte filmin en büyük başarısı da bu galiba; kolaya kaçmadan, yarattığı atmosfere hikayesini, karakterini ve izleyiciyi hapsetmeden gölgeli de olsa bir çıkış yolu gösterebilmesi. Bu da az şey değil bana sorarsanız.

8.11.2013

Nymphomaniac'ı beklerken


Lars Von Trier'nin yine çok konuşulacağını tahmin ettiğim son filmi Nymphomaniac yakında izleyiciyle buluşacak. Söylenen o ki film 25 Aralık'ta Danimarka'da vizyona girecek. Bu durumda Cannes'a katılacak mı, orası belirsiz, zira yanlış hatırlamıyorsam Cannes genellikle dünya prömiyeri ister. Herneyse, filmi hangi festivalde izleriz bilemem, hatta ticari vizyona girer mi, girerse sansürlü mü girer, orası da bilinmez ama geçenler filme dair 14 görsel basına servis edildi ve her biri de alabildiğine kışkırtıcı. Tam da beklendiği gibi.














Günün trailer'ı: The Raid 2: Berandal



2011 tarihli Endonezya yapımı The Raid son yılların en sağlam aksiyonlarından biriydi. Neredeyse tamamı bir apartmanın içinde geçen ve akla Die Hard'ı getirse de ondan çok daha tempolu ve çok daha aksiyon yüklü bir filmdi. Filmin yönetmeni Gareth Evans yukarıda trailer'ını izlediğiniz ikinci filmin de yönetmeni ve anladığım kadarıyla bir üçüncüsü de gelecek gibi görünüyor. İlkinin düzeyini tutturabilecek mi, o ayrı bir soru elbette.

5.11.2013

Günün trailer'ı: The Hobbit: The Desolation of Smaug

The Hobbit üçlemesinin ikinci halkası The Desolation of Smaug önümüzdeki Aralık ayında vizyona çıkacak. Yukarıda filmin en yeni trailer'ını görüyorsunuz. Doya doya izleyiniz.

Berlin Film Festivali Wes Anderson ile açılıyor



Wes Anderson'ın merakla beklenen yeni filmi The Grand Budapest Hotel önümüzdeki Şubat ayında düzenlenecek 64. Berlin Film Festivali'nin açılış filmi olacak. Oyuncu kadrosunda Ralph Fiennes, Edward Norton, Tilda Swinton, Willem Dafoe, Jude Law, Harvey Keitel, SaorsieRonan, Mathieu Amalric, Adrien Brody, F. Murray Abraham, Jeff Goldblum ve tabii ki Bill Murray gibi isimlerin yer aldığı film 6 Şubat'ta açılacak festivalde izleyiciyle buluşacak. Bu arada hemen söyleyeyim yukarıdaki kadro son zamanlarda gördüğüm en iddialı oyuncu kadrosu herhalde.




1.11.2013

Günün trailer'ı: Open Grave



İspanyol sinemacı Gonzalo Lopez-Gallego'nun yeni filmi Open Grave özellikle başrolündeki Sharlto Copley yüzünden dikkatimi çekti. District 9'da birinci sınıf bir oyunculuk sergileyen Copley yavaş yavaş uluslararası alanda sağlam bir kariyer inşa ediyor. Bir de Woody Allen'ın radarına girdi miydi tamamdır. Daha önce Apollo 18 filmini izlediğimiz Lopez-Gallego'nun korku türündeki filmi nasıldır derseniz 2014'e kadar bekleyeceksiniz.