20.11.2015

Dünyadan sansür manzaraları


Hep kendi memeleketimizdeki sansürleri konuşacak değiliz ya. Bizde zaten bitmiyor mevzu, bol bol konuşuruz yine, bu kez dünyadan haberlerimiz var. İlki İsrail'den. Guardian'ın haberine göre bizde de bugün vizyona giren Hunger Games serisinin son halkası Mockingjay - Part 2'nin İsrail'de kullanılacak afişlerinden Jennifer Lawrence'ın fotoğrafı kaldırılmış. İsrail'in başta Bnei Brak kenti başta olmak üzere bazı bölgelerinde kadın görüntüsünün yasak olduğu bildirilirken geçmişte bir çok başka bölgede de kadın fotoğrafı olan afişlerin yırtıldığına dikkat çekilmiş. Yani anlayacağınız Jennifer Lawrence'ın görüntüsü, çıplak olmasa da, bazı kesimlerin hassasiyetini rencide ediyor. Sonuç: sansür elbette.


Bir diğer sansür haberi de Hindistan'dan. Variety'nin haberine göre James Bond'un son filmi Spectre'de 007'nin birbirinden güzel kadınlarla öpüştüğü sahneler hunharca kesilmiş. Hindistan'da bu işlere karar veren kuruludan bir üyenin açıklamasına göre kurulun başkanı ve Bollywood yapımcısı Pahlaj Nihalani ülkenin muhafazakar Başbakanı Narendra Modi'nin yardakçısı olduğu için bu kararı aldırmış. Sonuç: yine sansür elbette. Bazı şeyler ne kadar tanıdık değil mi?

Robert Carlyle: Okuduğum en iyi senaryo!



90'lı yılarda İngiliz sinemasını yeniden popülerleştiren filmlerden biriydi Trainspotting. Danny Boyle'un ikinci yönetmenlik denemesi olan film ( ilki de Shallow Grave idi, ki o da çok sağlam filmdir ) 70'li yıllarda Hollywood'un gölgesinde ve gerisinde kalan ada sinemasının sadece yeniden para kazanmaya başlamasına değil, aynı zamanda pek bir cool görünmesine de yol açmıştı. Gerçi 80'li yıllarda Peter Greenaway dünyada ancak David Lynch gibi isimlerin aşık atabileceği denli özgün bir sinema yapıyordu ama izleyicinin kolay kolay tüketebileceği filmler değildi onlar ve fazla fark edilmeden geçip gittiler. Oysa Trainspotting öyle değildi. Hem neredeyse Tarantino kadar "fresh" bir havaya sahipti, hem de özellikle genç izleyicilerin fazlasıyla özdeşlik kurabileceği bir dünyayı anlatıyordu. Bunda filmin kaynak romanının yazarı Irvine Welsh'in de minör dehasının payı büyüktü elbette ama Boyle'un titizlikle bir araya getirdiği oyuncu kadrosunun da hakkını yememek lazım doğrusu. Shallow Grave'le keşfedilen EWan McGregor'un Renton performansı son yılların en dikkat çekici oyunculuklarından biriydi ve o dönem 20'li yaşlarını süren her gencin odasında onun filmin başında seslendirdiği monoloğun yazılı olduğu poster asılıydı. Hani şu "Choose Life" diye başlayan monolog.


Dikkatli sinemaseverler bilirler, bir süredir filmin devamının çekilmesi gündemde. Hatta senaryo bile hazır. Boyle ikinci filmin ilkinden 9 yıl sonrasını anlatacağını ( ki bu da aslında Welsh'in Porno adlı romanından uyarlanacak ) söylemişti bir söyleşisinde. Son gelen haberse çekimlerine yakında başlanacak filmin senaryosunu oyunculardan Robert Carlyle'ın okuduğu ve çok beğendiği yönünde. Hatta tam olarak şöyle demiş Begbie karakterini canlandıracak olan oyuncu: "Okuduğum en iyi senaryolardan biri amk". 1996'da canlandırdığı Begbie karakterinden sonra dünya çapında üne kavuşan ve çok sağlam bir kariyer inşa eden Carlyle'ın geçtiğimiz 20 yıl içinde Ken Loach, Antonia Bird, Alan Parker gibi sinemacılarla çalıştığını düşünürsek bir bildiği vardır herhalde. Şunları da söylemiş Carlyle bu arada: "İlk filmin başarısı beni biraz düşündürüyor ama bunu becerebilecek biri varsa o da sadece Danny Boyle'dur. Çalıştığım en iyi yönetmen o." Hemen belirteyim, Trainspotting 2'nin çekimlerine gelecek yaz başlanacak gibi görünüyor.




Bir efsaneye veda



Gecikmiş bir veda aslında zira Gunnar Hansen geçtiğimiz hafta hayata veda etti. Bilenler bilir, bilmeyenler için kısaca açıklayayım, Hansen korku sinemasının en ikonik tiplemelerinden Leatherface'i canlandıran oyuncuydu. İşin aslı tüm kariyeri de Leatherface'ten ibaretti ama  popüler kültürde bazen bu kadarcık bir kariyer bile tüm hayatınızı etkilemeye yeter.



Tobe Hooper'ın 1974 yılında izleyiciyle buluşan ve yıllar içinde kültleşen korku filmi The Texas Chainsaw Massacre başarısını büyük ölçüde yüzüne insan derisinden yapılma bir maske giyen Leatherface tiplemesine borçludur bence. Kendisinden sonra gelen manyak katillere de örnek oldu Leatherface ve yapımcılar kendi canavarlarını farklı kılabilmek adına mümkün olan tüm maske çeşitlerini denemeye başladılar. Akla ilk gelenler elbette hokey maskesi takan Jason Voorhees ( 13. Gün serisinin katili ) ve 2 dolara satın alınmış bir Kaptan Kirk maskesinin elden geçirilmiş versiyonunu giyen Michael Myers ( Halloween ). Palyaço ve bilumum şeytan/iblis maskelerinin cirit attığı beyazperdede baykuş, domuz, tilki, kurbağa gibi çeşitli hayvan maskeleri bulmak da mümkün. Yine de kime sorsanız Gunnar Hansen'in TCM serisinin ilkinde taktığı insan derisinden yapılma masken sinema tarihinin en korkunç maskesidir.


Gelelim Leatherface'in esin kaynağına. Herhalde korku sinemasına en çok esin sağlayan gerçek kişilerin başında Ed Gein gelmekte. 1906 - 1984 yılları arasında yaşayan ve sayısız cinayet işleyen psikopat katil Gein yukarıda sözü geçen Leatherface dışında Alfred Hitchcock'un başyapıtı Psycho'ya ve 1991 tarihli The Silence of the Lambs'in ( Kuzuların Sessizliği ) deri yüzen seri katili Buffalo Bill'e de ilham kaynağı oldu. Bunlar en ünlüleri elbette, yoksa kimbilir başka neler buluruz biraz deşsek. Evinde birçok insan kemiği ve organ parçası bulunan Ed Gein tıpkı Leatherface gibi kurbanlarının derilerinden yaptığı maskeler takıyor ve yine tıpkı Buffalo Bill gibi insan derisinden yaptığı kıyafetler giyiyordu.


1947 yılında İzlanda'nın başkenti Rejkjavik'de doğan ve 5 yaşında ailesiyle birlikte ABD'ye göç eden Hansen öğrencilik yıllarında tiyatroya bulaştı ve çeşitli işlerin yanı sıra oyunculuk da yapmaya başladı. İlginçtir, oyuncu olarak ilk işi de The Texas Chainsaw Massacre'daki Leatherface rolü oldu. Üç yıl sonra rol aldığı Demon Lover'ın ardından oyunculuğu değil de yazarlığı daha çok sevdiğini fark eden Hansen enerjisini bu alana kaydırmaya karar verdi ve The Hills Have Eyes adlı film için teklif edilen rolü reddetti. 1988 yılında yeniden oyunculuğa döndü ( Hollywood Chainsaw Hookers ) ve kariyeri boyunca çoğu korku olmak üzere 20'nin üzerinde filmde rol aldı. Leatherface ölene kadar peşini bırakmadı ve izleyinin hafızasına kendi yüzünden ziyade giydiği o korkunç maskeyle kazındı. Pankreas kanserinden öldüğünde 68 yaşındaydı. Leatherface ise ölümsüz elbette.



7.11.2015

Günün trailer'ı: #Horror



Bu yıl korku filmleri açısından hiç de fena geçmedi sanki. It Follows, The Witch ve Goodnight Mommy gibi gayet sağlam örnekler izledik ( kimini vizyonda, kimini festivalde ya da evde ). Şimdi de Tara Subkoff'un ilk uzun metrajlı filmi olan #Horror'un haberi geldi. 12 yaşındaki bir grup kızın başından geçenleri anlatan filmde Chloe Sevigny, Timothy Hutton, Natasha Lyonne, Balthazar Getty gibi isimler rol alıyor.  Umarız film bir an önce bizim ellere de uğrar.

2.11.2015

Günün trailer'ı: Truth



Gazetecilikle ve medyayla ilgili filmler her zaman ilgimi çekmiştir. Genellikle, ilginçtir, bu filmlerin gazetecilikle ilgili olanları ekseri mesleğin değerlerini yüceltmeye yönelik örnekler olarak karşımıza çıkarken, televizyonla ilgili olanlar çoğunlukla işin yozlaşmaya ne kadar müsait olduğuna dair filmlerdir. Tabii tam tersi örnekler de var ve sonuçta Hollywood'da bu konuyu merkezine alan ve hafızalarda yer etmiş bir çok film var. Bir ara bunların bir dökümünü yapmak hiç fena olmaz sanırım, üşenmemek lazım.

Yakın gelecekte izleyeceğimiz ve gazeteciliği merkezine alan iki filmden biri olan Truth ( diğeri Spotlight ) 2004 yılında yaşanan gerçek bir olayı konu ediniyor. Zamanın ABD Başkanı George Wç Bush'un askerlik hizmeti yapıp yapmadığının konu edildiği bir haber ve bu haberin yayınlanmasının ardından yaşanan olayları anlatan filmde Cate Blanchett, Robert Redford ve Topher Grace başrolleri paylaşıyor. Hemen hatırlatayım, film 6 Kasım'da vizyona girecek.