31.03.2010

Günün Afişi



Bu sefer bir televizyon dizisi var Günün Afişi'nde. Şahsen en sevdiğim dizilerden biri True Blood ve HBO dizinin 3. sezonu için bazı posterler hazırlamış. Aşağıda gördüğünüz tasarımda MILF deyişine gönderme var. Yukarıdaki ise daha önce çıkan ama bana daha güzel gelen bir başka poster. Dizi 13 Haziran'da başlıyor görüldüğü üzre.


Spielberg paranoyakmış!



Hem de öyle böyle değil. Variety yazarı Nicole LaPorte'un yazdığı ve Mayıs ayında yayınlanacak The Men Who Would Be King: An Almost Epic Tale of Moguls, Movies, and a Company Named DreamWorks ( kısaca DreamWorks'ün hikayesi ) adlı kitapta yazdığına göre Steven Spielberg'in ofisinin dışında hiç kullanılmamış bir motorsiklet hazır beklermiş. Acil bir durumda kaçabilmesi için. Neden kaçacağını bana sormayın, filmini beğenmeyen öfkeli izleyiciler kalabalığıdır belki. Telefon konuşmaları kimse tarafından dinlenmesin diye üzerine kalın bir pleksiglas koydurtmuş. Yine kitapta yazanlara bakılırsa ofise gitmediği günler evden de herşeye hakim olabilmesi için, ofisten evine canlı yayın yapan bir sistem kurdurtmuş Spielberg. Bunlar işin magazin kısmı elbette. LaPorte'un 200'ü aşkın mülakat sonunda meydana getirdiği kitapta çok daha ilginç ayrıntılar da var kuşkusuz. Meraklısına şimdiden duyuralım.

30.03.2010

Belgesel sinemanın rüya takımı bu filmde buluştu



Belgesel sinemayı sever misiniz bilemem ama son 10- 15 yıldır benim izlediğim en iyi filmlerin ciddi bir kısmı belgesel türünden çıktı. Michael Moore, Werner Herzog, Erroll Morris gibi yönetmenler aklıma ilk gelen belgeselciler. Man on Wire, Enron: The Smartest Guys In The Room, Roger & Me, The Cove, Capturing The Friedmans, Deliver Us From Evil, John Lennon vs US, Bukowski: Born In To This, ve daha bir sürü filmi de saymak mümkün, unutamadığım belgeseller başlığı altında. Nisan ayında düzenlenecek Tribeca Film Festivali'nin kapanış filmi de bir belgesel olacak. Adı Freakonomics ve yönetmen koltuğunda da bir değil birkaç yönetmen var. Bu birkaç yönetmenin adını arka arkaya sıralayınca başlıktaki "belgesel sinemanın rüya takımı" deyişinin de ne kadar haklı olduğunu anlayacaksınız. Alex Gibney ( Enron, Taxi To The Dark Side ), Morgan Spurlock ( Super Size Me ), Eugene Jarecki ( Why We Fight ), Seth Gordon ( The King of Kong ) ve Oscar adayı ikili Rachel Grady & Heidi Ewing ( Jesus Camp ) takımdaki isimler. Kısaca bilgi vermek gerekirse, bu yönetmenler, geçtiğimiz yıllarda çok ses getiren ve Steven D. Lewitt ile Stephen J. Dubner'ın imzasını taşıyan Freakonomics adlı kitabı uyarladılar. Kitap ekonomi üzerine kimi tezler ileri süren ve herkesin anlayacağı popüler bir dille meseleleri ele alan ilginç bir kitap. Bakalım filmi nasıl olacak?

Günün Afişi



Animal Kingdom geçtiğimiz Ocak ayında düzenlenen Sundance Film Festivali'nin en çok ses getiren filmlerinden biriydi. Hatta festivalin Dünya Sineması Jüri Büyük Ödülü'nü de aldı Avustralya yapımı film. Yukarıda gördüğünüz afişi de yine Avustralyalı bir sanatçı, Jeremy Saunders tasarlamış. Kendisi daha önce de Antichrist'ın afişini tasarlamış ve bu tasarımıyla ödül almıştı. Saunders bu son afiş için Caravaggio'dan ilham aldığını söylemiş. David Michod imzalı suç filminini ne zaman gösterime gireceği ise belirsiz elbette. Belki seneye !f İstanbul'da olabilir.

Diesel'den Iron Man temalı parfüm



Fazla söze gerek yok aslında, Iron Man hastaları için üretilmiş bir parfümden bahsediyoruz nihayetinde. Şişesi güzel tasarlanmış gerçi, ama kokusunu çok merak ettiğimi söyleyemem. Film Mayıs, parfümse Nisan ayında çıkacak.

Bir Bond, James Bond dedikodusu daha



Geçtiğimiz hafta yeni Bond filminin kızları hakkında çıkan dedikoduları duyurmuştuk, bu hafta da filmin kötü adamı, daha doğrusu kötü kadını hakkındaki dedikoduda sıra. Sam Mendes'in yönetmesi beklenen filmde Oscar ödüllü oyuncu Rachel Weisz'ın James Bond'un yeni rakibi olacağı söyleniyor şu sıralar. Söylenenler ne kadar doğru bilemeyiz ama doğruysa, Weisz filmde Quantum adlı gizli örgütün liderini oynayacak. Her an bir yalanlama gelebilir tabii.

29.03.2010

Günün Afişi



Yukarıdaki afiş öyle sıradan bir film afişi değil! Juliette Binoche'un elindeki elektrik saçan fırçayla yazdığı sözcükten de anlayacağınız gibi, dünyanın en önemli sinema etkinliği Cannes Film Festivali'nin bu yılki afişi bu. Bugün çıktı, taze taze...

Yeni bir ikili mi doğuyor?



Sinema tarihi bir anlamda ikililerin de tarihidir. İkiliden kastım, yönetmen-oyuncu ya da aktör-aktris ikilileri. Örneğin Scorsese - De Niro ikilisi ( son yıllarda Scorsese - DiCaprio ikilisine dönüştü ), ya da Fellini - Mastroianni ikilisi gibi. Örnekleri ibadullah çoğaltmak mümkün. Haftasonu gördüğüm bir haber de bana yukarıdaki soruyu sordurttu doğrusu. Habere göre en son Eastern Promises filminde birlikte çalışan David Cronenberg ile Viggo Mortensen bir kez daha birlikte film çekmeye karar vermişler. Üstelik bu film Eastern Pormises'ın devamı niteliğinde olacakmış. Bu arada, iklinin önce Freud biyografisi The Talking Cure'u çekeceğini de belirtmek isterim. Yani böylelikle ( A History of Violence ile birlikte ) ikili toplamda dört film bitirmiş olacak. Sorumun cevabını da vermiş oldum mu acaba?

Empire'ın ödülü Avatar'a



İngiliz sinema dergisi Empire yılın en iyilerini seçti ve bir de ödül töreni düzenledi. Derginin okurları tarafından belirlenen en iyiler arasında bakın hangi isim ve yapımlar var. En İyi Erkek Oyuncu ödülü Inglourious Basterds'daki rolüyle Christophe Waltz'un olurken, En İyi Kadın Oyuncu ödülü Avatar'dan Zoe Saldana'ya verildi. Senaryo, müzik ya da yardımcı oyuncu gibi kategorilerin bulunmadığı Empire ödüllerinde En İyi Korku ( muhteşem Let The Right One In ), En İyi Gerilim ( Sherlock Holmes, ki en iyi aksiyon ödülü daha çok yakışırmış ), En İyi Komedi ( yılın tartışmasız en iyilerinden In The Loop ) ve En İyi Bilim-Kurgu / Fantezi ( Star Trek ) gibi dallar var. En İyi İngiliz Filmi ödülü Harry Brown'a verilirken ( Michael Caine şahane, film ortalamanın üzerinde ), En İyi Yönetmen ve En İyi Film ödülleri Avatar'a gitti.





Özel ödüller ise şöyle dağıtıldı: Sir Ian McKellen, Empire Icon ödülünü aldı. İngiliz Sinemasına Büyük Katkı başlıklı ödül olağanüstü oyuncu Ray Winstone'ye verildi. Empire Hero ödülü, herne hikmetse, Sherlock Holmes'un ikinci kahramanı Jude Law'a verilirken; İlham ( insriration ) ödülü de Andy Serkis'in oldu. Bütün bu liste içinde, örneğin Moon gibi bir filmin neden görülmediğini de anlamadım ama izleyici oylarıyla belirlenen ödüller böyle olabiliyor işte.

İlginç bir özür, ama yeterli mi?



Hollywood'un birbirinden uyduruk filmlere yeşil yaktığını ve film izleme zevkimizi katlettiğini uzunca bir süredir biliyoruz. Ama bu berbatlıklar galerisinin en kötülerinden biri olduğu konusunda hemen herkesin hemfikir olduğu bir film varsa o da Battlefield Earth adlı saçmalıktır. O kadar saçmadır ki bu film, anında kült bir şaheser olarak kabuslar tarihindeki yerini almıştır. Uzatmayayım, Battlefield Earth'ün senaristi J.D. Shapiro geçenlerde özür dilemiş. Shapiro, New York Post'a verdiği açıklamaya göre, kız tavlama hevesi ( birçok yerde "Shapiro'nun libidosu" şeklinde yer aldı zaten haber ) yüzünden projeye bulaşmış. Scientology tarikatının Los Angeles'daki merkezinin bekar kadınlarla tanışmak için harika bir adres olduğunu duyan Shapiro, gerçekten de merkezi ziyaret ettiğinde Karen Hollander ( merkezin başkanıymış ) ile tanışmı. Hollander, Shaipiro'nun bir başka senaryosu olan Robin Hood: Men In Tights'a hayranmış meğer. Ardından Hollander onu John Travolta ile tanıştırmış ve Travolta ona "Seni Scientology'ye çeken ne oldu J.D:?" sorusunu yöneltmiş. O da büyük bir açıkyüreklilikle cevap verince ( kız tavlama hadisesi ), Travolta "Bizde bu isteğini gerçekleştirecek teknoloji mevcut" gibisinden esprili bir karşılık vermiş. İşte herşey böyle başlamış anlayacağınız. Tabii Shapiro'nun yıllar sonra gelen özrü neye yarar bilinmez.

26.03.2010

Twilight'ın son halkasını kim çekecek?



Bu soru şu sıralar Hollywood'un en çok sorduğu sorulardan biri. Twilight serisi çok tuttu malum. Stephenie Meyer'in kitapları basıldığı her ülkede best-seller olduğu gibi, romanların filmleri de gişede yılın en çok gelir getiren yapımları arasına girdi. Hal böyle olunca da her bir film ekstra değer kazanıverdi. Hatta öyle bir noktaya gelindi ki, her çektiği filmle Oscar'a aday gösterilen Stephen Daldry'nin adı dolaşmaya başladı ortalıkta. Billy Elliot, The Hours, The Reader gibi filmlerin yönetmeni Daldry, serinin son halkası The Twilight Saga: Breaking Dawn için düşünülern listenin en üst sıralarında. Bu arada aynı film için düşünülen diğer yönetmenler de en az Daldry kadar ilginç. Bunlardan biri Sofia Coppola örneğin. Bir diğer yönetmen de Gus Van Sant. Saydığım bu üç isim de bana pek olacakmış gibi gelmiyor ama, Hollywood bu, para yılanı deliğinden çıkarır.

Cannes'ın açılış filmi belli oldu



Dünyanın en önemli sinema olayı Cannes Film Festivali'nin bu yılki açılış filmi belli oldu. Geçtiğimiz yıl tarihinde ilk kez animasyon bir yapımla, Up adlı filmle açılan Cannes'da popüler açılış trendi devam ediyor. Festival bu yıl Ridley Scott'ın son filmi Robin Hood ile açılacak. 1991 yapımı Robin Hood'dan ( hani şu Kevin Costner'ın oynadığı ) hiç hazzetmeyen biri olarak duruma ihtiyatlı yaklaştığımı belirtmek isterim. Öte yandan Robin Hood hikayesini çok severim ( Ivanhoe ile birlikte en sevdiğim çocukluk kahramanımdır Robin Hood ) ve Cannes'ın herşeye rağmen ne kadar seçici olduğunu da bilirim, yani bu film diğeri kadar kötü olmayabilir. Ridley Scott'ın son derece istikrarsız bir çizgi tutturmuş oluş da beni düşündürmüyor değil yine de. Bir adam hem Blade Runner hem de A Good Year'i çekebilir mi? Ya da hem Thelma & Louise'i hem de Hannibal'ı? Oluyor demek ki.

25.03.2010

Üzücü bir haber



Easy Rider'ın senarist, yönetmen ve oyuncularından Dennis Hopper ölümle pençeleşiyor. 1960'lı yılların sonlarında Hollywood'u köklerinden sarsan ve Martin Scorsese'den F. Ford Coppola'ya kadar sayısız ismin önünü açanlardan biri olan Dennis Hopper prostat kanserinin son aşamalrındaymı maalesef ve kemoterapiye bile girecek hali kalmamış. Apocalypse Now ve Blue Velvet gibi filmlerde de oynayan ve ve aralarında The Last Movie ve Colors gibi filmlerin de bulunduğu toplam 8 film yöneten Hopper geçtiğimiz Ocak ayında karısından sorunlu bir şekilde boşanmıştı. Doktoru 73 yaşındaki Hopper'ın çok güçsüzleştiğini ve fazla uzun süre konuşamadığını söylemiş. Daha kötü bir haber gelmez inşallah.

24.03.2010

Günün Afişi



Günün afişi bu kez Wes Anderson'ın filmlerine ait. Daha önce Tarantino için yaptığı minimalist afiş tasarımlarını gördüğümüz Ibraheem Youssef bu kez Wes Anderson'a çalışmış anlayacağınız. Fena da olmamış bence.


Kevorkian'ı Al Pacino oynuyor



Gerçek bir efsane Al Pacino. Her yaptığını haber değeri taşıması şaşırtıcı değil elbette ama bu kez oynadığı karakter de bir anlamda efsane birisi: Doktor Jack Kevorkian. Pacino daha önce de HBO ile çalışmış ve rol aldığı mini dizi Angels in America büyük başarılar kazanmıştı. Şimdi bir kez daha HBO ile çalışıyor Pacino ve bu kez You Don't Know Jack adlı televizyon filminde rol alıyor. Bilenler biliyordur mutlaka, Jack Kevorkian hastaların ötenazi hakkını savunan ve kamuoyunda "intihar doktoru" olarak da bilinen bir zat. "Ölmek suç değildir" lafıyla tanınan ve 130'dan fazla hastanın ölümüne asiste ettiğini söyleyen Kevorkian'ı canlandırmak Al Pacino için çok cazip geliyor anladığım kadarıyla ( ve haklı da ). Filmin yönetmeniyse Baltimore üçlemesinin yönetmeni, Wag The Dog ve Sleepers gibi filmlerle tanınan, Rain Man ile Oscar alan Barry Levinson. Film Nisan ayında yayınlanacak, bu arada.

23.03.2010

Yeşilçam Ödülleri'nde ilginç manzara



İlginçlik şurada, Nefes: Vatan Sağolsun hem Turkcell İlk Film ödülünü, hem de En İyi Film ödülünü aldı. Bir jüri yerine, kalabalık bir sektörün oy verdiği ödüllerde bu normal belki ama en azından iki kategorinin adaylarını ayrıştırarak bu tuhaflığın önüne geçilebilirmiş. Reha Erdem bir kez daha En İyi Yönetmen ünvanını aldı ( SİYAD'ın ardından ). Hayat Var'ın genç oyuncusu Elit İşcan da "genç yetenek" ödülüne layık bulundu. Vavien 3 ödülle gecenin en karlısıydı. Engin Günaydın En işyi Senaryo, Binnur Kaya En iyi Kadın Oyuncu ve Atilla Özdemiroğlu En iyi Müzik ödüğllerini kazandırdı vavien'e. En eğlenceli kabul konuşmasını ise ( garip mi demeliydim yoksa?) Atilla Özdemiroğlu yaptı galiba. Behzat gerçeker'in yanlış bir parça çaldığını falan söyledi. SİYAD'ın kaale almadığı Güneşi Gördüm ise Yeşilçam'dan 2 ödül aldı bu arada.

Doğumgünün kutlu olsun büyük usta



Kimin doğumgünü mü dediniz? Dünya sinemasının gelmiş geçmiş ( geçti gitti ne yazık ki ) en büyük ustalarından Akira Kurosawa'nın doğumgünü bugün. Hem de öyle az buz değil, tam 100. doğumgünü. 1910 yılında Tokyo'da dünyaya gelen ve kariyeri boyunca 30 filme imza atan Kurosawa Yedi Samuray, Ran, Dersu Uzala, Rashomon, Rhapsody In August gibi unutulmaz filmler hep ona ait. Coppola şöyle demiş mesela onun için: "Kurosawa bir ya da iki başyapıt çekmedi, 8 tane falan çekti". Martin Scorsese ise "Basitçe anlatayım, Akira Kurosawa benim ustamdır" demiş. Kurosawa 88 yaşında, 1998'de hayata veda etti ama filmleri daha uzun yüzyıllar boyunca kalacak gibi görünüyor. Evinizde varsa bir Kurosawa izleyin bu gece.

Chris Evans tamamdır



Geçenlerde böyle bir topa girmiştim hatırlarsanız ve Captain America'yı kimin oynayacağı konusundaki söylentileri ve ihtimalleri aktarmıştım. Son gelen habere göre Chris Evans'ın rolü oynayacağı kesinleşmiş. Duyurayım dedim.

Bond kızları belli oldu mu?



Bugün birçok gazete ve sitede bu konuda haberler vardı, gömüşsünüzdür. Bunların bir kısmında Slumdog Millionaire filminin yıldızı Freida Pinto'nun yeni Bond kızı olarak belirlendiği yazarken bir kısmında da bu isme Olivia Wilde eklenmişti. Ancak haberlere gelen tepkilerden anladığım kadarıyla bu isimler üzerinde henüz bir mutabakat sağlanmış değil. Birincisi Olivia Wilde twitter'dan bir çıkış yaparak böyle birşey olmadığını hemen duyurdu. Şu sıralar Danny Boyle ile Cowboys & Aliens adlı bir film çektiklerini söyleyen Wilde karışıklığın da bu yüzden çıkmış olabileceğini belirtti. Öte yandan Freida Pinto'nun basın sözcüsü de bir açıklama yaparak dedikoduyu yalanladı ve "böyle bir rol için düşünülmüş olmak bile çok gurur verici ama bize herhangi bir teklif gelmedi" diyerek bir açık kapı bırakmayı da ihmal etmedi. Yeni Bond filmini Sam Mendes'in yönetmesi konusunda ciddi girişimler, görüşmeler var ama resmi bir sonuç yok, bildiğim kadarıyla.

22.03.2010

22 Mart, sinema tarihinde önemli bir gün



Bugün, yani 22 Mart sinema tarihinde önemli bir gün gerçekten de. 1895'te bugün, Lumiere Kardeşler'in çektiği Fabrikadan Çıkış adlı film Paris'te özel bir davetli topluluğuna gösterildi. İşte bu gösterim tarihteki ilk film gösterimiydi. Sinema 115 yıl önce bugün doğdu desek yanlış olmaz yani. Eminim birçok kez izlemişsinizdir ama izlemediyseniz de, 46 saniyelik bu tarihi filmi youtube ya da benzeri bir kaynakta rahatlıkla bulabilirsiniz. Fransızca adı La Sortie Des Usines Lumiere olan filmin İngilizce adı da Workers Leaving The Lumiere Factory ya da Exiting The Factory, arama yapacaklar için hatırlatmış olayım. Bu arada tarihin ilk sinemacılarının da iki kardeş oluşu ilginç gelmiştir bana hep. Yani Coen Biraderler'den çok önce Lumiere Kardeşler vardı demek isterim.

Son durum: Penelope ve Charlotte



Bugün size biri güzel (!), diğeri hem güzel hem yetenekli, iki oyuncuyla ilgili son gelişmeleri duyurmak niyetindeyim. Öncelikle şunu hemen belirteyim, kimi fotoğraf ( mesela yukarıdaki gibi ) ve filmlerinde çok güzel çıkan Penelope Cruz'un hiç güzel olmadığı hallerini de görmüş olduğum için koydum o ünlem işaretini. Ayrıca yeteneğinden de ( aldığı Oscar'a rağmen ) kuşkuluyum nedense. Diğeri, Charlotte Gainsbourg ise, çok başka bir tarzda güzelliği olan bir oyuncu. Bence Penelope'den çok daha yetenekli ama eminin onu da sıradan bulan birileri vardır. Uzatmayalım, Penelope Cruz'un Karayip Korsanları'nın 4. halkasında rol alacağını zaten duyurmuştum. Şimdi rolünün detayları da belli oldu. Penelope Cruz filmde Karasakal'ın kızı rolünde çıkacak karşımıza. Filmin kötü adamının kızı yani. Daha fazla detay sızdırılmamakla birlikte, Bruckheimer, Kaptan Sparrow ile Penelope Cruz'un karakteri arasında romantik bir yakınlaşma olacağını açıklamış. Öte yandan, Charlotte Gainsbourg dersini almamış olacak ki, bir kez daha Lars Von Trier ile çalışmaya karar vermiş. Danimarkalı yönetmenin Melancholia adlı yeni filminde rol alacak alan Charlotte Gainsbourg, Lars Von Trier ile ikinci kez çalışmaya gönüllü ender oyunculardan biri oldu.

20.03.2010

Günün Afişi


Yine çok güzel afişler buldum sizin için. Bu seferkiler Star Wars proraganda afişleri. Tasarımcısıysa Joe Corroney. Kendisi aslında 1997'den bu yana Star Wars kitapları, çizgiromanları falan için çalışan, iş üreten birisi ama bu afişler yeni. Tanesini 250 dolardan satıyor. Daha fazlasını merak edenler buraya bakabilir.



Captain America kim olacak?


Aslında hiç umurumda değil ama o bu konuda o kadar çok haber-söylenti-yorum çıkıyor ki karşıma, vardır bir meraklısı diye mevzuya gireyim dedim. Efendim, şimdi durum şu: Marvel'in uzun zamandır sinemaya uyarlanması beklenen Captain America karakteri için üç tane güçlü aday var. Bunlardan biri Chris Evans. Danny Boyle'un Sunshine filminde rol almıştı, bir de Fantastic Four'da Human Torch rolünü oynamıştı, bilmem hatırladınız mı? Diğer aday, Channing Tatum ise geçtiğimiz yıl gösterime çıkan G.I. Joe: The Rise of Cobra ve bu hafta vizyona giren Dear John gibi filmlerin yıldızı. Geldik son adaya, yani Sebastian Stan'e. O da, Gossip Girl dizisinden tanıyabileceğiniz bir oyuncu. Bir de önümüzdeki aylarda Darren Aronofsky'nin Black Swan adlı filminde izleyeceğiz. Anladığım kadarıyla bu üç isim arasında en şanslısı Chris Evans. Hatta rol ona teklif edilmiş bile, eğer söylentiler doğruysa tabii. Şunu da hemen belirteyim bu teklif üç Captain America ve kaç tane olduğunu bilmediğim The Avengers filmleri için geçerli. İş büyük yani.

19.03.2010

Elmore Leonard bir kez daha küçük ekranda



Elmore Leonard, bilenler bilir, sevdiğim yazarlardandır. Onu da, tıpkı çok iyi başka yazarlar gibi, sadece bir polisiye yazarı olarak tanımlamak doğru değildir bence. Polisiye yazarı olmakta da hiçbir yanlış yok bu arada, en sevdiğim türdür polisiye. Üstelik Elmore Leonard western de yazıyor, yine bir tarafından suça bulaşan romanlar olsa da. Elmore Leonard'ın bir başka özelliği de yazdığı romanların ya da öykülerin çok büyük bir kısmının sinema ya da televizyona aktarılmış oluşu. Bunların büyük çoğunu izleme fırsatını bulamadık elbette ama Leonard'dan yapılan iyi uyarlamalar arasında Soderbergh'in Out Of Sight, Tarantino'nun Jackie Brown, 1957 ve 2007'de iki kez çekilen 3:10 to Yuma gibi gibi filmler sayılabilir kanımca. Out of Sight benim için bir numaradır, o ayrı. Out of Sight'da Jennifer Lopez'in oynadığı Karen Sisco karakterinden hareketle bir de TV dizisi çekilmiş ama ne yazık ki uzun ömürlü olmamıştı ( izlemediğim için fazla yorum girmiyorum). Lafı fazla uzattığımın farkındayım, hemen sadede geçeyim, şimdi Elmore Leonard'ın bir başka karakterinden hareketle yeni bir TV dizisi başladı. İlk bölümünü dün gece izledim ve fena bulmadım. Adı Justified. Leonard'ın Pronto ve Riding The Rap adlı romanlarıyla Fire In The Hole adlı öyküsünde yer alan ( onun böyle aynı karakterleri farklı maceralarda yenidem kullanmak gibi güzel bir huyu vardır ) kanun adamı Raylan Givens adlı karakterin etrafına örülmüş bir dizi Justified.



Bana biraz eski westernlerin çok sevilen düello geleneğini günümüze taşıyan bir dizi gibi geldi. Tabii ki Elmore Leonard'a özgü o tadından yenmez diyaloglar burada da var. Ama her bölümü Elmore Leonard yazmayacağına göre ( ki hiçbir bölümü yazacağını sanmıyorum zaten, ama ilk bölüm sanki doğrudan Fire in the Hole'dan alınmış gibi geldi bana, okumadığım için emin değilim ) bu şekilde devam eder mi bilinmez. Başroldeki Timothy Olyphant'ı ilk kez bu kadar başarılı bulduğumu da ekleyeyim. Kaç bölüm ya da kaç sezon gider bilinmez ama bir an evvel bizim kanallardan biri alsa da mahrum kalınmasa diyorum.

16.03.2010

Günün Afişi



Günün afişi bu kez benim en sevdiğim filmlerden birine, The Big Lebowski'ye ait. Afiş aslında sporla alakalı bir seri için tasarlanmış ( tabii ki bowling sporuna atıf var burada ) ama tamamen filmden hareketle üretildiği için de radaıma takılıverdi. Afişin tasarımcısıysa Mike Mitchell.

Kritik: Shutter Island



Martin Scorsese'nin son filmi Shutter Island ( ya da Türkçe adıyla Zindan Adası ) tam bir hayal kırıklığı oldu benim için. Hayal kırıklığı diyorum, zira Scorsese'yi severim. Elbette ilk dönem filmleri ( Taxi Driver, Raging Bull vs. ) son dönem filmlerinden birkaç gömlek üstündür ama bu kadar da sıkılacağımı tahmin etmemiştim doğrusu. Filmin adapte edildiği romanın yazarı Dennis Lehane ilginç bir yazar. Mystic River ve Gone Baby Gone gibi filmler de hep onun romanlarından uyarlandı aslında. Lehane'den yapılan bu üç uyarlama içinde en çok Ben Affleck'in yönettiği Gone Baby Gone'ı beğendim ki, bu en hafif tabiriyle ironik bir durum. Ne de olsa Mystic River'ı Clint Eastwood, diğerini de Scorsese yönetti ki, kağıt üzerinde Affleck aralarındaki en zayıf isim olmalı. Herneyse, gelelim Shutter Island'a. Tam bir film noir atmosferiyle başlayan Shutter Island'ın bir sır barındırdığını çabuk anlıyor, hatta ne olabileceğini de ilk 15 dakikada tahmin edebiliyorsunuz ( en azından benim için böyle oldu ). Yine de bu sırrı tahmin etmek yetmiyor elbette ve işin nedenini, nasılını anlamak için sonuna kadar tahammül ediyorsunuz. Ama heyhat, Scorsese uzun uzadıya anlattığı hikayede yeterince ilginç bir entrika yaratamadığı gibi ( ufak tefek komplo teorileriyle oyalayıp, sis perdesini son ana kadar alabildiğine yanıltıcı bir şekilde koruyor ) çözüm kısmında da tatmin edici bir tahlil sunamıyor. Hele işin içine akıl hastalığı, psikolojik travma gibi meseleler girince zaten yapacağınız tahlil çok başka bir anlam ifade ediyor ve izleyicinini de herhangi bir özdeşlik hatta empati kurabilmesi bile imkansız oluyor. Filmin oyuncu kadrosu ( Ben Kİngsley, Mark Ruffalo, Michelle Williams, Patricia Clarkson, Max Von Sydow, Jackie Earl Haley ) çok güçlü gerçi ama yine de karakterle özdeşleşmekte zorlanıyorsunuz bu anlamda. Bir de ben galiba Leonardo DiCaprio'nun oynadığı hemen her rolde aynı endişeli bakışlarını görmekten yoruldum. Daha en başından itibaren endişeli bakışlarla etrafa bakan bir adam hangi olay karşısında gerçekten endişelenecek bilemiyorum doğrusu. Sonuç itibariyle, görselliği, bir noktaya kadar oyunculukları ve tüm filmi abluka altına alan yoğun atmosferi Shutter Island'ın artıları ama, senaryosu, bir noktadan sonra oyunculukları ve cevaplamakta zorlandığınız, hatta cevaplanması gereksiz kalan sorularıyla ( Naziler?? yanan kadın?? ) ciddi bir hayal kırıklığı. Yıldız? **

Son durum: David Fincher



Son durum bu kez bir filmi değil bir yönetmeni mercek altına alıyor. Eee, yönetmen David Fincher olunca her yaptığının ya da her yapacağının ( ve hatta her yapmayı düşündüğü şeyin ) haber konusu olması normal herhalde. Efendim, ilk duyduğum haber Fincher'in ünlü İsveçli romancı Stieg Larsson'un Ejderha Dövmeli Kız adlı polisiye romanını sinemaya aktaracağı yönündeki söylentiydi. Hatta senarist ( Steve Zaillian - Schindler's List ) ve yapımcının da ( Scott Rudin - Fantastic Mr. Fox ) kim olacağı belliymiş. Henüz imzalar atılmamakla birlikte başroldeki Lisbeth karakteri için Carey Mulligan'ın adı üzerinde bir mutabakata varılmış. Çok iyi bir tercih gibi geldi bana, zira An Education'da kendisini pek beğenmiştim. Bu arada ben izlemedim ama Larsson'un üçlemesi İsveç'te çoktan filme aktarıldı bile. İzlemekte yarar var.





Gelelim Fincher ile ilgili diğer habere. Devamlılık Hatası takipçileri hatırlayacaktır, bir süre önce dünyanın en ilginç satranççılarından ( ki birçoğu ilginç karakterlerdir zaten ) Bobby Fischer'ın hayatının filme alınacağını ( Pawn Sacrifice ) duyurmuştum. O sırada filmi kimin yöneteceği belli değildi ama şimdi, eğer bu haber doğruysa, belli oldu: David Fincher. Tabii bu da henüz kesinleşmemiş, doğrulanmamış bir haber ve her an herşey değişebilir.

15.03.2010

Günün Afişi



Günün afişi ( daha doğrusu afişleri ) Alfred Hitchcock'un en ünlü filmlerinin bazılarına ait yeni tasarımlar. Yukarıda benim en beğendiğim Vertigo var. Aşağıda da diğerleri. Tasarımlar Laz Marquez'e ait.







Peter Graves hayata veda etti



Yüzü çok tanıdık, adı pek bilinmedik oyunculardandı Peter Graves. Görevimiz Tehlike dizisinin oyuncu kadrosunda rol almış ve bu dizi sayesinde uzun soluklu bir kariyerin kapılarını aralamıştı. Jim Phelps ( hani şu "senin görevin Jim, tabii eğer kabul edersen lafındaki Jim ) rolü Graves'in oynadığı tek rol değildi ama büyük bir ihtimalle en çok akıllarda kalanıydı. Yine de Airplane'deki pilot rolü de gözünüzün önüne hemen geliveriyor tabii. 1926 doğumlu aktör 4 gün sonra ( 18 Mart'ta ) 84. doğumgünün kutlayacaktı ama olmadı, kalp krizine kurban gitti.

12.03.2010

Robopocalypse, Spielberg'in bir sonraki filmi mi olacak?



Bu tam bir spekülasyon şimdilik. Cloverfield'in senaristi Drew Goddard'ın, Daniel H. Wilson'ın henüz basılmamış ( 2011'de yayınlanacak ) romanı Robopocalypse'den hareketle yazacağı filmin Steven Spielberg'in bir sonraki filmi olacağı iddia ediliyor. Çok ilgili olmadığım için özellikle araştırdım ve gördüm ki Daniel H. Wilson denen adam yazarlığını yanısıra robot mühendisiymiş. Ne demekse? Ama zeki bir arkadaş olduğu kesin. Daha önceki kitaplarından biri de How To Survive A Robot Uprising? ( Bir Robot İsyanında Nasıl Sağ Kalınır? gibi bir şey ) adını taşıyor. Mizah yönü de güçlü anlayacağınız. Tabii Robopocalypse'in filme aktarılıp aktarılmayacağı, aktarılırsa gerçekten Spielberg'in mi aktaracağı meselesi henüz karanlık.

Saatlerinizi ayarlamayı unutmayın!



Büyük bir The Shining hayranı olarak bu tasarıma bayıldım elbette. Yukarıda fotoğrafı gördüğünüz nesne bir guguklu saat. The Shining'in en ünlü sahnesini canlandıran bu saatte her saat başı Jack Nicholson kapıdaki yarıktan kafasını uzatıyor ve "Here's Johnny" diye bağırıyor. Hemen ardından da Shelley Duvall'in çığlığı geliyor. Ne yazık ki Chris Cimino tarafından tasarlanan bu saatten sadece bir tane üretilmiş ( yoksa hemen alacaktım :).

Son durum: True Grit



Coen Biraderler'in yeni filmi True Grit için oyuncu seçmeleri devam ediyor. Kadroya eklenen son isimse Barry Pepper oldu. Hafızasını yormak istemeyenler için hemen hatırlatayım, kadroda ayrıca Matt Damon, Jeff Bridges, Hailee Steinfeld ve Josh Brolin de var. Pepper filmde Lucky rolünü üstlenecek. Filmin 1969 tarihli ( Henry Hathaway tarafından çekilen ) versiyonunda bu rolü Robert Duvall oynamıştı.

Yine Clint, yine Eastwood



Doğrusu Clint Eastwood haberi yapmak hem hoşuma gidiyor, hem de beni biraz öfkelendiriyor. Neden? Öncelikle, son iki filmi çok fazla etkilemese de beni, son yıllarda yaptığı herşeyi izlediğim ender yönetmenlerden. Hem çok seri, hem de yüksek bir başarı ortalamasıyla çalışıyor Eastwood. Bu yüzden her Eastwood haberi güzel bir haber. Ama öfkeleniyorum da, çünkü adam önümüzdeki günlerde 80. yaşını kutlayacak. Hayır tabii ki, 80 yaşına girmesi değil beni kızdıran, benim yarı yaşıma rağmen vaktimi nasıl da boşa geçirdiğim. Tamamen kişisel yani. Gelelim habere. Daha önce de duyurduğum doğaüstü gerilim filmi Hereafter'ın çekimlerini bitiren Eastwood şimdi de FBI'ın kötü şöhreti kıtaları aşmış eski patronu J. Edgar Hoover'ın hayatını sinemaya aktarmaya hazırlanıyor. Filmin senaryosunu Milk'in de yazarı Dustin Lance Black kaleme alacak. Hatta belki de aldı bile. Oyuncular falansa henüz belli değil.

11.03.2010

Festival demişken...



29. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nin programı açıklandı biliyorsunuz. Yine 200'ün üzerinde film var programda. Bunların hepsini görmeye imkan yok tabii ama bazılarını da kaçırmamakta yarar var. Açılış filmi olan Le Concert için iyi yorumlar duydum. Brejnev iktidarı sırasında işini kaybedip hademelik yapmaya başlayan ünlü bir müzisyenin 30 yıl sonra yeniden eski orkestrasıyla konser vermek üzere kolları sıvamasını anlatan film Radu Mihaileanu tarafından çekildi. Programda ilk bakışta dikatimi çeken filmler arasında ( ki bu, gidip görmek istediğim filmler demek oluyor ) The Limits of Control ( Jarmusch ), Life During Wartime ( Solondz ), White Material ( Claire Denis ), Maedo ( Bong Joon-ho, Gwoemul'un yönetmeni! ), Exit Through The Gift Shop ( Banksy filmi ) özellikle öne çıkanlar. Ayrıca Eric Rohmer ve Joseph Losey'in tüm filmleri; Elia Suleiman'ın filmlerini de bu listeye katabilirsiniz. Belgesel kuşağından ise The Cove'u herkese tavsiye ederim. Ayrıca yine bu kuşaktan The Shock Doctrine ( Winterbottom ), It Might Get Loud ( Davis Guggenheim ), The Most Dangerous Man in America ( Erlich & Goldsmith ) kaçırılmaması gerekenler arasında. Jesus Franco'nun tamamı İstanbul'da geçen Vampyros Lesbos'u ise ( programa nasıl son anda girdiğini bilseniz şaşarsınız!!) mutlaka ve mutlaka kategorisinden bence. Şimdilik bu kadar, ama yeni önerilerim olabilir, arada bakın.

Wall Street 2 ertelendi



Ertelendi derken, vizyon tarihinden söz ediyorum. Normalde Wall Street 2'nin 23 Nisan'da gösterime girmesi gerekiyordu. ABD'de ve tabii Türkiye'de. Ancak bugün aldığım bir habere göre filmin ABD vizyonu 24 Eylül'e ertelenmiş. Bu durumda Türkiye vizyonu da ileri bir tarihe atılacak elbette. Bizde henüz resmi bir açıklama yapılmadığı için birşey söyleyemiyorum ama muhtemelen aynı tarihi seçerler. Vizyon tarihinin neden ertelendiği ise resmi ağızlarca açıklanmadığı için bilinmiyor. Belki de test screening başarısız geçmiştir, kimbilir. Bu arada bir de şu var tabii: Wall Street 2 İstanbul Film Festivali'nin kapanış filmi. Bu durumda festivalin başka bir filmle kapanacak olması da güçlü bir ihtimal gibi görünüyor.

Corey Haim'in erken vedası



Henüz çocuk denecek bir yaşta şöhretin ucundan yakalamıştı Corey Haim. 1982 yılından itibaren çeşitli televizyon dizilerinde ve sinema filmlerinde rol almış ama adını tüm dünyaya duyurması 1987 tarihli ünlü kült film The Lost Boys ile olmuştu. Alegorik bir gençlik filmi olan The Lost Boys bir grup genç vampirin hikayesini anlatıyordu ve oyuncu kadrosunda Corey Haim'in yanısıra Kiefer Sutherland, Jason Patric, Jami Gertz ve adaşı ( sonraları yine rol arkadaşı ) Corey Feldman da yer almıştı. Sonrasında kariyeri inişe geçti ve Feldman ile başrolü paylaştığı License To Drive'ın ardından dişe dokunur bir filmde rol alamadı. Genç yaşta üne kavuşan bir çok yıldız gibi uyuşturucuyla başı derde girdi, tedavi gördü. 2000'li yıllarda bir geri dönüş yapmak istedi ama olmadı. 2006 yılında yine Feldman ile The Two Coreys adlı bir reality show çekti ama 2. sezon bitmeden dizi sona erdi. 10 Mart gecesi saat 2 civarında hastaneye kaldırılan Corey Haim öldüğünde 38 yaşındaydı. Olay mahallinde herhangi bir uyuşturucu bulunamadı ve oyuncunun basın sözcüsü de Haim'in temiz bir yaşam sürdürdüğünü söyledi ama yine de bir overdose hadisesi olabileceği söyleniyor. Ya da kazara overdose. Otopsi sonuçlarının halka açıklanması birkaç hafta sürebilir diyorlar. Üzüldüm doğrusu, gençliğimin bir parçası daha erkenden göçüp gittiği için.

Sherlock Holmes'tan sonra sıra Da Vinci'de mi?



Guy Ritchie'nin aksiyon türüne fena halde yaklaşan Sherlock Holmes uyarlaması anlaşılan bazılarının pek hoşuna gitmiş olacak ki, Warner Bros. birçok başka tarihi kişiliği buna benzer filmlerde karşımıza çıkarmaya hazırlanıyor. Örneğin yine Guy Ritchie tarafından çekilmesi planlanan, Star Wars tarzı bir Excalibur uyarlaması. Sonra, I Am Legend'ın yönetmeni Francis Lawrence'a çektirmeyi düşündükleri aksiyon macera türündeki bir Marco Polo biyografisi. Ya da Üç Silahşörlerin yine aksiyon ve cinsellik vurgusu yüksek bir yeniden çevrimi. Bütün bunlara en son eklenen proje ise Leonardo da Vinci ile ilgili bir film. Da Vinci'yi bir aksiyon kahramanına dönüştürecek filmde ünlü ressam gizli bir örgütün üyesi olarak karşımıza çıkacak. Filmin ilk yazılan tretmanı, okuyanlar tarafından National Treasure, Raiders Of The Lost Ark ve Clash Of The Titans'ın bir karışımı gibiymiş. Adı kesinleşmeyen filmin kod ismiyse Leonardo da Vinci and the Soldiers of Forever imiş. Ben Sherlock Holmes konusunda iki tarafa da çok yakın değilim doğrusu ( yani ne çok beğendim, ne de nefret ettim ) ama Da Vinci gibi büyük bir beynin aksiyona kurban gideceği endişesi beni düşündürüyor.

10.03.2010

Lee Daniels'in yeni filminde yıldız isimler var



Gerçi bir önceki filminde, yani Precious'da da yıldızlar vardı, örneğin Mariah Carey ve Lenny Kravitz gibi. Keza yeni filmi Selma'da da Lenny Kravitz rol alacak. Ama daha ilginç isimler de var kadroda. Lee Daniels geçtiğimiz günlerde birçok ödül aldığı Spirits ( bağımsız film ödülleri ) gecesinde kendisine uzatılan bir mikrofona Hugh Jackman ile anlaşma sağladığını açıkladı. 1960'larda geçen ve sivil haklar mücadelesini eksen alan filmde Martin Luther King ve ABD Başkanı Lyndon Johnson gibi tarihi karakterler de yer alıyor. Filmde oynayacağı açıklananilk isimse Robert De Niro olmuştu. De Niro, bir aksilik olmazsa, Alabama Valisi George Wallace'ı canlandıracak.

9.03.2010

The Hurt Locker yeniden vizyona çıkıyor



Hiç şaşırmadım. Daha önce topu topu 1 -2 hafta gösterimde kalan ve eser miktarda izleyiciyle buluşan The Hurt Locker 6 Oscar birden alınca yeniden badem gözlü oluverdi. Sitemkar bir tavrım olduğunu farketmişsinizdir ama yine de bu gelişmeden memnunum doğrusu. Görmeyenlere hararetle izlemelerini tavsiye ederim. Film 12 Mart'ta salonlarda olacak.

8.03.2010

Oscar'da tarih yazıldı



Tarih yazıldı derken, Devamlılık Hatası'nın dikkatli takipçileri anlamıştır çoktan, ilk kez bir kadın yönetmen Oscar kazandı. Tam bu noktada hala siyahi bir yönetmenin bu ödülü alamadığını hatırlatıyor ve önce Kathryn Bigelow'u ( çektiği müthiş filmden ötürü), sonra da Akademi üyelerini ( filmi ve yönetmeni görmezden gelmedikleri için ) alkışlıyorum. Ödüller hemen hemen sıfır sürprizle geçti bana sorarsanız. Bir tek Up In The Air'in alacağını sandığım ( ama Precious için dua ettiğim ) uyarlama senaryo dalında hoş bir sürpriz vardı. Precious kazandı. Onun dışında Jeff Bridges ( hakkıdır ), Sandra Bullock ( çok tartışmalı, bir gün önce de Altın Ahududu aldığını hatırlarsanız bir de ), Christophe Waltz ( onun da hakkıydı ) ve Mo'Nique ( keza ) şaşırtmayan Oscar sahipleriydi. En İyi Film Oscar'ını da alan The Hurt Locker geceyi 6 ödülle kapamış oldu böylece. Törense genel olarak hızlı ama renksizdi. Yavaş ve renksiz olmasından iyidir elbette. Bu arada sevindiğim bir başka ödül de The Cove'a giden En İyi Belgesel Oscar'ıydı.