27.03.2013

Sessiz sedasız bir yaşam, ölüm

David Dewaele 1976 - 2013
O kadar ki benim bile gözümden kaçmış işte. Dün tuhaf bir şekilde haberdar oldum. Anlatayım. İstanbul Film Festivali'nin konuk listesini incelerken bu yılın yarışma filmlerinden Camille Claudel 1915'in yönetmeni Bruno Dumont'un listede olmadığını fark ettim. Tuhafıma gitti, zira Dumont gibi iddialı bir ismin davet edilmemiş olmasına imkan yoktu. yarışmada filmi olan yönetmenlerin en azından son bir iki gün festivale katılması adettendir. Üstelik Dumont bu yılın en heyecan verici isimlerinden biri olacaktı muhtemelen, Reygadas ve Weir gibi sinemacılarla birlikte. Üşenmedim festivalden Kerem Ayan'ı aradım. Bana, "Aslında gelecekti ama oyuncusu ölmüş ve depresyona girmiş, gelemiyor" deyince içime bir kurt düştü. Daha üç gün önce, biraz da ön hazırlık olsun diye, çokça da merak ettiğimden, evde oturup Hors Satan'ı izlemiştim. Ağır temposuna rağmen beni ele geçirmişti film ve özellikle de başrolündeki iki oyuncu. Biri genç bir kadın, içine kapanuk ama duyguları yoğun ve bulaşıcı; diğeri 30'lu yaşlarında bir adam, kendini hiç ele vermeyen, biraz gizemli, biraz ürpertici bir tip. Aklıma hemen bu ikincisi, adını bile henüz bilmediğim adam geldi. Hemen imdb üzerinden bir araştırma yaptım ve sezilerimin maalesef doğru olduğunu teyit ettim: david Dewaele, 37, geçtiğimiz Şubat ayında ölmüştü. Başka da bir bilgi yoktu imdb'de.

David Dewaele, Bruno Dumont ve Alexandra Lematre, Cannes'da

Bugün araştırmamı biraz derinleştirdim. Öğrendim ki Dewaele 3 hafta kayıpmış ve bulunduğunda bir kalp krizine kurban gittiği anlaşılmış. Ona iki filminde ( Flanders, Hadjewich ) küçük roller veren Bruno Dumont ile konuşmuşlar onunla ilgili olarak. Dewaele aslında oyuncu falan değilmiş, sadece Dumont'un filmlerinde rol almış. Dumont'un alter egosu. Akla Nuri Bilge Ceylan ile Mehmet Emin Toprak'ın hikayesi geliyor. Asıl işi neymiş bilmiyorum ( o kadar da araştırmadım ) ama Dumont'un filmlerinde bira ve sigara parasını çıkarmak için oynadığını biliyorum. Hatta son filmi Hors Satan'da Dumont ona başrol oynaması için teklif götürdüğünde yan çizmiş ve "Sen delirdin herhalde" demiş. Ama sonra kabul etmiş ve oynadığı karakter cinayet işlerken büyükannesinin ölümünü düşünmek gibi bir metot bile geliştirmiş kendine. Dumont'a kulak verelim en iyisi: "Bir proloter çocuğu, küçüklüğünde ezilmiş, sevgili büyükannesi tarafından yetiştirilmiş, haytaya dönüşmüş, biraz hırsız, çoğu zaman teklifsiz, ezelden beri SSK'lı, bistro ve İslam'a geçiş hikayeleri arasında büyümüş,uyuşturucu ve alkol sıkıntılarıyla. Hugo'nun kastettiği anlamda bir "sefil". Aynı yolun yan yana giden kulvarlarında eşuzaklıklı ve tamamlayıcı şekilde yürürdük."


25.03.2013

Günün trailer'ı: Trance



Trainspotting'in devamını bekleyeduralım, Danny Boyle'un yeni filmi Trance birçok ülkede vizyona girdi bile. yakında bizde de izleriz herhalde.

22.03.2013

Cannes'ın afişi gelmiştir


Cannes Film Festivali'nin bu yılki afişinde öpüşen bir çift var. Bu çift bir yandan da Hollywood'un en ünlü çiftlerinden biri. Paul Newman - Joanne Woodward ikilisi Hollywood'un en uzun süren evliliklerinden birine imza atmış olup, aşk denince akla gelen ilk ve en ünlü çiftlerdendir. Şu kadarını söyleyeyim Brad Pitt - Angelina Jolie çiftinin daha çok fırın ekmek yemesi lazım. 1953'te aşk yaşamaya başlayan ve 1958'de evlenen çift Paul Newman 2008'de öldüğünde tam 50 yıldır evliydi. Bu yılın afişindeki fotoğraf 1963 yılında, A New Kind Of Love filminin setinde çekilmiş. Muhteşem bir afiş olmamış mı?

21.03.2013

HBO sırası Ben Wheatley'de


Malum, televizyonun zirvesi kabul edilen HBO önemli yönetmenleri çeken bir kanal. Gerçi son yıllarda sadece HBO değil bir çok farklı kanal sinemanın önemli isimlerini çekti ama aralarında HBO'nun yeri bir başka hala. En son Michael Mann örneğin sonu kötü biten bir Luck macerasına girişmişti. Scorsese'nin Boardwalk Empire'ı akla hemen gelen bir başka örnek. Şimdi sırada Ben Wheatley var. Diyeceksiniz ki, haklı olarak, Ben Wheatley'i Scorsese ve Mann ile aynı kefeye mi koyuyorsun? Koymasam da genç sinemacının şu sıralar hetyecan verici isimlerden biri olduğuna inanıyorum ve takip edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Son filmi Sightseers'ı bu yıl İstanbul Film Festivali'nde izleyebilirsiniz bu arada. Uzatmayayım, Wheatley şimdi HBO için çekeceği Silk Road adlı bir gerilim dizisi üzerinde çalışıyor. Dizinin adı yasadışı malların kaçırıldığı yola gönderme yapıyor, ama bunun dışında da fazla bir bilgi yok açıkçası. Geldikçe paylaşacağım.

24. Bond 3 yıl sonra


Yeniden bir şekilde sıcak bölgeye girdi James Bond, değil mi? Yani bir dönem, özellikle de Jason Bourne'un çokça popüler olduğu sıralarda kimse Bond'un ne yaptığını, yapacağını merak etmezdi, ama artık işler değişti. Sağolsun Sam Mendes yeniden Bond zirveye çıktı. Gerçi bir sonraki filmi çekmeyeceğini açıkladı Mendes ve bu da akıllarda şüphe uyandırıyor ama Skyfall'un senaristi John Logan'ın şu sıralar senaryo üzerinde çalıştığı haberi biraz olsun rahatlatıcı herhalde. takvim meselesine gelince; henüz kesin bir bilgi olmamakla birlikte Eon Productions 24. Bond filminin üç yıl içinde vizyona çıkacağını açıkladı. Yani en geç 2016'da Daniel Craig bir kez daha smokinini giyecek demektir. Tabii arada bir gala falan için giymezse.

20.03.2013

Natalie Portman yönetmensiz kaldı


Natalie Portman şu sıralar Jane Got A Gun adlı filmin setinde. Çekimler yeni başladı ve başlar başlamaz da durdu. Neden derseniz filmin yönetmeni Lynne Ramsay seti terk etti. En son We Need To Talk About Kevin ile övgüler toplayan Ramsay başrollerini Natalie Portman, Jude Law ve Jole Edgerton'ın paylaştığı western türündeki filmin ilk gününde, hem de herhangi bir sebep göstermeksizin seti terk edince ortalık karıştı. Filmin yapımcısı Scott Steindorrf "150 kişinin çalıştığı bir sete yönetmenin gelmemeis beni fena halde şoka uğrattı" sözleriyle tepkisini dile getirdi. İşin ilginç yanı Ramsay'in menajerliğini Steindorrf'un kızı Jessica Steindorrf yapıyor. Konuyla ilgili bir açıklama yapan Jessica "Kimse kusura bakmasın ama bu kasabada ( bkz. Hollywood ) önce aile gelir" diyerek babasını desteklediğini gösterdi ve işinden de istifa etmiş oldu. Şimdi herkes iki şeyi merak ediyor. 1. Ramsay neden filmi terk etti? Ve 2. Filmi kim yönetecek?

15.03.2013

Film Festivali için öznel bir seçki


Öznel, yani tamamen bana ait kimi kıstaslar ( ki bunlar da herkesin kıstaslarına benzer ) uyarınca hazırlanmış bir seçki. Tabii ki bu seçki bir nevi tavsiye listesi aynı zamanda. Ama sayıyı çok abartmadan, insani ölçülerde tutmaya çalışacağım ( ne de olsa belli bir sayının üzerinde film izlemenin, hem de bu kısa sürede, çok manası yok ) bir liste olacak. Başlayalım.



Goltzius ve Pelikan Kumpanyası - Peter Greenaway

Greenaway'in listenin tepesinde olması hiç de şaşırtıcı değil herhalde ( beni tanıyanlar için hele ). Kendisi yaklaşık 25 yıldır yakından takip ettiğim, tüm filmlerini izlediğim ve her anlamda benzersiz olduğunu düşündüğüm bir sinemacı. Filmografisinde özellikle ilk dönem işleri benim için daha ön plandadır. The Cook, The Thief, His Wife and Her Lover ( Aşçı, Hırsız, Karısı ve Aşığı ), Drowning By Numbers ( Sayılarda Boğulmak ), A Zed and Two Noughts - ZOO gibi filmlerini çok önemli bulurum ve sık sık yeniden izlerim. Son yıllarda biraz ilgimi kaybettiğimi itiraf ederim ( Tulsa Luper serisi hayal ettiğim gibi değildi örneğin ) ama The Nightwatching ve onunla beraber çektiği belgesel J'Accuse ile yeniden toparladı kesinlikle. Goltzius için kimi yabancı eleştirmenler "Greenaway'in dönüşü" gibi yorumlar yapıyor ki bence dikkate değer. yani bu yıl izlenmesi gerekenler listesi bu filmle başlamalı bence.



Sapığın İdeoloji Rehberi - Sophie Fiennes

Zizek! Filozofu az çok tanıyanlar için sadece adını zikretmek bile filmin izlenmesi için yeterli oluyor genellikle. NTV Belgesel Kuşağı'nda yayınlanacak filmin sinemasal kalitelerini çok tartışmadan ( daha izlemediğimi de hesaba katınız ) doğrudan doğruya Zizek'in zihin alıştırmalarını sevdiğim için gidip izleyeceğim bir film olacak Sapığın İdeoloji rehberi. Bundan bir kaç yıl önce çekilen Sapığın Sinema Rehberi'ni izleyenler nasıl bir manzarayla karşılacaklarını zaten tahmin ediyordur ama dikkat, o filmin başrolünde sinema vardı ve haliyle ortaya çıkan iş çok daha bütünlüklüydü ( hem fikren, hem de şeklen ). Bu sefer ben o bütünlük hissini beklemiyorum ama çok daha girift ve ucunu bucağını kaçırmazsanız ( düşünsel anlamda ) çok daha keyif alacağınız bir film çıkabilir ortaya, orasını bilemem.



Gizli Kimya - Shane Carruth

2004 tarihli Primer'ine bayılmıştım Shane Carruth'un. hemen her şeyi kendisi yapan gerçek bir bağımsız sinemacı Carruth ve üstelik çok da yetenekli. Orijinal adı Upstream Color olan Gizli Kimya'da da yine her aşamada Shane Carruth'un imzası var. Yazmış, yönetmiş, oynamış, kurgulamış, bestelemiş... kamerayı bile kullanmış, artık siz hesap edin. Primer kadar etkileyici bir film çıkar mı bilemem, ama son derece umutluyum ve size de tavsiye ederim doğrusu, Amerikan sinemasında bu denli özgün yönetmenler kolay kolay çıkmıyor zira.



Garip Turistler - Ben Wheatley

Ben Wheatley'nin bir önceki filmi The Kill List son zamanlarda izlediğim en rahatsız edici filmlerden biriydi. Akla The Wicker Man ve Don't Look Now gibi filmleri getiren The Kill List'i çok sevmiş, hatta bu yüzden ciddi bir aile kavgasının içinde bulmuştum kendimi. Şimdi yeni filmi Garip Turistler ( Sightseers ) festivalin Antidepresan bölümünde gösteriliyor. Bölümün adını özellikle zikrettim zira The Kill List insanı ağır bir depresyona sokacak denli karanlık bir filmdi. Demek ki Garip Turistler Britanyalı yönetmenin farklı bir yönüyle tanıştıracak bizi. izlemek lazım.



Karanlıktan Aydınlığa - Carlos Reygadas

Şunu hemen belirteyim Carlos Reygadas'ın tüm filmlerini izlemek lazım. Meksikalı sinemacı günümüz sinemasının en önemli yaratıcılarından biri olarak kabul ediliyor. Adını Nuri Bilge Ceylan, Dardenne Biradeler gibi özel sinemacılarla birlikte anıyorlar dünyada. Bu yıl kendisi festivale konuk olarak katılacak, bir ders verecek ve izleyicilerle buluşacak. yani tam bir Reygadas şöleni bekliyor bizi. Ben sadece bir filmini ( son filmi Karanlıktan Aydınlığa - Post Tenebras Lux ) aldım listeye ama tüm filmlerini izleyin derim, zira hepsini bir arada bulmanız ve salonda izlemeniz bir daha kolay olmayacaktır.


Vesikalı Yarim - Ömer Lütfi Akad

Lütfi Akad'ın unutulmaz filmi Vesikalı yarim'i nerede bulursanız izleyin bence. hele böyle festivalde, dev perdede, özel bir gösterimle bulursanız hiç kaçırmayın. Üzerine makaleler, araştırmalar yazılmış ama bir o kadar da izleyicinin, toplumun hafızasında yer etmiş bir film Vesikalı Yarim. İçinde yer alan herkesin filmografisinde en üst sıraya koyacağı kadar önemli bence. Çok da konuşmaya gerek yok.



45 Ruhu - Ken Loach

Ken Loach her daim Ken Loach'dur ve her daim izlenmesi gerekir. Üstelik üstadın fazlaca ilgi göstermediği bir tür olan belgesel türünde bir filmi var bu kez karşımızda. İzlemesek olmaz, hatta ayıp olur.



Yok Edici Melek - Luis Bunuel

Luis Bunuel'in filmini izleyeli belki 25 yıl olmuştur ama etkisini hala üzerimden atabildiğimi sanmam. Konusunu anlatıp keyfinizi kaçırmayacağım ama sinema tarihinin en önemli başyapıtlarından biri olan bu filmi izlemeniz sizin için çok önemli bence, o kadarını söyleyeyim.



Kurt Çocuk - Jo Sung-hee

Güney Kore sinemasına olan ilgimden olsa gerek, Kurt Çocuk bu seneki programda özellikle radarıma takılan filmlerden biri oldu. Jo Sung-hee'nin bir önceki uzun metrajlı filmi End of Animal'i izlemedim doğrusu ama "Güney Kore'de tüm zamanların en çok gişe yapan 3. filmi" cümlesiyle tanıtılan Kurt Çocuk'u mutlaka izleyeceklerim arasına koyuyorum. Şunu belirteyim hemen, gişe başarısı denen şeyi hiç önemsemem elbette, ama G. Kore seyircisinin beğenilerine güveniyorum doğrusu. Aklıma ilk gelen örnek elbette Gwoemul ( Host ). G. Kore'de tüm zamanların en çok izlenen filmlerinden biri olan Gwoemul bence gerçek bir başyapıt. İzlemeyenlerin acilen izlemelerini tavsiye ederim. Yeri gelmişken söyleyeyim Park Chan-wook filmi Stoker da yine göreceklerim arasında ama işin içine Nicole Kidman'ın karışmış olması beni  biraz işkillendirmiyor değil doğrusu.



İp - Simon Brook

Peter Brook çağdaş tiyatronun en etkili yaratıcılarından biri. Sinemada da çarpıcı filmlere imza atmış ve Brecht, Grotowski gibi teorik anlamda da önemli katkıları olmuş bir tiyatro adamı ve hala çalışmaya, üretmeye devam ediyor. İp ( The Tightrope ) onun oğlu Simon Brook tarafından çekilmiş ve usta tiyatrocunun yaratım sürecine dair ipuçları sunan, felsefesine ve hayatına dair izleri barındıran ilginç bir belgesel. Sadece tiyatro meraklılarının değil, herkesin izlemesinde fayda olacak bir film gibi duruyor.



Oyuncu Seçimi - Tom Donahue

Bunun da fazlasıyla öznel bir seçim olduğunu kabul ediyorum ama zaten en başta uyarmıştım bu konuda sizi. Tom Donahue'nün belgeseli oyuncular, oyuncu seçimleri ve ünlü bir casting ajanı üzerinden Hollywood'un tarihsel bir analizine girişiyor. Birçok oyuncuyu keşfetmiş Marion Dougherty'nin hayatına da odaklanan film sinemanın en unsurlarından biri olan "oyuncu" olgusunu farklı bir açıdan masaya yatırıyor. Hemen belirteyim, festivalin en zengin kadrolu filmi bu olsa gerek.



Vecide - Haifaa Al Mansour

Vecide'yi biraz da zorlu çekim süreci yüzünden seçtim. Tamamı Suudi Arabistan'da bir kadın tarafından, gizlice çekilen Vecide bisiklet almak için Kuran okuma yarışmasına giren küçük bir kızın hikayesini anlatıyor.BBC'de bir söyleşisini izlediğim Haifaa Al Mansour ülkesinde birçok değiştiğini ama hala bir kadın olarak yaşamanın zor olduğunu anlatıyor ve filmi bir minibüsün içinden gizlice çektiğini anlatıyordu.



Ölümün Alfabesi

Korku sineması tutkunları için ( ben mesela ) ilginç bir kolaj var menüde: Ölümün Alfabesi ( The ABCs of Death ). Toplam 26 kısa filmden oluşan bu kolajda 26 sinemacı, 26 farklı ölüm hikayesi anlatıyor. Filmin bir bölümünü izleme fırsatı buldum ve açıkçası gerçekten çok etkileyici bazı hikayeler olduğunu gördüm. Yönetmenler arasında Xavier Gens, Ti West, Ben Wheatley gibi tanınmış isimler de var.

Bu filmler dışında bir de şunları muhakkak izlemenizi önereceğim:

Camille Claudel 1915 - Bruno Dumont
Perde - Jafar Panahi ve Kamboziya Partovi
Küf - Ali Aydın
Bir Hurdacının Hayatı - Danis Tanovic
Hayatboyu - Aslı Özge
Kapital - Costa Gavras
Bir Vampir Hikayesi - Neil Jordan
Gebo ve Gölge - Manoel de Oliveira
Fransa Günlüğü - Raymond Depardon
İhanet Oyunları - Paul Verhoeven
Hannah Arendt - Margarethe Von Trotta
Bir Şarkının Peşinde - Malik Bendjelloul
Madonna Ağlıyor - Alex Gibney
Yük - Kim Nam-kyun
Açlık - Tony Scott
ve
Metin Erksan seçkisindeki tüm filmler


13.03.2013

Günün trailer'ı: The Bling Ring



Sofia Coppola'nın yeni filmi The Bling Ring'in teaser trailer'ı yayınlandı. kendisi ilk filmi Virgin Suicides'dan beri sevdiğim bir sinemacı olup, her filmini acilen izlemeye gayret ettiğim bir isimdir. Bu filmi de merak ve sabırsızlıkla bekliyorum.

Cannes'da terk edilen bir gelenek


Daha dün The Great Gatsby'nin Cannes'da açılış filmi olacağı haberini duyururken "Cannes dünya prömiyeri ister" diye yazmıştım. Bugün öğreniyorum ki film Cannes'dan beş gün önce Kuzey Amerika'da dünya prömiyerini yapacakmış. Tüm ısrarlara rağmen de Cannes'a karşı durarak tarihi kaydırmamışlar. Bu da aslında Cannes için bir geleneğin terki anlamına geliyor. tabii ki bunun bir istisna olacağı düşüncesindeyim. Bu haberi de ilginç notlar kategorisinden duyurmuş olayım.

12.03.2013

Cannes'ın açılış filmi The Great Gatsby


Böylece The Great Gatsby'nin gecikmesindeki muammayı da biraz olsun çözmüş olduk sanki. Malumunuz Baz Luhrmann'ın filmi aslında aylar önce gösterime çıkacaktı ama son anda ertelenmişti. Şimdi filmin Cannes Film Festivali'nin açılışında gösterileceği haberi geldi. Belki de diyorum, Luhrman ( ya da filmin yapımcıları ) bu ihtimali bildikleri için böyle bir ertelemeyi uygun gördüler, zira Cannes genellikle dünya prömiyeri ister. Leonardo DiCaprio, Tobey Maguire, Carey Mulligan ve Joel Edgerton'ın başrollerini paylaştığı film açılış gecesi olan 15 Mayıs'ta izleyici karşısına çıkacak. festival organizatörleri filmin müziğini yapan Jay-Z'nin de açılış gecesine katılacağını belirtmiş, benden söylemesi ( nedense?).

11.03.2013

Trainspotting'in devamı 2016'da


Danny Boyle kendisine dünya çapında başarı ve ün kazandıran 1996 tarihli filmi Trainspotting'in devamını uzun bir süredir çekmeyi düşünüyordu. Geçenlerde SXSW'de son filmi Trance'in gösteriminde önce basınla bir araya gelen Boyle nihayet ilk kez bir takvim sunmuş bu konuda ve orijinal oyuncu kadrosuyla birlikte çalışmak istediğini söylemiş. İlk filmin senaristi John Hodge'un şu sıralar senaryo üzerinde çalıştığını da söyleyen Danny Boyle eğer her şey yolunda giderse filmi 2016'da çekeceğini söylemiş. Öte yandan, bilenler bilir, Trainspotting romanının yazarı Irvine Welsh aslında Porno adında bir devam romanı yazmıştı. Ama Boyle Porno'yu çok sevmediğini ve çekeceği devam filminin Porno ile bağlarının çok sağlam olmayacağını belirtmiş. Film, tahmin edileceği üzre, Trainspotting'deki karakterlerin orta yaş krizine girdiklerinde yaşayacaklarını konu edinecek.

8.03.2013

Liberace'yi beklerken


Steven Soderbergh'in HBO için çektiği ve Liberace ile genç sevgilisinin ilişkilerine odaklanan Behind the Candelabra: My Life With Liberace yukarıda da gördüğüz gibi Entertainment Weekly dergisinin bu haftaki kapak konusu. Matt Damon'ın canlandırdığı Scott Thorson'ın otobiyografik romanından uyarlanan filmde Liberace'yi de Michael Douglas canlandırıyor. Liberace bildiğiniz gibi sanat güneşimiz Zeki Müren'in de ilham kaynaklarından biriydi. Bu anlamda bizi de değişik bir şekilde ilgilendiriyor sanki film. HBO kanalında 26 Mayıs'ta oynayacak olan filmde Rob Lowe, Dan Aykroyd ve Debbie Reynolds gibi isimler de var.

George Lucas ağzından kaçırdı: "Star Wars'da..."


Haftanın bombası ( en azından bazıları için ) bu haber olsa gerek. George Lucas kendisiyle yapılan bir röportajda J.J. Abrams'ın çekeceği 7. Star Wars filmiyle ilgili ağzından çok ilginç bilgiler kaçırmış. LucasFilm Disney'e satılmadan çok önce yeni Star Wars filmi için çalışmalara başlandığını söyleyen Lucas "Hatta Mark Hamill, Harrison Ford ve Carrie Fisher ile imza bile attık. Ya da pazarlıkta çok ilerledik. Aslında bunları söylememeliyim belki, herhalde bunu onlar daha büyük bir vaveylayla duyurmak isterler. Pazarlıklar nasıl bitti söylemeyeceğim." diyerek ortalığı bir hayli karıştırdı. Şimdi gelsin spekülasyonlar.






Günün trailer'ı: The Hangover Part 3


Maceranın sonu yaklaştı. Serinin önceki filmlerinde de imzası bulunan Todd Philips'in yönettiği filme yeni katılan oyunculardan biri de John Goodman. The Hangover Part 3, Mayıs ayının 24'ünde ABD'de gösterime çıkıyor.

7.03.2013

Christophe Waltz şimdi de Gorbachev oluyor


Mike Newell'ın yöneteceği Reykjavik adlı filmde Rusya ( tabii o zamanlar SSCB ) eski devlet başkanı Mihail Gorbachev'i geçen hafta kariyerinin ikinci Oscar ödülünü alan Christophe Waltz'un oynayacağı açıklandı. 1986 yılındaki ünlü Reykjavik zirvesini ele alan ve soğuk savaş döneminin bitişine dair bir film olan yapımda Ronald Reagan rolünü de yine 2 Oscar sahibi Michael Douglas üstlenecek. Filmin çekimleri bu ay içinde başlayacak. Hollywood son zamanlarda özellikle Argo, Lincoln, Zero Dark Thirty gibi ideolojik açılımları hiç hoşuma gitmeyen filmlerle bir hayli canımı sıktı ama Britanyalı bir sinemacı olan Mike Newell'ı severim doğrusu ve onun sağlam bir politik drama kotarabileceğine inanıyorum. Yani bu sefer umutluyum, umarım örneğin Frost/Nixon gibi tatmin edici bir film çıkar ortaya.

Mila Kunis'den unutulmayacak bir röportaj



Önce şaka sandım ama biraz seyredince anladım ki genç adam gerçekten deneyimsiz bir muhabir. İşin güzel yanı karşısında ne soracağını bilemeden oturan genç muhabire karşı Kunis son derece arkadaşça ve içten yanıtlar veriyor ve çok da eğleniyor. Press Junket denilen ve her muhabire yaklaşık 5 dakika zaman tanınan bu röportajlar serisi oyuncular ve yönetmenler için ciddi bir işkence aslında. Çünkü herkes o 5 dakikalık sürede aynı soruları soruyor ve oyuncular da aynı yanıtları vermekten helak oluyor. O yüzden Mila Kunis'in bu röportaj sırasında ne kadar bu kadar mutlu olduğunu anlamak zor değil. Üstelik bir yerde yanındaki bir görevlinin uyarısı sonucu yaklaşık bir dakika boyunca filmle ilgili ezbere bilgiler veriyor ki, meraklısı oradan her şeyi öğrenebilir.

6.03.2013

Sam Mendes "Yeter" dedi


Neye "yeter" dediğini anlamışsınızdır; Skyfall ile hemen hemen tüm Bondseverlerin gönlünde taht kuran Sam Mendes bir daha Bond filmi çekmeyeceğini söyledi. Bond tarihinin en karlı filmine imza atan yönetmen "Barbara ve Michael'ın cömert tekliflerine hayır demek zor oldu ama bir sonraki Bond filmini ben çekmeyeceğim" şeklinde bir açıklamada bulundu. "Bond ailesinin bir parçası olmaktan gurur duydum ve umarım gelecekte bir kez daha onlarla çalışma fırsatı bulurum" diyerek bir anlamda açık kapı da bırakan Mendes şimdi bir süre tiyatroya konsantre olacak ve Kral Lear'ı sahneleyecek.

4.03.2013

Festival fısıltıları


Henüz resmi olarak açıklanmadı ama 32. İstanbul Film Festivali'ne dair kimi duyumlar almış bulunmaktayım. Bunların da hepsini açıklamayacağım elbette, sadece bir iki fısıltıyla yetineceğim. Bu yıl festivalin bence gerçekten önemli konukları var. Bunlardan biri Uluslararası Altın Lale yarışmasının jüri başkanı olan Peter Weir. Festivalde bir de sinema dersi varacak usta sinemacı. Bir diğer önemli konuk da son yılların en parlak sinemacılarından Carlos Reygadas. O da bir ders verecek festival kapsamında. İkisini dekaçırmayın derim. başka konuklar da var, ama artık onları söylemeyeyim de başım belaya girmesin.

Kubrick'in Napoleon'u nihayet hayata geçiyor


Sinema tarihinin en ünlü "yarım kalmış proje"si herhalde Stanley Kubrick'in üzerinde yıllarca çalıştığı ama bir türlü motor diyemediği filmi Napoleon olmuştur. Şimdi anladığım kadarıyla Steven Spielberg bu bir türlü sonuçlandırılamamış Kubrick projesini bir TV dizisi haline dönüştererek hayata geçirme niyetinde. Kubrick'in bir başka yarım kalmış projesi olan Artificial Intelligence'ı da Spielberg çekmiş ama sonuç bence hiç de tatmin edici olmamıştı. Bakalım bu sefer hedefi tutturabilecek mi?

Günün trailer'ı: Erased



Bir adı da The Expatriate olan Erased korkarım ki örneklerine defalarca rastladığımız aksiyon gerilim türünde filmlerden. Tabii ki önyargılı yaklaşmamak lazım, bakarsınız bambaşka bir film çıkar karşımıza ve seviniriz. Gerçi trailer'dan görülen o ki, pek bir sürpriz çıkmayacak. Başrolde Aaron Eckhart'ın yer aldığı filmde Olga Kurylenko da yer alıyor.

1.03.2013

Tom Hanks Broadway'da


En son 1979'da New York'ta sahneye çıkmış Tom Hanks. Wikipedia öyle diyor. Ama şimdi, 30 küsur yıl sonra, geçen yıl hayata veda eden Nora Ephron'un yazdığı Lucky Guy adlı oyunla Broadway sahnelerine geri dönüyor. gerçi anladığım kadarıyla çok kısa bir süre için sahnelenecek oyun, ama yine de imkanınız varsa atlayın bir uçağa gidin görün derim. Tom Hanks'i bir daha sahnede ne zaman göreceksiniz? Geroge C. Wolfe'un yönettiği oyunda Hanks dışında başka tanıdık simalar da var: Maura Tierney, Christopher McDonald, Peter Gerety, Courtney B. Vance. Hemen belirteyim, ilk oyun bu akşam ve en pahalı bilet de 152 dolar ( yaklaşık 250 TL ). Meraklısı buraya tıklayabilir.