30.11.2011
Günün Trailer'ı: Rampart
Soderbergh'in yeni filmi The Bitter Pill
Harry Potter'dan Allen Ginsberg olur mu?
Klasik sahne: True Romance
Tarantino'nun yazdığı en iyi sahne! Ve bir başkası çekti. Henüz yeterince ünlü olmadığı bir dönemde kendisi çekemediği için True Romance'in senaryosunu satan Quentin Tarantino herhalde Tony Scott'ın çektiği filmi izleyince biraz olsun sinir olmuştur. Kendisi çekse nasıl çekerdi, onu da merak ediyorum doğrusu. Tarantino'nun yıllarca bu sahneyi aşacak bir sahne yazmayı arzuladığını Inglorious Basterds için verdiği bir röportajda öğrendim. Inglorious'un başındaki uzun sahneyi kast ederek ( hani şu Albay Hans Landa'nın Fransız ailenin evine geldiği sahne ) "Nihayet Sicilyalı sahnesinden daha iyi bir sahne yazdım" diyordu QT. Ama heyhat, çok iyi bir sahne olsa da Sicilyalı sahnesi kadar iyi değil. Dennis Hopper ve Christopher Walken'ın karşılıklı döktürdüğü sahne diyalogları, oyunculukları, süresi ve atmosferiyle muhteşemdir. Bu arada geri planda henüz uluslararası şöhrete ulaşmamış James Gandolfini'yi ( The Sopranos desem ?) görüyoruz. Ve biliyoruz ki, Hopper'ın buzdolabındaki not bulunamk üzeredir ve Clarence'ı kurtarmak uğruna ölümü göze alan babası boşuna ölmüştür. Yukarıdaki bölümde o son anlar yok maalesef ama bu kadarıyla da mükemmel bir sahne. Bu arada şunu da belirteyim, Gary Oldman ve Christian Slater'ın karşılıklı sahnesini de çok severim bu filmde. Belki onu da başka zaman izleriz.
Terry Gilliam açıklıyor: Kubrick ve Spielberg arasındaki fark nedir?
29.11.2011
Ken Russell 1927 - 2011
21.11.2011
Klasik sahne: Double Indemnity
20.11.2011
Natalie Wood davası yeniden açılıyor
19.11.2011
18.11.2011
Klasik Sahne: The Shining
Gelmiş geçmiş en başarılı korku filmlerinden biridir The Shining. Stanley Kubrick'in akılalmaz ince işçiliği ile Jack Nicholson'ın delimsirek dehasının birleşimi kesinlikle Stephen King'in romanını aşıp başka bir yerlere götürmüştür The Shining'i. Nitekim King de bunu fark etmiş ve çeşitli defalar filmi yerin dibine sokmuştur. Yine de The Shining ve tabii ki yukarıdaki sahne unutulmazdır. Aşağıya da bu filmin setinden çekilmiş bir fotoğraf koyuyorum. Kubrick'in çektiği fotoğrafta yönetmenin sinema anlayışına dair de güçlü bir ipucu yok mu? Sanki Kubrick "filmimin asıl yıldızı benim, sizin o çok sevip taptığınız starlar değil" diyor gibi, ne dersiniz?
Dondurmaya Dude lezzeti
Tabii ki böyle bir dondurma yok, keşke olsaydı. White Russian lezzetli bir Dude dondurmasına yaz kış ihtiyaç var bence. Yukarıda gördüğünüz Ben & Jerry marka dondurmayı Bostonlu grafik tasarımcı John Defreest ( nam-ı diğer John etc ) yapmış. Başka dondurmalar da tasarlamış John etc, merak ediyorsanız yazının devamında görebilirsiniz.
17.11.2011
David Fincher ne karıştırıyor?
Benim asıl ilgimi çeken haberse David Fincher'ın pilot bölümünü çekeceği ve başrollerini Kevin Spacey ve Robin Wright'ın üstleneceği TV dizisi House of Cards. Politik bir gerilim olan House of Cards aslında BBC'nin 1990'da çektiği aynı adlı mini dizinin bir uyarlaması. Netflix için çekilen ve şimdilik 26 bölüm sipariş edilen House of Cards 2012 yılında başlayacak. Diziyi özel bir internet kanalı olan Netflix'in yayınlayacak olması aslında çok iyi bir haber değil ama meraklanmayın Sony ilk gösterimin ardından diğer kanallara dağıtım hakkını almış. Uzun yıllar West Wing izlemiş ve iyi bir politik dramanın değerini bilen biri olarak bu diziyi iple çektiğimi söylemeliyim. Üstelik Kevin Spacey, daha ne olsun.
Klasik Sahne: The Insider
16.11.2011
Günün Trailer'ı: Being Flynn
Batman neden Wall Street'e çıkmadı?
"Christopher Nolan ve muhteşem ekibinin Wall Street işgalcilerine çalışma fırsatı tanıması ve onları bu şekilde desteklemesi ilk başta çok iyi bir fikir gibi görünmüştü ama aslında böyle yaparak çok kötü bir mesaj yollamış olacaktık. Sonuçta bir film çekiyoruz biz. Orada olanlar ise filmden çok daha önemli. Onlarla işbirliği yapmak güzel ama, olup bitenleri küçültmek, önemsizleştirmek istemedik. Yaptıklarına saygı göstermek, onların eylemlerinin politik bağlamda içinin boşaltılmasına yol açmaktan çok daha önemli."
Günün afişi
14.11.2011
Pedro Almodovar'ın güzellik anlayışı
Pedro Almodóvar: Under His Skin on Nowness.com.
Son filmi La Piel Que Habito'yu henüz izleyemedim ama yıl sonunda vizyona girdiğinde izleyeceğim umarım. Bu arada Nowness yönetmenle yapılan kısa bir söyleşiyi yayınlamış, ben de sizinle paylaşıyorum. Söyleşi büyük ölçüde güzellik kavramı üzerinde dolaşıyor. "Bence en güzel kadın Katharine Hepburn" diyor Almodovar bir yerde. Kısa ve güzel bir söyleşi, izleyin derim.
Günün Trailer'ı: Safe House
Konu tırışkaya benziyor ama oyuncu kadrosu fena değil. Denzel Washington'u ve Sam Shephard'ı her zaman sevmişimdir. Ryan Reynolds'u saymıyorum ama mesela daha küçük bir rolde oynayan Brendan Gleeson da ( The General, In Bruges ) hiç fena değildir. Daniel Espinosa'nın ( adına aldanmayın, İsveçli kendisi ) çektiği Safe House 2012 Şubat'ında gösterime çıkacak.
11.11.2011
İş Billy Crystal'a kaldı
10.11.2011
Oscar'da şok
3.11.2011
Yeni Bond filminin adı belli oldu
2.11.2011
Spike Jonze'dan kitapseverler için
Spike Jonze: Mourir Auprès de Toi on Nowness.com.
Spike Jonze'un Mourir Aupres De Toi ( To Die By Your Side ya da Senin Yamacında Ölmek ) adlı kısa filmi sinemaseverlerin çok hoşuna gidecek muhakkak ama kitapseverler bence daha da çok hoşlanacak. Paris'in meşhur kitapçılarından Shakespeare & Company'de geçen ve büyük kısmı animasyon olan filmde çanta tasarımcısı Olympia Le-Tan'ın elleriyle kestiği 3000 parça kullanılmış. İzlemesi son derece keyifli, kaçırmamanızı tavsiye ederim.
Anemic Cinema
Marcel Duchamp'ın 1926 tarihli kısa filmi Anemic Cinema deneysel sinemanın önemli kilometre taşlarından biri. Man Ray ve Marc Allegret ile işbirliği yapan ve filmi alter egosunun adıyla, Rrose Selavy adıyla imzalayan Duchamp 20. yüzyılın en önemli sanatçılarından biri. Bugün sanat bienallerinde hala onun uzun yıllar önce temellerini attığı kavramsal sanatın türevlerini görüyoruz bana sorarsanız. Uzmanlık alanım olmadığı için fazla ahkam kesmeyeceğim, buyrun filmi izleyin.
Sevgili Marlon
Yukarıda gördüğünüz mektubu Francis Ford Coppola kaleme almış. Mektubun yazıldığı kişiyse Marlon Brando. Üzerine tıkladığınızda ayrıntılı olarak görüp rahatça okuyabileceğiniz bu sayfa asıl mektubun sonradan oluşturulmuş bir kopyası değil, gerçeğinin dijital ortama aktarılmış hali. 1973 yılında, tam da Marlon Brando'nun The Godfather için kazandığı Oscar'ı reddedişinden yaklaşık bir ay sonra yazılmış mektupta Coppola son derece samimi ama çekingen bir üslupla Marlon Brando'ya The Godfather 2'de oynayıp oynamayacağını soruyor. Mektuptan da anlıyoruz ki, Coppola o sıralar paramount'un patronu olan Charles Bluhdorn ve stüdyonun yöneticileri Frank Yablans ve Robert Evans'ı Brando konusunda kıvama getirebilmek için bir hayli uğraşmış. İşin aslı bu mektubun ardından Brando filmde oynamayı ve genç Vito'yu canlandırmayı kabul etmiş ama sonra ilişkiler yine bozulunca rol Robert De Niro'ya kalmış. Mukadderat. Bu arada mektubun sonunda Coppola "bu filmden sonra sinema işini bırakıyorum" diyor ama hemen ardından kendisiyle çelişerek açık kapı bırakıyor. Hep biraz kafası karışktı zaten hazretin.
1.11.2011
Kritik: Midnight In Paris
Kimi eleştirmelerin Midnight In Paris'in Woody Allen'ın uzun zamandır çektiği en iyi film olduğu yargısına katılmıyorum ama filmi izlerken keyif aldığımı da itiraf etmeliyim. Owen Wilson çok açık ki Woody Allen'ın gençliğini canlandırıyor ve açıkçası bu da bende "acaba daha eskiden yazılmış, ya da hayal edilmiş bir seneryo mu bu?" sorusunu uyandırdı. İşin doğrusu Woody Allen buna benzer fantezileri daha önce de çekmişti. Purple Rose of Cairo ya da Sleeper gibi filmler, hatta bir ölçüde New York Stories'deki Oedipus Wrecks, hep Midnight In Paris'tekine benzer fantezilere yakındır. Allen bu kez 20. yüzyılın en heyecan verici dönemlerinden biri olan 1920'li yıllara dönmüş ve o yılların Paris'inde Picasso'dan Hemingway'e birçok sanatçının biraraya geldiği o büyülü atmosferin ortasına atlayıvermiş. Adrien Brody'nin Salvador Dali kompozisyonu ya da gönüllü zaman yolculuğunda gerçek mutluluğu bulan Gil Pender'in Bunuel'e ileride çekeceği El Angel Exterminator filmi için fikir verdiği sahne gibi akılda kalıcı kimi oyunculuklar ve bölümler var ama nihayetinde çok da derinlik beklenmemesi gereken bir film var karşımızda. Woody Allen her yıl film çekmesinin getirdiği bir handikap yüzünden kendisini sık sık tekrar eden bir sinemacıya dönüştü ne zamandır. Ama 2005 tarihli Match Point gibi bir başyapıtı da çekebiliyor ara sıra ve ilerlemiş yaşına rağmen ondan umut kesmemizi bir şekilde engellemeyi başarıyor. Son yıllarda New York'un dışına da sık sık çıkmaya başladığı gözetilirse kendine has temaları farklı şehirlerde ( Londra, Barcelona ve Paris sırasını savdı; sırada Viyana, İstanbul ve Tokyo var herhalde ) işlediği filmler çekmeye devam edecektir diye düşünüyorum. Yıldız vermek gerekirse ***
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)