30.10.2009

Arka Pencere



Sinema tarihinin en bilinen film adlarından biri Arka Pencere. Ve elbette Alfred Hitchcock'un da en önemli filmlerinden biri. Ama artık Arka Pencere dediğimizde sadece bu film değil, aralarında Burak Göral, Cem Altınsaray, Murat Özer, Burçin Yalçın gibi sinema yazarlarının bulunduğu ve şimdilik sadece internette yayınlanan haftalık bir sinema dergisi gelecek aklımıza. İlk sayısı şu sıralar yayınlanmakta olan dergiye http://www.arkapencere.com/ adresinden ulaşabilirsiniz. Zengin bir içeriğe sahip derginini farklı bölümleri de yine Hitchcock'un filmlerinin adlarını taşıyor ( eleştiriler Çok Bilen Adam başlığı altında örneğin ). Emeği geçen tüm dostları kutluyor, uzun ve verimli bir yayın hayatı diliyorum. Umarım devamı da gelir.

27.10.2009

True Grit'in oyuncu kadrosu netleşiyor



Gerçi henüz kesinleşmiş bir isim yok ama Coen Biraderler'in yeni filmi True Grit için görüşmeler sürüyor. Hatırlarsanız John Wayne'in klasik western filmi True Grit'in yeniden çevrimi için Coen Biraderler'in ilk görüştüğü isim Jeff Bridges olmuştu. Bridges'ın filmde oynaması kesinleşti gibi. Onun haricinde görüşülen isimler arasında Matt Damon ve Josh Brolin de var. Damon ve Brolin'in True Grit için kamera karşısına geçip geçmeyeceği çok yakında belli olacak ve ben de hemen haber vereceğim elbette. Biraz sabır ey okur!

Wes Craven'ın unutamadığı filmler



Korku sineması tutkunları için Wes Craven'ın özel bir yeri var elbette. Şahsen tüm filmlerinin hayranı olduğumu söyleyemem ama Freddy gibi bir karakteri yaratmış olması bile yeter. Tabii ilk dönem filmleri de ( Last House on the Left vs. ) ayrıca takdire şayandır. Uzatmayalım, üstad geçenlerde onu en çok etkilemiş 10 filmi sıralamış. Bunları bir kısmı çocukluğunda izlediği, bir kısmı da kendi sinemasını doğrudan etkileyen filmler. Şu filmler var Craven'ın listesinde: Blow Up ( Antonioni ), Psycho ( "Scream'in başını izleyin, Psycho'dan ne kadar etkilendiğimi görürsünüz" diyor ), Repulsion ( Polanski ), La Belle et La Bete ( Jean Cocteau ), The War of the Worlds ( 1953 tarihli filmi çocuk yaşta sinemada izlediğini ve uzun süre kabuslarından çıkmadığını söylüyor ), Frankenstein ( 1931 versiyonu ), Nosferatu ( 1922 tarihli Murnau klasiği elbette ), The Bad Seed ( Mervyn Leroy'un filmini Omen ya da Exorcist'in öncülü gibi gördüğünü söylüyor ) ve Don't Look Now ( Nicholas Roeg'un filmini öve öve bitiremiyor ).

26.10.2009

Bir remake daha: My Fair Lady



Bugün şansımız yeniden çevrim filmlerden açıldı anlaşılan. Bu seferki dedikodu safhasını geçmiş durumda ama. Telegraph'ın haberine göre My Fair Lady'nin yeni versiyonunda Eliza Doolittle rolünü Keira Knightley canlandıracak. Yapımcılar, Joe Wright'ın yöneteceği film için Scarlett Johansson ile Knightley arasında kalmışlar ve rolü son anda, aylardır şan dersleri alan Knightley'e vermeyi tercih etmişler. Kimi kaynaklar Scarlett'in iki albüm kaydettiğini ve bu albümlerin de şarkı söyleyemediğinin kanıtı olarak kabul edildiği yolunda esprili yorumlar yapıyor.

The Third Man yeniden mi çekiliyor?



Bu henüz bir dedikodu elbette. Sinema tarihinin en ünlü klasiklerinden biri olan The Third Man'in yeniden çevrilmesi az cüret değil doğrusu. Martin Scorsese gibi bir isim bekliyor insan böyle bir proje için. Yönetmenin kim olduğu konusunda bir bilgi yok gerçi ama başrolleri Leonardo DiCaprio ( Scorsese'nin yeni favorisi malum ) ve Tobey Maguire'ın paylaşacağı söyleniyor. Bu ikilinin tahmini rol paylaşımını da yapmış haberi geçenler: DiCaprio filmde Orson Welles'in rolünü, Maguire ise Joseph Cotten'ın rolünü üstlenecek ( diyorlar! ). Filmin nerede geçeceği konusunda da çeşitli görüşler var elbette ve en güçlü aday da Bağdat. Senarist olarak da Eastern Promises'ın senaristi Steven Knight'ın adı geçiyor.

23.10.2009

Günün Afişi



Clint Eastwood'un yeni filmi Invictus'un afişi bugün görücüye çıktı. Filmin gösterim tarihiyse 11 Aralık. Türkiye vizyon tarihi henüz muamma.

21.10.2009

Oscar törenine Adam Shankman imzası


Oscar töreni yılın en önemli organizasyonlarından biri olarak görülür Hollywood'da. Her yıl töreni kim sunacak, kimler ödül verecek, kimler canlı performans sunacak gibi çeşitli sorular kafaları uzun süre meşgul eder. Tören sonrası da gecenin televizyon ratingleri tartışılmaya başlanır. Son yıllarda ratinglerde ciddi bir düşüş olduğu ve bu konuda acilen bir şeyler yapılması gerektiği yönünde eleştiriler duyuyorduk sık sık. 1997'de Titanic'in hemen tüm ödüleri aldığı törenden bu yana törenin izlenme oranı istikrarlı bir şekilde düşüyordu. Sadece geçen yıl, biraz da Hugh Jackman'ın başarılı sunumu sayesinde izlenme oranı bir miktar yukarı çekilebildi. Jackman başarılıydı elbette ama törenin daha hızlı akması ve süresinin az da olsa daha kısa olması gibi sebepler de izlenme oranlarının yükselmesine katkıda bulunmuş olabilir. Herneyse uzatmayalım, bu yıl törenin yapımcılığı Hairspray müzikalinin yeni uyarlamasını yöneten Adam Shankman ile en son Coraline adlı animasyon filmin yapımcılığını üstlenen Bill Mechanic'e düştü. Shankman aslen dans kökenli biri ve bir kaç yıldır So You Think You Can Dance adlı dans yarışmasında sık sık konuk jüri görevini üstleniyor. 7 Mart gecesi canlı olarak dünyanın dört bir yanında izleyiciyle buluşacak Oscar töreninin altından kalkabilir mi bilemiyorum ama başta seçeceği sunucu olmak üzere, yapacaklarını merakla bekliyorum doğrusu.

Ümit Ünal yeni filminin çekimlerine başladı


Filmin adı Ses. Yukarıda filmin afişini görüyorsunuz. Gerçi film bu afişle mi gösterime çıkar bilemiyorum ama ben çok beğendim doğrusu. Bu kez bir korku filmi çekiyor Ümit Ünal ve ben de bir hayli merak ediyorum doğrusu. Aldığım haberleri ilk fırsatta sizlerle de paylaşacağım elbette. Bu arada Ümit Ünal'ın Nefes filminin bir bölümü üzerine yazdığı bir yazı da Facebook'da dolaşıyor ki, ilginizi çekeceğini düşünüyorum. Savaş ve savaşın kurbanları, savaşın müsebbibleri üzerine etkileyici bir yazı kaleme almış Ünal. Anlaşılan Nefes tartışması bir süre gündemi meşgul edecek.

Gucci filmi, hem de Ridley Scott'dan



Moda aleminin en marka isimlerinden Gucci'nin hayatı beyazperdeye aktarılıyor sevgili Devamlılık Hatası okurları. Aktaracak kişi de ilginç bir isim: Ridley Scott. Tabii ki Ridley Scott'ı projeye çeken Gucci'nin modacılık vasıflarından çok, eski karısının planladığı bir cinayet sonucu ölmüş olması. Şu sıralar Russell Crowe'un başrolünü üstlendiği Robin Hood filminin post-production işleriyle meşgul olan Scott yeni filminin başrolleri için Leonardo DiCaprio ve Angelina Jolie ile görüşme halindeymiş.

19.10.2009

Hafıza 4: The Texas Chainsaw Massacre


Bundan tam 35 yıl önce ( 18 Ekim 1974 ) gösterime çıkan ve bugün korku sinemasının klasikleri arasında gösterilen The Texas Chainsaw Massacre aradan geçen onca zamana karşın tedirgin ediciliğini koruyan ender filmlerden. Tobe Hooper'ın filmini ilk kez 1998 yılında DVD kopyasından izlemiştim. DVD'ler yeni yeni girmeye başlamıştı hayatımıza ve ben de iflah olmaz bir korku filmi tutkunu olarak, bir türlü elime geçiremediğim ve tuhaf bir şekilde eksikliğini hissettiğim bu filmi nihayet izleyecek olmanın heyecanla koymuştum DVD player'ıma. İşin komik yanı, yıllar önce, lise 2 ya da 3. sınıfta The Texas Chainsaw Massacre 2'yi videodan izlemiş ve Leatherface'in aşırılıklarla dolu dehşetengiz imgesini beynimi kazımıştım. İkinci film ilkiyle karşılaştırılıdığında çok da matah değildi elbet ama yine de benim hoşuma gitmişti. Herneyse, 24 yıl gecikmeli de olsa orijinal filmi ilzedim ve çiğ anlatımına, ucuz ama etkileyici çözümlerle dolu kurgusuna ve çocuk ruhlu ama korkutucu bir vahşetle yüklü, iri yarı Leatherface'e hayran oldum. Eline düşürdüklerini katleden ve hatta et muamelesi yapıp yiyen Texas'lı aile imgesi, Easy Rider'ın sonunda motorlarıyla batıya giden hippileri pervasızca öldüren güneyli tipler kadar rahatsız edici değildi belki ama çok da uzağına düşmüyordu. Hooper'ın sonraki filmleri ve bir franchise'a dönüştürmek istedikleri Texas serisi ( ya da Leatherface filmleri ) ilk film kadar etkili olmadı elbette. Şiddetin Vietnam savaşı vasıtasıyla Amerikan toplumunun gündelik hayatına sızdığı bir dönemde çekilmiş oluşu ise bir tesadüften öte, neredeyse sosyolojik bir göstergedir kanımca.

The Tourist 2011'de gösterimde



Bize ne 2011'de gösterime çıkacak filmden diyebilirsiniz, haklısınız da, ama Başkalarının Hayatı ( Das Leben Der Anderen ) adlı Alman filminin yönetmeni Florian Henckel von Donnersmarck'ın yöneteceği söylenen bir film 2 yıl önceden haber olmayı hak ediyor bence. Gerçi Donnersmarck'ın yöneteceği henüz kesinleşmedi ama eli kulağında. The Tourist Fransız yapımı Anthony Zimmer'in bir yeniden çevrimi olacak ve başrol için de Angelina Jolie'nin adı geçiyor. Bir ara Tom Cruise ve Charlize Theron başrolleri paylaşacak gibi görünüyordu ama olmadı. Şimdi Jolie ile Sam Worthington var potada.

Thor için yeni isimler



Çizgiroman uyarlamaları iyi iş yapıyor ya, her geçen gün yeni bir proje türüyor. Marvel'in süper kahramanlarından Thor için de bir süredir bir uyarlama çalışmasıdır gidiyordu. Yönetmen Kenneth Branagh olacak ve filmde Natalie Portman, Jaime Alexander, Samuel L. Jackson ve Stellan Skarsgard gibi isimler rol alacak. Söylentiler doğruysa bu kadroya iki dev isim daha katılıyrmuş: Robert De Niro ve Jude Law. Söylentiler henüz doğrulanmadığı gibi De Niro ve Law'un hangi roller için düşünüldüğü de açıklanmadı. Durum son derece şaibeli yani.

16.10.2009

Raymond Carver'ı sever misiniz?



Amerikan edebiyatının özgün seslerinden biri olan Raymond Carver çağdaş edebiyat panoraması içinde önemli bir yere sahip bence. Yazarın öykülerinden uyarlanan Short Cuts ( Robert Altman ) hala dün gibi aklımdadır. Yine de Altman'ın bile Carver'ı tam anlamıyla sinemaya aktarabildiğini düşünmüyorum doğrusu. Şimdi yeni bir Carver uyarlaması geliyor: Everything Must Go. Filmin yönetmeni, ilk uzun metrajlı filmini çekecek olan Dan Rush. 10 milyon dolar bütçeli bağımsız filmin başrolünde ise Will Ferrell yer alacak. Çok umutlu olmamakla beraber merakla beklediğimi söylemek isterim. Bu arada Carver'ın Aşktan Sözettiğimizde Sözünü Ettiklerimiz adlı öykü kitabının İletişim Yayınları tarafından basıldığını belirtelim ( gerçi baskısını bulmak kolay değil ama olsun ).

The Conspirator'un oyuncu kadrosu netleşiyor



Aslında çok da Redford meraklısı değilim ama işin içinde Lincoln suikasti falan olunca Amerikan kamuoyunun da beklentileri tuhaf bir şekilde artıyor. The Conspirator'un çekimleri başladı bu arada. Başrollerde James McAvoy ve Robin Wright Penn'in olduğunu daha önce duyurmuştuk hatırlarsanız. Şimdi gelen açıklamalara göre Evan Rachel Wood, Tom Wilkinson ve Kevin Kline da kadroya katılmış.

Shyamalan'dan yeni üçleme



Ama bu üçlemeyi M. Night Shyamalan yönetmeyecek. 3 yıl içinde çekilecek 3 film Shyamalan'ın yazacağı öykülerden hareketle sinemaya aktarılacak ve üçlemenin adı da Night Chronicles olacak. Bu filmlerin ilki de Drew ve John Eric Dowdle tarafından çekilecek. Adı Devil ve başrolünde de Chris Messina var. Empire'ın haberine göre Shyamalan üçlemenin yapımcılığını da üstlenecek ama senaryoları Brian Nelson ( 30 Days of Night ) yazacak. Anlaşılan Shyamalan korku sinemasında bir tür marka olmaya doğru emin adımlarla yürüyor.

15.10.2009

Levent Semerci "Nefes" için kaç kutu film kullandı?



Duyunca ben de kulaklarına inanamadım doğrusu. Levent Semerci yarın vizyona çıkacak filmi Nefes'in çekimlerinde tam 2000 kutu film kullanmış. 35 mm ve 2000 kutu diyerek tekrar edeyim. Bu bilgiyi de Semerci ile daha önce çalışmış bir reklamcı dostumdan aldım ve doğruluğuna da inandım. Aynı dostumun söylediğine göre Semerci 1,5 dakikalık reklam filmi için bile 250 - 300 kutu film kullanıyormuş. İlginç doğrusu. 2000 kutu film harcanmış bir sinema filmine gitmek şart diye düşünüyorum açıkçası, sırf merakımdan.

12.10.2009

Lars Von Trier'den Melancholia


En son Antichrist ile ortalığı karıştıran Lars Von Trier yeni filminin hazırlıklarına başladı bile. Melancholia adlı bu yeni film psikolojik bir felaketi konu alacakmış. Haberi veren Empire "Antichrist neydi peki?" diye soruyor haliyle. Dünyaya çok yaklaşan Melancholia adlı bir gezegenin yarattığı etkileri konu alan film yişne kolay hazmedilmeyecek bir iş olacak kanısındayım.

Soderbergh'den Liberace biyografisi



Bilenler bilir, Liberace sanat güneşimiz Zeki Müren'i en çok etkileyen şahsiyetlerden biriydi. Zaten yukarıdaki fotoğraf da bu etkileşimin boyutlarını gözler önüne seriyordur tahminimce. Steven Soderbergh bir süredir Liberace'nin hayatını beyazperdeye aktarmayı düşünüyordu. Kısmet 2010'aymış. Gösterişli müzisyene beyazperdede hayat verecek isimse Michael Douglas olacak. Douglas çok güçlü bir oyuncu değil elbette ve insanda "yapabilir mi?" şüphesi uyandırıyor ister istemez. İş biraz Soderbergh'e düşüyor burada. Yine de Michael Douglas'ın gay bir polisi canlandırdığı Will & Grace bölümünü izlemenizi tavsiye ederim, hiç fena değildi orada. Liberace'nin kendisinden 30 küsur yaş küçük hayat arkadaşını ise ( Scott Thorson ) Matt Damon oynayacak. Zaten filmin senaryosu da büyük ölçüde Thorson'ın anılarına dayanıyor.

9.10.2009

Richard Pryor'ı kim canlandıracak?



Stand-up komedyeni Richard Pryor'ın hayatı bir süredir filme alınmak isteniyordu. Pryor kendi kuşağının en iyilerinden biri hiç şüphesiz. Hatta tüm zamanların en iyi stand-up komedyenleri arasında üst sıralarda geçer adı. Lenny Bruce, Bill Hicks, George Carlin, Bill Cosby gibi devlerden biridir. Jerry Seinfeld "mesleğimizin Picasso'sudur" demişti onun için. Ayrıca sinemada da kayda değer bir sürü filmi vardır. Ne yazık ki ağır bir hastalık sonucu uzun süre tekerlekli iskemleye mahkum kalmış ve erken sayılabilecek bir yaşta ölmüştü. Hayatını filme almak iyi bir fikir elbette ama Pryor gibi bir ustayı kim oynayacak sorusu çok önemli. Yönetmen Bill Condon'ın ilk tercihi Eddie Murphy idi. Sonra ondan vazgeçildi. Şimdi Marlon Wayans adı dolaşıyor ortalıkta. Kendisini sahnede hiç ilzemedim, stand-up kariyeri hakkında hiçbir fikrim yok. İşin doğrusu, sahne tecrübesi var mı yok mu onu da bilmiyorum ama stand-up yapmamış birini bu role seçmeyecekleri mantığından hareketle tecrübeli olduğunu varsayıyorum. Yine de Wayans'ın çapı Pryor'a yetmezmiş gibi geliyor bana. Var mı aksini iddia eden?

Abel Ferrara yeni filme başlıyor



En son Venedik Film Festivali'nde gösterilen Werner Herzog imzalı Bad Lieutenant vesilesiyle anmıştık Abel Ferrara'yı. İki yönetmen arasında ufak çaplı bir atışma yaşanmıştı hatırlarsanız. Hatırlamayanlar Devamlılık Hatası'nın tarasın. Yönetmen şu sıralar yeni filmi Game of Death üzerinde çalışıyormuş. Başrolde de Wesley Snipes oynayacakmış. Ferrara ve Snipes daha önce King Of New York'ta da birlikte çalışmışlardı. O zamandan beri çok şey oldu gerçi, Snipes popülaritesini bir hayli yitirdi, Ferrara iyice majinalize oldu falan filan. Şimdi her ikisi de biraz daha piyasaya dönüş yapıyor gibi. Yine de belli olmaz, Ferrara bu.

3D çılgınlığı devam ediyor



Hem de tüm hızıyla. Son okuduğum habere göre Texas Chainsaw Massacre'ın ruh hastası katiller galerisine hediye ettiği Leatherface'in hakları Twisted Pictures tarafından satın alınmış ve firma 3 boyutlu bir Leatherface filmi çekemeye hazırlanıyormuş. Öte yandan James Cameron da Titanic'i 3D'ye çevirmeye başlamış. 15 dakikalık bir kısmını bitirmişler bile ve dediklerine bakılırsa sonuç muhteşemmiş. Titanic için muhteşem tanımlaması beni biraz üzer doğrusu ama yapacak birşey yok, film onların filmi. Terminator serisinin 2.si için de benzer bir proje söz konusuymuş, ama henüz kesinleşen birşey yok. Bu arada Cameron demişken geçenlerde cep telefonundan film izleme konusunda yaptığı bir yorum pek hoşuma gitti doğrusu: üstad demiş ki, "Kafanız iyise ve cep telefonunu burnunuza sokarsanız Avatar'ı salonda izlemiş gibi olursunuz".

Let The Right One In oldu Let Me In



Daha önce de yazdım, Let The Right One In son yıllarda izlediğim en iyi korku/vampir filmlerinden biri. Sinema dili olağanüstü güçlü bir kere. Farklı okumalara, serbest uçuşlara falan da açık bir hikaye. İnsanda İsveççe öğrenip Lindqvist'in romanını orijinalinden okuma isteği uyandırıyor. Tomas Alfredson'ın filmi üzerine uzun uzun konuşmak mümkün elbette ama asıl haber Let The Right One In'in Hollywood remake'i Let Me In. Yeni bir katliamla karşı karşıya olduğumuz hissine kapılıyorum açıkçası. Hollywood ne zaman başarılı bir Avrupa ya da uzakdoğu filmine el atsa aynı his beliriveriyor bende. Önceki örneklerin bir çoğunun berbat oluşunun da bunda payı var elbette. Yukarıdaki fotoğrafta filmin Amerikan uyarlamasında rol alacak oyuncuları görüyorsunuz. Ortada gördüğünüz Kodi Smith-McPhee filmin merkez karakteri Owen'ı ( ilk filmdeki Oskar ) canlandıracak. Androjen vampir Eli ise bu kez Abby adını almış. Onu da sağ baştaki Chloe Moritz oynayacak. Abby'nin koruyucusu rolü ise sol başta gördüğünüz ve muhtemelen Six Feet Under'dan hatırladığınız Richard Jenkins'e kalmış. Filme dair en büyük umudumsa bir önceki filmi Cloverfield ile hiç de fena bir iş çıkarmayan Matt Reeves'in yönetmenlik koltuğuna oturacak olması. Çekimler Kasım'da başlıyor.

7.10.2009

Hafıza 3: The French Connection


Bundan 38 yıl önce bu hafta ( tam olarak 9 Ekim 1971'de ) vizyona çıkmış The French Connection. 70'li yılların sineması özellikle ilgilendiğim alanlardan biri. The French Connection da özellikle sevdiğim filmlerden. Dönemin en iyi polisiyelerinden biri kesinlikle. Gene Hackman'ın oyunculuğu ise birinci sınıf. Zaten Oscar'ı da kapmıştı. Filmin toplam 5 Oscar'ı olduğunu ( En İyi Film, En İyi Yönetmen ) belirteyim bu arada - fazla bir şey ifade etmese de. William Friedkin'in filmografisinde özel bir yere sahip olan film bugün en çok da takip sahnesiyle anılıyor, ki bu da çok doğal. Sinema tarihinin en iyi takip sahnelerinden birine sahip olan filmde bir otomobil, şehir içinde metroyu kovalıyor ( otomobilde Popeye Doyle, metroda izleyicinin henüz kim olduğunu anlamadığı şüpheli şahıs ) ve nefes bile almadan izliyorsunuz. Bu arada 1985 yılında To Live and Die in L.A. adlı bir başka polisiye daha çeken Friedkin inanılmaz bir takip sahnesine daha imza atacaktır. Hangisinin daha muhteşem olduğu da ayrıca bir tartışma konusudur. The French Connection'a dönecek olursak, film bugünlerde örneğine pek rastlanmayacak türden zekice bir senaryo kurgusuna sahip. Kimin kim olduğunu, hangi hesapların nasıl döndüğünü anlamak zaman alıyor ve dikkat gerektiriyor. Bu arada Fransız bağlantısını kuran adam rolüne Fernando Rey'in seçilişi de ilginç bir hikayedir. Friedkin adını bilmediği ama daha önce birkaç filmde izlediği bir oyuncuyu aramaktadır ve etrafındakilere de "Hani şu Bunuel filminde oynayan adam" diye tarif etmektedir. Freidkin aslında Belle De Jour filmindeki Fransisco Rabal'ı tarif etmektedir ama kasting direktörü Rey'i kastettiğini sanır. Oyuncu Amerika'ya geldiğinde yanlışlık anlaşılır ama Friedkin asıl istediği oyuncunun zaten müsait olmadığını ve ingilizce bilmediğini öğrenince duruma itiraz etmez.

Günün Afişi



Yine izleme imkanı bulamadığım bir film seçtim. İşin kötüsü kolay kolay vizyona gireceğini de sanmam. Trailer'ından anlaşıldığı kadarıyla tipik bir film noir gibi duruyor, ki sevdiğim bir janrdır. McCarthy döneminde geçen Ghosts of the Heartland'in yönetmen koltuğunda ise Allen Blumberg var. Ben bir şeyini izlemedim, izleyen varsa yorumunu esirgemesin.

Predators'a Oscarlı oyuncu!



1980'li yıllardan beri bilim-kurgu sinemasının en popüler serilerinden biri olan Predator'un en yeni halkasının yapımcılığını Robert Rodriguez üstlenecek. Rodriguez kimi işleri gerçekten de övgüye değer bir yönetmen benim için. Mesela Sin City. Ama çok da delisi olmadığım bir sinemacı. Üstelik serinin reboot'u olacağı söylenen Predators'ı o yönetmeyecek, Nimrod Antal yönetecek. Macar asıllı yönetmenin Hollywood macerası şimdilik 2 filmden ibaret. İlkini, yani Vacancy'yi beğenmemeiştim. Armored'u ise seyretmedim. Yani durum şüpheli. Ama başrole Adrien Brody gelmiş ki, kendisi genel olarak takdir ettiğim bir isimdir. Yine de Predators'u kurtarır mı derseniz, pek sanmam derim.

6.10.2009

Oren Peli'den yeni film



Dikkatli takipçilerin de hatırlayacağı gibi, Oren Peli "yeni Blair Witch" vakası olarak adlandırılan Paranormal Activity adlı filmin yönetmeni. Topu topu 11.000 dolara çektiği ( bir önceki haberde 15bin demiştim, ama Variety şimdi yeni bir bütçe veriyor ) filmle sağlam bir çıkış yakalayn Peli şimdi yeni filminin çekimlerine hazırlanıyor. Area 51 adlı bu yeni film dünyayı ziyaret eden uzaylılarla ilgili olacak. Bulunmuş bir film parçasından hareketle ilerleyen öykü Nevada çölündeki efsanevi 51. Bölge'yi konu ediniyor. Bakalım Peli bu işten de alnının akıyla çıkacak mı?

Kill Bill geri mi dönüyor?



Öyle görünüyor. Variety'nin haberine göre Quentin Tarantino 2 volume halinde çektiği Kill Bill'e üçüncü bir halka eklemek niyetindeymiş. Doğrusu ilk ikisini çok da beğenmemiş bir izleyici olarak yeni bir Kill Bill için hiç heyecan duymadığımı araya sıkıştırmam gerek. Yine de meraklıları olacaktır elbette. O meraklılar için belirteyim, Uma Thurman'ın oynadığı "Gelin" karakteriyle kızı Beebe'nin 10 yıl sonraki hallerini göreceksiniz filmde. Yani en iyi ihtimalle 2014'te izleyeceğinizi tahmin ediyorum. Tabii bu da Inglorius gibi uzun soluklu ( ! ) bir proje olmazsa.

5.10.2009

Michael Mann'ın yeni filmi üzerine



Bu henüz konfirme edilmediği için bu başlığı koydum. Michael Mann dünyaca ünlü fotoğrafçı Robert Capa'nın hayatını filme aktarabilir. Ya da aktarmayabilir. Kesin birşey yok. Bir dönem Hollywood'da da çalışan ve hatta Ingrid Bergman ile aşk yaşayan Macar asıllı fotoğrafçı özellikle İspanya İç Savaşı ve 2. Dünya Savaşı'nda çektiği fotoğraflarla ünlenmişti. Başrolü kimin oynayacağı da belli değil haliyle.

Günün Afişi



Ne yazık ki Türkiye'de vizyon görme ihtimali çok zayıf Bitch Slap'in. Ama DVD olarak bulabiliriz umdundayım. Zaten dünyada da fazla geniş bir vizyon planları yok yanılmıyorsam. Herkese iyi haftalar.