29.06.2011
Günün Trailer'ı: Life In A Day
28.06.2011
Monty Phyton yeniden bir araya geliyor
Michelle Yeoh'a Burma'dan yasak
27.06.2011
Günün Trailer'ı: A Dangerous Method
23.06.2011
Venedik'te açılış George Clooney'den
Kısa Kısa
HBO'nun önümüzdeki ( ya da bir sonraki ) sezon için planladığı dramalardan biri yine belli bir kesimi ekran başına bağlayacak gibi görünüyor. Benim de bu belli kesime dahil olduğumu söylemeye gerek yok herhalde. Üstelik bu kez işin içinde Spike Lee de var. Da Brick adlı dizi ünlü boksör Mike Tyson'ın gençlik yıllarından esinleniyor. Spike Lee yönetecek, John Ridley yazacak. Newark, New Jersey'de genç ve siyahi bir boksörün hayatını herhalde Spike Lee'den daha iyi çekecek birini bulamazlardı. Başrolü kimin oynayacağı ise henüz belli değil.
Jon Hamm'in sırtı sağlam. En azından 3 yıl için. Son yılların en parlak TV dizilerinden Mad Men'in bol ödüllü başrol oyuncusu Hamm önümüzdeki 3 yıl için diziyle anlaşma yeniledi. Üstelik aktörün bu iş için 10 milyon dolardan yüksek ( tam ücret bilinmiyor ) bir ücret alacağı ve bu ücretin onu TV'nin en pahalı oyuncularından biri haline getirdiği söyleniyor.
Sacha Baron Cohen'in yeni filmi The Dictator'a güzel yıldız Megan Fox'un da katıldığı duyuruldu. Fox filmde küçük bir rol üstlenecek. Cameo dediklerinden yani. Anna Faris ve Ben Kingsley gibi isimlerin de oynadığı filmin çekimleri New York'ta sürüyor. Fox gibi küçük bir rol üstlenecek bir diğer oyuncuysa John C. Reilly.
20.06.2011
Le Carré ve Corbijn: heyecan verici bir buluşma
Gelelim Anton Corbijn'e. Müthiş bir müzik duygusu ve kendine özgün olağanüstü bir görselliği var Corbijn'in. Üstelik The American'ı hatırlayacak olursak John Le Carré'nin dünyasına çok da uzak olmadığını düşünebiliriz. Ben öyle düşünüyorum en azından. Klasik Le Carré romanlarında hep karakterlerin kendi iç dünyalarının olayların akışından daha baskın olduğunu görürüz. Hatta olaylar bazen o kadar karmaşık, o kadar üstü kapalıdır ki, ne olup bittiğini ancak karakterlerin tepkilerile çözersiniz. Açıkçası The American da böyle bir yapıya sahipti. O yüzden Anton Corbijn ile John Le Carré buluşmasının harika bir sonuç verebileceğini düşünüyorum. Söz konusu buluşmanın adıysa A Most Wanted Man olacak. Le Carré'nin sondan bir önceki romanı olan A Most Wanted Man'in bizi yakından ilgilendiren bir özelliği var aslında. Roman, Alman vatandaşlığı için gün sayan ve Pakistan'da tutuklanarak 4 yıl boyunca Kandahar ve Guantanamo'da işkence gören Murat Kurnaz'ın gerçek hikayesinden esinleniyor.
17.06.2011
Kritik: Route Irish
Ken Loach'un filmlerinin iki tür etkisi oluyor insanda ( en azından bende ). Örneğin bir önceki filmi Looking For Eric'i ( Hayata Çalım At ) düşünecek olursak, insanda hayat sevinci uyandıran, her türlü sıkıntıyı aşabileceğine inandıran bir ruh hali yaratır. Güç ve moral verir. Hayata daha bir güzel bakmaya başlarsınız böyle bir filmin ardından. Ama bir de madalyonun öbür yüzü var. Hiç beklemediğiniz bir anda yıkıp geçiverir bazen de Ken Loach filmleri. Bir çıkış bulamazsınız, ışık yoktur tünelin ucunda. İsyan hissiyle kalkarsınız koltuktan, sokağa çıktığınızda eliniz sigaraya gider hemen. İşte Route Irish de böyle bir film. Gerçekle yüzleşme zamanı. Çıplak ve çirkin gerçekle.
Irak'ta iş yapan ( inşaatlar yapan ) özel bir şirketin güvenlik görevlisi Frankie dünyanın en tehlikeli bölgesi olarak adlandırılan Route Irish'de ( İrlanda Yolu, yani Yeşil Bölge ile Bağdat arasındaki yol ) öldürülür ve film onun arkadaşı Fergus ile sevgilisi Rachel'in yaşadıklarına tanık eder izleyiciyi. Bir süre sonra anlarlar ki Frankie'nin ölümü hiç de anlatıldığı gibi olmamıştır ve işin içinde bambaşka pislikler vardır. İşlenen bir cinayetin görüntülerinin kaydedildiği bir cep telefonu Frankie'nin eline geçmiştir ve bu görüntüler onun da ölüdürülmesiyle sonlanan bir süreci başlatmıştır. Ancak Frankie bu telefonu bir şekilde Fergus'a ulaştırmıştır ve o da tanıdığı Kürt bir müzisyen sayesinde içinde neler olduğunu tercüme ettirmiştir. Ama bu bilgiler onun da hayatını tehlikeye sokacak cinstendir.
Beni alabildiğine karanlık bir ruh haline sürükleyen Route Irish bittikten sonra "Irak'la ilgili aydınlık ne var ki zaten?" diye sordum kendime. Sadece o da değil aslında, İngiltere ve ABD başta olmak üzere batı dünyasının Irak ve diğer ortadoğu ülkelerine karşı işlediği suçlar o kadar kanıksandı ki artık, Ken Loach kadar hayata olumlu bakabilen bir sosyalist bile çıkışsızlığı hissetmiş içinde. Mutlu bir sona içi elvermemiş. İzleyiciyi rahatlamış bir şekilde evine yollamak istememiş. Bunu da ustalıkla becermiş elbette, hiçbir duygu sömürüsüne kaçmadan, kolay yola sapmadan. Zaten Loach'un hiçbir filminde duygularınızla oynanmış gibi hissetmezsiniz, onun en önemli tutarlılığı da budur belki. Route Irish'de de yarattığı karakterler üzerinden seyirciyi nasıl değiştireceğine kafa yormuş daha çok, neler hissettireceğine değil. Karakterler demişken, kısaca belirtmek isterim ki, tüm oyuncular birinci sınıf iş çıkarmışlar. Fergus rolünde Mark Womack, Rachel rolünde Andrea Lowe, biraz da ekranda göründükleri sürenin çokluğu itibariyle öne çıkıyorlar ama özellikle seviştikleri sahnede sergiledikleri performans çok çok iyi. Hepinize, hazır sinemada oynuyorken izlemenizi tavsiye ederim. ****
16.06.2011
Akademi'den sürpriz!
Günün Trailer'ı: Daylight
Doğrusu David Barker'ın ilk filmi Afraid of Everything'i izlemedim ama bu seferkini, yani Daylight'ı izlemek istiyorum. Trailer ilgimi çekti, bakalım siz de beğenecek misiniz?
15.06.2011
Günün Afişi
Yukarıdaki afiş tanıdık geliyor değil mi? Ama zaten film de bir remake. 1971 tarihli Sam Peckinpah klasiği Straw Dogs bu kez Rod Lurie ( The Contender, The Last Castle ) tarafından çekildi ve önümüzdeki Eylül ayında gösterime çıkacak. İşin doğrusu Rod Lurie'den Peckinpah'a yaklaşacak bir performans beklemiyorum. Keza James Marsden'dan da Dustin Hoffman'a yaklaşacak bir oyunculuk beklemediğim gibi. Zaten dikkat ederseniz afişi bile kopyalamaya çalışmışlar ki, bu da homage falan değil, kötü bir taklit olmuş bence.
Günün Filmi: Trumbo
Dalton Trumbo adına çok aşina olmayabilirsiniz. Ama Spartacus'ün senaristi desem hepinizin aklına kimi unutulmaz kareler gelecektir eminim. Peter Askin'in çektiği 2007 tarihli Trumbo belgeselinde filmin en ünlü sahnelerinden biri olan "I'm Spartacus" bölümü tam da Dalton Trumbo'nun yaşadıklarını özetleyen bir sahne olarak algılanıp ( çok doğru bir şekilde ) filme yerleştirilmiş. Yine de Trumbo'nun beni etkileyen tek yanı bu değildi. Belgesel bir yandan Dalton Trumbo ve dönemin diğer yasaklıları hakkında önemli detaylar aktarırken, bir yandan da yazarın metinleri ( mektupları, şiirleri vs ) ünlü oyuncular tarafından seslendiriliyor ve bu bölümler filme inanılmaz bir boyut, bir derinlik, bir insancıllık hatta katıyor. David Straithairn, Liam Neeson, Donald Sutherland, Joan Allen, Brian Dennehy ( çok iyiydi bence ), Michael Douglas, Josh Lucas, Nathan Lane, Paul Giamatti, hepsi de harika performanslar sunuyor filmde.
Dalton Trumbo'nun hikayesine gelince. Filmdeki soruşturma bölümlerinden de anlıyoruz ki, mangal gibi yüreği olan, dolu dolu konuşan, dolu dolu yaşayan, dolu dolu seven bir adam. İzlerken aklıma Nazım'ın hapishane yıllarında yazdığı şiir ve mektuplar geldi doğrusu. Biraz da görünüşünü Bilge Karasu'ya benzettim, nedense. Hayatını senaryolar yazarak kazanan ve kara liste öncesi Hollywood'un en çok kazanan, daha doğrusu en pahalı senaristi olan Trumbo 1940 tarihli Kitty Foyle ile Oscar'a aday gösterildi. Kara listeye alındıktan sonraysa hayatı kabusa döndü. Hapis yattı, Meksika'ya gitti, takma isimle senaryo yazmaya başladı ve hatta Oscar bile kazandı. Robert Rich adıyla yazdığı The Brave One adlı film için kazandığı Oscar'ın hikayesi belgeselde anlatılıyor. Roman Holiday için de bir Oscar kazandı hatta ve yine takma isimle yazdığı için bu Oscar ona ancak ölümünden sonra, 1993'te verildi ( verildi demek ne kadar doğru bilemedim tabii). Çok bilinen filmleri arasında The Papillon, Exodus, Gun Crazy, Johnny Got His Gun ve The Fixer sayılabilir. 2007 tarihli bu belgeseli izlemenizi tavsiye ederim. Adres tabii ki Amazon.
14.06.2011
Tom Cruise'dan Jack Reacher filmi
Günün Trailer'ı Tabloid
Bugün size Errol Morris'in son belgeseli Tabloid'in trailer'ını seçtim. Sundance ve Toronto gibi festivallerde gösterilen Tabloid için Errol Morris "gazetede okuduğum tek bir cümleden hareketle çektim" diyor. 1977 yılında yaşanan gerçek bir olayı anlatan filmbir ihtimal festivallerden birine gelir diye umuyorum ama olmazsa DVD'sini beklemek gerekecek.
13.06.2011
Kritik: Somewhere
Başrolde Stephen Dorff alabildiğine soğuk ama şaşırtıcı biçimde izleyiciye yakın gelen bir oyunculuk sergiliyor. Kızı rolündeki Elle Fanning ise ileride adını çok sık duyacağımız oyunculardan biri. Genç yaşına rağmen birçok filmde rol aldı bile ve olağanüstü yetenekli Dakota Fanning'in de kız kardeşi. Genetik sağlam yani. Senaryo ise Sofia Coppola'ya ait. Daha önceki filmlerinde de senaryoları kendisi yazan Sofia bu kez filmi alabildiğine hikayeden arındırmış ve öncekilerden çok daha izlenimci bir iş çıkarmış ortaya. Senaryoda hikayeyi kutsallık derecesinde önemseyenlere her gün televizyonlarda izlediğimiz üç kuruşluk reality show'larda bile tonla hikaye kullanıldığını hatırlatmak isterim. Bence artık karakterlerin çok temel bir çelişkiyle boğuştuğu ve neredeyse varoluşsal bir maceraya giriştiği filmler çok daha heyecan verici. Bakınız Winter's Bone, bakınız Monsters, bakınız Bir Zamanlar Anadolu'da, vs. O yüzden Sofia Coppola'nın yalınlaştırılmış Hollywood fantezisi beni hiç rahatsız etmedi. Masaj sahnesinde, ya da basın toplantısı, ödül gecesi gibi sahnelerde bir hayli eğlendim; Chateau Marmont'daki karanlık sahnelerde Johnny'nin yalnızlığının kasvetini ve Ferrari'sine her bindiğinde depreşen paranoyasının sıkıntısını hissettim. Filmin dönüm noktasının ise ( çok belli belirsiz bir dönüm noktası ama ) yönetmenin afişe çıkartmayı tercih ettiği havuz başı sahnesi olduğuna kanaat getirdim. Sonuçta ben filmi sevdim. ****
Hollywood sandık başında
Günlerdir, hatta haftalardır seçimlerle yatıp seçimlerle kalkıyorduk. Nihayet oylar verildi, sayıldı ve rahatladık. Benim de aklıma seçim konulu filmler geldi. İzlediklerim içinde aklımda kalanları bir alt alta yazıp, sizlerle paylaşayım istedim.
The Candidate ( 1972 )
Yönetmenliğini Michael Ritchie'nin üstlendiği The Candidate, seçim denince akla gelen ilk filmlerden biri olsa gerek. ABD demokrasisini hemen hemen tüm yönleriyle gözler önüne seren film 70'li yılların o yenilikçi havasından nasibini almış, izleyenin kolay kolay unutamayacağı bir film. Politik bir danışmanın Cumhuriyetçi California senatörünü alaşğı ederek yerine Demokrat bir adayı yerleştirme planları, politikayla hiç ilgisi bulunmayan, ama dış görünüşüyle herkesin empati kurabileceği, yakışıklı, sarışın, eli yüzü düzgün bir aile babası olan Bill McKay ile kesişince ortaya dört başı mamur bir politik yarış çıkar. Bir adayın sıfırdan nasıl var edileceğini anlatan film, seçim zaferi sonrası kendini en yakın danışmanlarıyla küçücük bir odaya sıkışmış bulan McKay'in unutulmaz sorusuyla sonlanacaktır: "Şimdi ne olacak?". Başrollerini Robert Redford, Peter Boyle ve Melvyn Douglas'ın paylaştığı film En İyi Senaryo ( Jeremy Larner ) dalında Oscar kazanmıştı.
Primary Colors ( 1998 )
Clinton sonrası dönemde çekilen Primary Colors, The Candidate'a göre biraz daha içeriden bir bakış açısı sunuyor. Bu kez güneyli bir valinin Başkanlık yarışına girişini ve adım adım yükselişini izliyoruz. Eski ABD Başkanı Bill Clinton'ın hayatından esinlenen filmde seks skandallarından, politik şantajlara kadar artık herkesin medyadan takip olayların hepsi yer alıyor. Başroldeki isimse John Travolta. The Candidate kadar unutulmaz değil belki ama izlemeye değer bir film. Kamera arkasında Mike Nichols, önündeyse Emma Thompson, Billy Bob Thornton, Kathy Bates, Maura Tierney ve Larry Hagman var. Kadro sağlam yani.
Wag The Dog ( 1997 )
Hollywood'un en önemli aktörlerinden ikisini, Robert De Niro ve Dustin Hoffman'ı buluşturan Wag The Dog bir kara komedi. Seçimlere çok az bir süre kala mavcut ABD Bakanı'nın bir seks skandalı önlemek üzere kolları sıvayan bir Hollywood yapımcısı, uzak bir kıtada uydurma bir savaş başlatır ve gündemi bir anda değiştirir. Artık herkes Başkan'ın skandalı yerine aslında olmayan bir savaşı konuşmaya başlar. American Hero adlı bir omandan hareketle çekilen filmin senaryosunda daha çok oyunlarıyla sevdiğim David Mamet'in imzası var. Yönetmen Barry Levinson, diğer oyuncularsa Anne Heche, Kİrsten Dunst, Denis Leary ve Willie Nelson.
Election ( 1999 )
Election doğrudan politikayla değil ama ABD'deki demokrasi geleneğiyle ilgili bir film. Sideways'in yönetmeni Alexander Payne'in çektiği film bir lisede öğrenci komitesinin başkanlığına aday olan Tracy Flick adlı genç kızın seçim kampanyasını konu ediniyor. Gerçek bir Başkanlık yarışında görebileceğiniz tüm siyasi manevraların yer aldığı filmde başrolü Oscar ödüllü aktris Reese Witherspoon üstleniyor. Matthew Broderick, Chris Klein ve Jessica Campbell filmin diğer rollerindeki isimler.
Recount ( 2008 )
Bir sinema filmi değil belki ama HBO yapımı bir TV filmi. HBO markasına aşina olanlar bunun birçok sinema filminden daha nitelikli olduğunu tahmin etmiştir eminim. Gerçekten de Recount bugün hala birçoklarının "hileli" olduğuna inandığı 2000 seçimlerini konu ediniyor ve bunu da büyük bir gerilim ve heyecan hissiyle yapıyor. George W Bush'un Al Gore'u tartışmalı bir seçim sonrası, Florida'da tekrar oy sayımlarının yapılışının ardından nasıl az farkla geçtiğini anlatan filmde başrolde Kevin Spacey var. Aslında tüm kadro güçlü oyuncularla dolu ( Tom Wilkinson, Bob Balaban, John Hurt, Laura Dern, Denis Leary ) ve hatta bunlardan Laura Dern Emmy bile kazandı. Ama filmin asıl başarısı tüm Amerikan siyasetini gözler önüne seren senaryosu ve hiç nefes aldırmayan anlatımı.
The Candidate ( 1972 )
Yönetmenliğini Michael Ritchie'nin üstlendiği The Candidate, seçim denince akla gelen ilk filmlerden biri olsa gerek. ABD demokrasisini hemen hemen tüm yönleriyle gözler önüne seren film 70'li yılların o yenilikçi havasından nasibini almış, izleyenin kolay kolay unutamayacağı bir film. Politik bir danışmanın Cumhuriyetçi California senatörünü alaşğı ederek yerine Demokrat bir adayı yerleştirme planları, politikayla hiç ilgisi bulunmayan, ama dış görünüşüyle herkesin empati kurabileceği, yakışıklı, sarışın, eli yüzü düzgün bir aile babası olan Bill McKay ile kesişince ortaya dört başı mamur bir politik yarış çıkar. Bir adayın sıfırdan nasıl var edileceğini anlatan film, seçim zaferi sonrası kendini en yakın danışmanlarıyla küçücük bir odaya sıkışmış bulan McKay'in unutulmaz sorusuyla sonlanacaktır: "Şimdi ne olacak?". Başrollerini Robert Redford, Peter Boyle ve Melvyn Douglas'ın paylaştığı film En İyi Senaryo ( Jeremy Larner ) dalında Oscar kazanmıştı.
Primary Colors ( 1998 )
Clinton sonrası dönemde çekilen Primary Colors, The Candidate'a göre biraz daha içeriden bir bakış açısı sunuyor. Bu kez güneyli bir valinin Başkanlık yarışına girişini ve adım adım yükselişini izliyoruz. Eski ABD Başkanı Bill Clinton'ın hayatından esinlenen filmde seks skandallarından, politik şantajlara kadar artık herkesin medyadan takip olayların hepsi yer alıyor. Başroldeki isimse John Travolta. The Candidate kadar unutulmaz değil belki ama izlemeye değer bir film. Kamera arkasında Mike Nichols, önündeyse Emma Thompson, Billy Bob Thornton, Kathy Bates, Maura Tierney ve Larry Hagman var. Kadro sağlam yani.
Wag The Dog ( 1997 )
Hollywood'un en önemli aktörlerinden ikisini, Robert De Niro ve Dustin Hoffman'ı buluşturan Wag The Dog bir kara komedi. Seçimlere çok az bir süre kala mavcut ABD Bakanı'nın bir seks skandalı önlemek üzere kolları sıvayan bir Hollywood yapımcısı, uzak bir kıtada uydurma bir savaş başlatır ve gündemi bir anda değiştirir. Artık herkes Başkan'ın skandalı yerine aslında olmayan bir savaşı konuşmaya başlar. American Hero adlı bir omandan hareketle çekilen filmin senaryosunda daha çok oyunlarıyla sevdiğim David Mamet'in imzası var. Yönetmen Barry Levinson, diğer oyuncularsa Anne Heche, Kİrsten Dunst, Denis Leary ve Willie Nelson.
Election ( 1999 )
Election doğrudan politikayla değil ama ABD'deki demokrasi geleneğiyle ilgili bir film. Sideways'in yönetmeni Alexander Payne'in çektiği film bir lisede öğrenci komitesinin başkanlığına aday olan Tracy Flick adlı genç kızın seçim kampanyasını konu ediniyor. Gerçek bir Başkanlık yarışında görebileceğiniz tüm siyasi manevraların yer aldığı filmde başrolü Oscar ödüllü aktris Reese Witherspoon üstleniyor. Matthew Broderick, Chris Klein ve Jessica Campbell filmin diğer rollerindeki isimler.
Recount ( 2008 )
Bir sinema filmi değil belki ama HBO yapımı bir TV filmi. HBO markasına aşina olanlar bunun birçok sinema filminden daha nitelikli olduğunu tahmin etmiştir eminim. Gerçekten de Recount bugün hala birçoklarının "hileli" olduğuna inandığı 2000 seçimlerini konu ediniyor ve bunu da büyük bir gerilim ve heyecan hissiyle yapıyor. George W Bush'un Al Gore'u tartışmalı bir seçim sonrası, Florida'da tekrar oy sayımlarının yapılışının ardından nasıl az farkla geçtiğini anlatan filmde başrolde Kevin Spacey var. Aslında tüm kadro güçlü oyuncularla dolu ( Tom Wilkinson, Bob Balaban, John Hurt, Laura Dern, Denis Leary ) ve hatta bunlardan Laura Dern Emmy bile kazandı. Ama filmin asıl başarısı tüm Amerikan siyasetini gözler önüne seren senaryosu ve hiç nefes aldırmayan anlatımı.
10.06.2011
The Tree of Life'ı beklerken
Terrence Malick'in Cannes'da Altın Palmiye kazanan filmi The Tree of Life'ı ne zaman izleyeceğimiz henüz belli değil. ABD'de 8 Temmuz'da vizyona çıkacak olan film bizde büyük bir ihtimalle FilmEkimi'nde ilk kez izleyiciyle buluşacak. Yukarıdaki videoda filme dair bazı bilgi kırıntıları içeren kısa bir tanıtım bulacaksınız. İzlemekte yarar var.
Sacha Baron Cohen'in Diktatör'ü şekilleniyor
8.06.2011
Tarantino ve DiCaprio bir araya gelir mi?
6.06.2011
Günün Trailer'ı: Super 8
J.J. Abrams'ın hayranı değilim ama özellikle Star Trek tahminlerimi aşan bir film oldu. Super 8'i de merak ediyorum doğrusu. MTV Movie Awards gecesinde gösterilen trailer'ını izleyin bakalım, siz de merak edecek misiniz?
Justin Bieber'dan Paul Newman olur mu?
Elizabeth Taylor'ın hayatını Scorsese çekecek
2.06.2011
Günün Trailer'ı: Ejderha Dövmeli Kız
David Fincher nasıl bir iş çıkarmış diye merak ediyorsunuz değil mi? The Girl With The Dragon Tattoo'nun ilk teaser trailer'ı bu soruya bir nebze olsun yanıt veriyor sanki. Bana sorarsanız fena durmuyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)