12.10.2011

FilmEkimi'nden: Snowtown


Aslında evden Contagion'a gitmek üzere çıkmıştım ama Soderbergh o denli popüler oldu ki son yıllarda filme yer kalmamış. Açıkçası çok da üzülmedim, zira Contagion nasılsa vizyona girecek ve izlemek için fırsatım olacak. Aynı saatte Atlas'ta oynayan Snowtown'a gitmeye karar verdim ben de.
Avustralyalı sinemacı Justin Kurzel'in ilk uzun metrajlı filmi olan Snowtown daha ilk dakikalarından itibaren bir başka Avustralya yapımı filmi, Animal Kingdom'ı çağrıştırdı. Her ikisinin de Avustralya'da geçen suç filmleri oluşu ve yine her ikisinin de arızalı ailelerin hikayelerini anlatması bu çağrışımı biraz haklı kılıyor belki ama iki filmin derdi çok da örtüşmüyor elbette.


Gerçek bir hadiseden hareketle çekilen Snowtown 1990'lı yıllarda Avustralya'nın Snowtown kasabası ve çevresinde işlenen seri cinayetleri konu ediniyor. Film bu cinayetleri anlatıyor anlatmasına ama konuya o kadar içeriden bakıyor ki, izleyicinin aslında bir "seri cinayet" filmi izlediği sanısına kapılması pek mümkün olmuyor. Önce çocuk tacizine dair bir hikaye izlediğinizi sanıyorsunuz ve bu his bir süre sizi terk etmiyor. Ama sonradan, özellikle John Bunting karakterinin ailenin ezik oğlu Jamie ile ilişkisi ilerledikçe işin renginin de değiştiğini görüyorsunuz. Şu kadarını söyleyeyim, bu bir suç filmi ama içinde tek bir polis bile yok. Adeta gözden çıkarılmış, toplumun alabildiğine kıyısına itilmiş bir yerleşim bölgesinde geçiyor herşey ve ilk başta haklı bir takım gerekçelerle işleniyormuş gibi görünen cinayetlerin ( "çocuğuna tecavüz eden adamı ne yaparsın?" tarzı sorular var bu gerekçelerin ardında ) bir süre sonra saf bir kötülüğü yansıttığı anlaşılıyor. Üstelik bu kötülük yayıldıkça yayılıyor ve önüne çıkan herkesi eline geçiriyor. Herşeyin ahlaki bir perdenin ardına saklanması ise işin en korkutucu yanı elbette. Toplumlar bir takım ahlaki kodları dayatıyor insanlara ve bu ahlaki kodlar bir takım eksik ve yanlış yorumlarla bir anda kötülüğün ( hem de iyiylik kisvesi altında ) yayılmasına yol açabiliyor.


Her şey bir yana Snowtown son derece karanlık, karamsar bir film. Bir o kadar da başarılı çekilmiş ama. İnsana önce huzur veren ama sonra alabildiğine tedirgin eden bir görselliği var. Hikayenin gidişatıyla izleyicinin algısı da değişiyor ve önce içiniz eriyerek baktığınız manzara bir süre sonra kanınızı donduracak hale dönüşebiliyor. Yukarıda sözünü ettiğim Animal Kingdom'dan, ya da yine benzer bir çağrışımla aklıma gelen The Winter's Bone gibi filmlerden en büyük farkı da bu herhalde. Animal Kingdom da karanlık bir filmdi ama sonunda izleyiciye bir umut ışığı, küçük de olsa bir çıkış yolu bırakıyordu. Snowtown'dan onu beklemeyin. Bu, kolay kolay anlamlandırılamayacak bir kötülüğün insan benliğindeki ikametine ve bir hastalık gibi eline geçirdiği ruhları nasıl dönüştürdüğüne dair bir film.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder