7.10.2015
Filmekimi notları - 1
Filmekimi'ne daha hızlı bir giriş yapmak isterdim ama olmadı ne yazık ki ve şu ana kadar topu topu 4 film izleyebildim. Yine de festival devam ediyor ve önümüzdeki günlerden fazlasıyla umutluyum. Geride kalanlara bakacak olursak, Rumen sinemacı Corneliu Porumboui ( Bükreş'in Doğusu ) imzalı Hazine ( Comoara ) hiç şüphesiz yılın öne çıkan filmlerinden biri. Sinemasında hep mizahi bir damar da barındıran Porumboui bu filminde de minimalist bir üslup tutturmakla beraber kamerasını ve açılarını biraz daha serbest bırakmış ve anlattığı hikayenin içeriğini girift diyaloglarla zorlamadan, hem evrensel ölçekte bir mesel aktarmış hem de karakterleriyle kurduğu mesafeli ama son derece sevecen yaklaşımıyla izleyicinin içini aydınlatacak bir filme imza atmış. Filmin en başında küçük oğlunun onu bir kahraman gibi görmediğinin farkına varan baba ile onu şaibeli bir define avına çıkarmaya ikna eden komşusunun başından geçenler, finalde anlıyoruz ki çağdaş ve minimal bir Robin Hood hikayesi aslında. İşin doğrusu, iki adam gecenin bir vakti kazma kürek toprağa giriştiklerinde bir an Hazine acaba Yılmaz Güney'in Umut filmindeki gibi bir kanalda mı ilerleyecek diye düşünmedim değil. Ama Porumboui değişik ve aslında beklenmedik bir dönüşle ilerlettiği hikayesinde olayları ve durumları dramatize etmeden ( ki buna zemin müsait ) ve mizah dozunu da bir hayli düşük ( ama alabildiğine canlı ) tutarak ( ve üstelik sistem eleştirisini de es geçmeden ) unutulmaz bir iş çıkarmış.
Noah Baumbach'ın Bayan Amerika ( Mistress America ) filmi ise Amerikan sinemasında kendine niş bir yer edinen sinemacının oyuncu ve senarist Greta Gerwig ile kurduğu işbirliğinin yeni ürünü olarak çıkıyor karşımıza. Baumbach - Gerwig ikilisi bir anlamda Hollywood'da ( ve tabii ki dünya sinemasında ) çok sık rastlanan duo'lardan biri elbette ama bir yanıyla da hemen hepsinden farklı aslında. Bu kez hem bir erkek ve kadının bir araya geldiğini görüyoruz, hem de bu ikilinin senaryo gibi kilit bir alanda güçlerini birleştirdiğine ya da belki çarpıştırdığına tanık oluyoruz. Son yılların önemli kadın filmleri arasına giren Frances Ha ile başlayan bu birliktelik ( ki aslında Gerwig daha önce Greenberg'de de oynamıştı, onu da hesaba katmak lazım ve tabii ikilinin sevgili olduklarını da ) Bayan Amerika ile yeni bir ivme kazanmış gibi duruyor. Yine de açıkçası Frances Ha düzeyinde bir film olmadığını ve yer yer Woody Allen'a öykünen bir komediye yeltendiğini düşünüyorum Bayan Amerika'nın. Tabii ki filmin ana ekseninin yine de kadınlar olduğunu ve Baumbach'ın kadın bakış açısını maharetle yansıtan ender erkek sinemacılardan olduğunu teslim edelim.
Cannes'da Altın Palmiye kazanan Dheepan ( Jacques Audiard ) şüpheyle yaklaştığım ( ödül aldığı halde eleştirmenlerin gözdeleri arasında değildi Cannes'da ) ama çıkarken çok etkilendiğimi fark ettiğim bir film oldu. Sri Lanka'daki iç savaştan kaçan ve kaçabilmek için ölen bir ailenin yerine geçen üç kişinin ( Dheepan ya da asıl adıyla Sivadhasan, onun karısı rolünü üstlenen Yalini ve kızları rolünü üstlenen yetim Illayaal ) Fransa'da yaşadıklarına odaklanan film tam da Avrupa'daki göçmenlerin çokça gündeme geldiği şu günlerde zamanın nabzını yakalamış adeta. Sri Lanka'da Tamil Kaplanları olarak bilinen gerillalardan biri olan Dheepan Paris'in banliyölerinden birindeki bir toplu konutta kapıcı olarak çalışmaya başlar ve ilk başlarda her şey yolunda gibi gitse de bir süre sonra memleketindekinden çok da farklı olmayan bir cengelin içine düştüğünü anlar. Benzer bir durum yaşlı bir mafya babasına bakıcılık yapan Yalini ve yeni okulunda dışlanan Illayaal için de geçerli olacaktır. jacques Audiard'ın son derece etkili bir anlatım tutturduğu filmin özellikle son 15 dakikası gerçek bir yönetmenlik gövde gösterisi. Audiard'ın Yeraltı Peygamberi ( Un Prophete ) adlı filmini izleyenler için şunu söyleyeyim, Dheepan gerek oyunculuklar ( başroldeki Antonythasan Jesuthasan ve Kalieaswari Srinivasan abartısız ama sıcak oyunculuklarıyla çok iyiler ) gerekse anlatım açısından bence daha ustalıklı bir film. Yeraltı Peygamberi'nde neredeyese tür filmi kalıplarına yaklaşan anlatım burada yok ve bu da filme daha gerçekçi, daha vurucu bir ton sağlıyor. Özellikle bir cengelden diğerine savrulan Dheepan'ın ( adının Elephant yani file olan benzerliği tesadüf mü? ) yeni hayatına alışma sürecinde yaşadığı ikilemler ve dalgalı ruh hali mükemmele yakın bir biçimde verilmiş. Uzun lafın kısası, ne yapın edin, Dheepan'ı izleyin derim.
Matteo Garrone'nin Gomorrah'ı İtalyan sinemasının son yıllardaki en sarsıcı işlerinden biriydi. Elbette senaryoda büyük bir katkısı olan ve gazeteci kimliğiyle filme ciddi bir artı değer sağlayan Roberto Saviano'nun hakkını teslim etmek gerek ama Garrone de olağanüstü bir maharetle filmi kotarmış ve Cannes'da da Jüri Büyük Ödülü'nü kazanmıştı. Üstelik Garrone bir sonraki filmi Reality ile Cannes'da yine aynı ödülü alarak ilginç bir seri yakaladı ama son filmi Bir Varmış Bir Yokmuş ( Tale of Tales ) bence beklentileri karşılamıyor maalesef. Adı üzerinde bir masal var karşımızda. hatta bir değil, içiçe geçmiş bir kaç masal var ve oyuncu kadrosu da Salma Hayek, Vincent Cassel, Toby Jones gibi uluslararası isimlerden oluşuyor. Hayek ve Jones'un performansları özellikle çok iyi olmakla beraber masallar arasında kurulmaya çalışılan ilintiler yeterince güçlü değil ve bu da senaryoda kopukluklara, yamalı bohça izlenimi veren bir yapıya yol açıyor. Yer yer olağanüstü güzellikte görüntüler var evet, ama sonuçta ele aldığı masallara ve genel anlamda masal formuna fazlaca yenilik getirmeyen ve zaman zaman izleyicinin hayalgücünü hafife alan bir film Bir Varmış Bir Yokmuş.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder