25.05.2012

Abbas Kiarostami'den Tokyo hikayesi



Dikkat!! Bu yazı daha önce ntvmsnbc'de yayınlanmıştır.

Daha Cannes’a gelmeden önce bir yerlerde Kiarostami’nin son filmi hakkında birkaç cümlelik bir özet okumuş ve nasıl bir film olduğuna dair ufak çaplı bir akıl karışıklığı yaşamıştım. Şöyle diyordu kabaca o özette: “Okul parasını çıkarabilmek için Tokyo’da fuhuş yapan bir genç kızın hikayesi.” Tamamı Japonca olan ve Japonya’da geçen bir Kiarostami filmi zaten yeterince şaşırtıcıyken, konusuna dair de böyle bir cümle okuyunca iyiden iyiye merak ediyor insan. Japon kültüründe ( en azından uzaktan görebildiğimiz kadarıyla ) cinselliğe dair bize sıradışı gelebilen o kadar çok şey var ki, fuhuş yapan genç öğrenci imgesi belirli bir beklenti yaratıyor insanda. Ama bir kere daha anladık ki, film özetlerine güvenmek son derece yanlış. Hatta bu özetleri okumak bile başlıbaşına bir hata.


Yaklaşık 2 saat süren topu topu 5 – 6 uzun sahnenin er aldığı film öncelikle hiçbir şekilde fuhuşla doğrudan alakalı değil. Kiarostami sadece kendi Tokyo imgesinden hareketle 24 saatlik ( hatta o kadar bile değil ) bir zaman diliminde geçen bir film çekmiş ve bunu yaparken de aslında kendi sinemasından hiç de uzaklaşmayan bir yol izlemiş. Uzun diyaloglar; birbirini tanımayan, ya da yeni tanıyan bireyler arasındaki ilişkiler ( ve bu ilişkilerin filmin olası tüm açılımlarını hazırlayan dinamikleri ) ve tüm filme alttan alta yayılan tedirgin edici bir gerilim Like Someone In Love’ın öne çıkan yanları ve bunlar İranlı sinemacının filmlerinde daha önce de gözlemlediğimiz unsurlar. Kiarostami’nin özellikle birkaç sahnede ustalığını ciddi biçimde konuşturduğu filmde elbette kimi sorunlar yok değil. Senaryoda bazı soru(n)lar ya da kimi sahnelerin bazı anlarındaki kesintiler insanın aklını kurcalıyor ama filmden bir süre sonra bu akıl kurcalanmalarının hızla zihin açıcı tartışmalara yol açtığını fark ediyorsunuz ki, bu az bulunur bir nimet değil şu zamanda.


Büyük ölçüde 3 karakterin ( genç kız, sevgilisi ve kızın müşterisi olan yaşlı profesör ) kısa bir zaman dilimi süresince kesişen yolları ekseninde akan film başrol oyuncularının dengeli performanslarına çok şey borçlu. Oyuncuların birbirini ezmediği ( ki yaşlı profesör rolündeki Tadashi Okuno’nun rolü buna çok müsait ) film özellikle bazı anlarda yan karakterlerin berklenmedik katkılarıyla bir hayli kahkaha da topluyor. Öte yandan filmde Tokyo’ya dair klişeleşmiş herhangi bir imge görmek pek olası değil. Tokyo’da geçen ve batılı sinemacıların çektiği kimi filmler bu klişeleri doğru ya da yanlış bir şekilde gözümüze sokarken bir ortadoğulu olan Kiarostami’nin bu kolaycılığa düşmemiş olması en azından takdir edilesi bir durum. Ama şunu da söylemek gerek: film Kiarostami ölçeğinde bir yönetmen için “başyapıt” nitelemesini hak edecek seviyede değil ve majör bir ödül alacağını da sanmam.


Bu arada şu ilk birkaç sonunda Michael Haneke’nin Amour adlı filminin Croisette ve çevresinde ciddi bir yankı uyandırdığını söylemeliyim. Ne yazık ki henüz filmi izleme fırsatı bulamadım, ama aşağıdaki kareden de anlayacağınız gibi kendisiyle bir fotoğraf çektirmeyi başardım. Tek mesele gala öncesi acele adımlarla Festival sarayı’na doğru yürüyen ve önüne kesmemize az da olsa bozulan Haneke ile olan bu fotoğrafı ben çektim ve kolumun kısalığının azizliğine uğradım. Yoksa o kadar da cüce değilimdir.


1 yorum:

  1. Hiç haberim yoktu, şaşırdım. İzlemeye çalışayım bakalım en yakın zamanda.

    YanıtlaSil