7.04.2011

Cannes'ın afişinde gencecik bir Faye Dunaway


2006 yılında Faye Dunaway ile Antalya'da harika bir röportaj yapmıştım. Hillside Su Otel'in alt katındaki özel odalardan birindeydik. İçeride ikimizden başka sadece NTV kameramanı ve ışıkçımız Ali abi vardı. Ali abi yıllarını Yeşilçam'da geçirmiş sonra hasbelkader NTV'ye girmiş son derece tatlı, herkesin sevdiği bir karakterdi. Ama Faye Dunaway odaya girip de bir yandan kendi elleriyle makyajının son rötuşlarını yapmaya başladığında ilk onun, yani Ali abinin işine müdahale etti ve resmen kendi ışığını kendi yaptı. Oturduğu yerden kalktı, benim tercüme yardımıla Ali abiye karşıdan gelen spotu hangi yüksekliğe ayarlaması gerektiğini anlattı ve yerine oturdu. İçimden "galiba zor olacak bu iş" diyordum zira Dunaway biraz gergin görünüyordu. Ama yanılmışım. Röportaj başladığı anda o gergin kadın gitti, son derece kendinden emin, ilerlemiş yaşına rağmen alabildiğine etkileyici ve inanılmaz derecede sakin bir Hollywood yıldızı geldi. Ona ilk sorum da "Arthur Penn ve Warren Beatty adları sizin için ne ifade ediyor" olmuştu. O noktadan aldı ve yaklaşık yarım saat boyunca kariyerinin hemen hemen tüm köşetaşlarını içeren sorularımın hepsine uzun uzun, sıkılmadan ve sıkmadan yanıtlar verdi. Sonunda kendisine Atilla Dorsay'ın festivallerde çektiği fotoğraflarından oluşan muhteşem fotoğraf katalogundaki Faye Dunaway sayfasını da imzalattım ve noktayı koydum. Bütün bunlar işte Cannes'ın bu yılki afişine bakınca geldi aklıma. Tam da Arthur Penn'in öldüğü yılın ertesindeki ilk Cannes festivalinde Dunaway'in Bonnie and Clyde dönemi bir fotoğrafının kullanılması çok da tesadüf olamaz diye düşünüyorum. Gerçi bu fotoğraf Jerry Schatzberg tarafından 1970 yılında çekilmiş ( Bonnie and Clyde 1967 tarihlidir ) ama olsun, ben yine de Penn'e de bir selam seziyorum bu afişte. Öte yandan şunu da hemen araya sokmak isterim, yanılmıyorsam 2008 yılıydı ve ben görevli olarak Cannes'daydım. Açılışta kırmızı halı için akredite olmuştuk ve ben de tam da giriş kapısının yanında bir yere konuşlanmıştım. Öyle ki, içeri giren herkes benim 2 - 3 metre ötemden geçmek zorundaydı. Eva Longoria'dan Aishwarya Ray'a, Dennis Hopper'dan Natalie Portman ve Sean Penn'e kadar kimler geçmedi ki. Ve hepsi de ( jüri hariç ) girmeden önce davetiyelerini gösteriyordu. O kişilerden biri de Faye Dunaway'di. O da içeri girmeden önce bir görevli tarafından durduruldu ve davetiyesi soruldu. Düşünebiliyor musunuz, Faye Dunaway'e davetiye sordular!. Bizde herhangi bir yıldıza ya da yıldız adayına böyle bir şey yapsalar kıyamet kopar herhalde. Ama Cannes'da öyle olmadı, Dunaway telaşla yanındaki genç adam döndü ( kimdi bilemiyorum ) ve davetiyeleri istedi. O da smokininin iç cebinden davetiyeleri çıkardı ve içeri ancak o zaman girebildiler. Anlayın artık Cannes'ın anlam ve ehemmiyetini. Bu arada tüm kameraman ve muhabirlerin dahi ( ben de elbette ) ancak smokinle adım atabildiği kırmızı halıya takım elbisesiyle giren ender kişilerden biri kimdi dersiniz? O yıl en iyi yönetmen ödülünü alan Nuri Bilge Ceylan :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder