Bir süredir Guy Ritchie'ye olan inancımı tamamen kaybettiğim için olsa gerek, beklentilerim en alt düzeydeydi Sherlock Holmes hakkında. Belki de bu yüzden, filmi tahminimden iyi buldum. Robert Downey Jr. piyasadaki en yetenekli oyunculardan biri bence. Kariyeri tepetaklak gitmeden önce de hayranlıkla izlediğim bir oyuncuydu, kendini nihayet toparladıktan sonra da. Yine de çok daha büyük işler yapabileceğine inanıyorum hala. Sherlock Holmes rolünde de yine bildiğimiz Robert Downey vardı; parlak, zeki ve şaşırtıcı. Filmin özellikle ilk 30 dakikası çok iyi aktı. Sonra kaçınılmaz olarak ağırlaştı ve sonlara doğru iyiden iyiye sarktı. Aksiyon sahneleri ise tüm parıltısına rağmen sıkıcıydı doğrusu. Sherlock Holmes gibi zekanın en saf halini temsil eden bir karakterin bu derece fiziksel aksiyona yatkın oluşunu farklı bir bakış açısı olarak yorumlayabilirsiniz ama ben aksiyonun da zekaya dayanan türünü seviyorum. Holmes'un dağınık odasında tek başına düşüncelere daldığı bölümler çok daha heyecan verici benim için. Bir de şu var; Guy Ritchie sürati seven bir yönetmen ve burada da alabildiğine hızlı bir kurgu var ama yine de 120 dakika civarındaki film size fazla uzun geliyor. Bu arada Holmes ve Watson'ın yıllardır birlikte yaşayan eşcinsel çift halleri yer yer gerçekten komikti. Tabii Watson'ın bu çok daha zeki hali muhafazakar Holmes okurlarını ne kadar tatmin edecek bilemiyorum ama beni çok da rahatsız etmedi. Jude Law'un Robert Downey karşısında bir hayli zayıf kalması dışında ikilinin performansı fena değildi. Irene Adler'in Rachel McAdams gibi dişilikten yoksun bir oyuncu tarafından canlandırılması ise büyük talihsizlik olmuş. Moriarty ise ( ki başından beri yüzü görünmeyen kötü adamın o olduğunu biliyorduk ) "Brad Pitt mi canlandırıyor" dedikodularına yer bırakmayacak kadar gizemli kalmış. Bir sonraki film için herhalde. Kaç yıldız derseniz.. ***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder