31.05.2010

Altın Koza iptal!



İsrail'in İnsani Yardım Gemisi Mavi Marmara'ya yaptığı ve en az 10 kişinin öldüğü saldırı sonrası ciddi tepkiler yükseldi malum. Olaylar nasıl evrilecek kestirmek kolay değil ama durum çok da iyi gözükmüyor açıkçası. İsrail'in bu akılalmaz aksiyonu umarım dünya kamuoyunda da gerektiği gibi kınanır. Öte yandan olayların ardından kimi etkinlikler de iptal edildi. Bunlardan biri de Altın Koza Film Festivali. 7 Haziran'da başlayacağı duyurulan festival, Adana Belediye Başkan Vekili Mustafa Tuncel'in "İnsanlar kan ağlarken biz eğlenemeyiz" cümlesini de kullandığı bir basın açıklamasıyla iptal edildi. Ben herşeye rağmen festivallerin devam etmesinden yanayımdır ama bu kararı da saygıyla karşılıyorum.

Günün Afişi



Rodolfo Reyes'in tasarladığı Se7en afişini seçtim bugün size. Filmi de çok seven (!) biri olarak afişi başarılı bulduğumu söylemek isterim. Bana biraz Anatomy of A Murder'ın klasik afişini anımsattı doğrusu. O kadar iyi değil ama olsun, yine de başarılı.

Favori canavarınız hangisi?



Bu çizimler tasarımcı Alex Pardee'nin "My Favorite Monster" serisinden. Yukarıda hepsini bir arada görüyorsunuz, aşağıda ise benim seçtiklerimi. Benim favorim hangisi, henüz kararsızım. Leatherface ile Freddy arasında gidip geliyorum. Bu arada eğer çok beğendiyseniz bu adresten satın da alabilirsiniz.

Hayatının dönüm noktalarıyla Dennis Hopper



Cumartesi günü hayata veda eden Dennis Hopper kariyerinin ilk dönüm noktasını James Dean 'in başrolünü üstlendiği unutulmaz A Rebel Without A Cause ile yaşadı. 50'li yılların savaş sonrası gençliğinin hayata tutunma çabalarını anlatan ve belirsiz bir geleceğin arefesinde kaybolan gençliğin isyankar öfkesini yansıtan filmde küçük mü küçük bir rolü vardır Hopper'ın. Nicholas Ray'in yönettiği filmin isyan ruhunu tüm hayatına taşıyacak olan Dennis Hopper henüz 20 yaşında bile değildir Rebel Without A Cause'da oynadığında. İşin ilginç yanı bir yıl sonra da yine James Dean'in başrollerinden birini üstlendiği Giant adlı filmde de oynayacaktır Hopper.



1959 yılında New York'a taşınan ve Lee Strasberg yönetimindeki Actor's Studio'ya katılan Dennis Hopper 1965 yılına kadar işsiz kalır. Son derece küstah tavırları yüzünden Hollywood'da erken yaşta kötü bir şöhret edinmesidir bunun sebebi de. Neyse ki, kayınvalidesi oyuncu Margaret Sullavan'ın yakın arkadaşı John Wayne onu kendi oynadığı iki filme sokar ( The Sons Of Katie Elder ve True Grit ) ve Hopper yeniden filmlerde çalışmaya başlar. Ama kariyerinin asıl büyük dönüm noktası 1969 yılında, Peter Fonda ile birlikte çektiği Easy Rider ile gelecektir. Harley motorlarına atlayıp Amerika'yı bir uçtan diğerine geçen iki gencin hikayesinin anlatıldığı film dönemin ruhu üzerinde o kadar tesirli olur ki tüm bir sinema anlayışını değiştirir. Jack Nicholson'ın da kariyerinin dönüm noktalarından biri olan film batma tehlikesiyle yüzyüze olan büyük stüdyoların kontrolü genç yönetmenlere devretmesine yol açacak ve bu sayede Hollywood'da yeni bir altın çağ yaşanacaktır. Yani Easy Rider sadece Dennis Hopper için değil aslında tüm Amerikan sineması için bir dönüm noktasıdır.



Hemen iki yıl sonra The Last Movie gelir. Easy Rider'ın ardından çekeceği film ilk filmin izleyicide ve eleştirmenlerde yarattığı beklenti alabildiğine büyüktür ve ne yazık ki The Last Movie bu beklentiyi karşılamaktan çok uzaktır. Easy Rider sonrası bir anda açılan tüm kapılar aynı hızla kapanacaktır Hopper'ın yüzüne. Uzun süre yeni bir film çekemez ve oyunculukla yetinmek zorunda kalır. Bu dönemde Wim Wenders'in The American Friend ve Francis Ford Coppola'nın The Apocalypse Now gibi filmlerinde dikkat çekici roller üstlenir.



1980'de, neredeyse 9 yıl sonra nihayet bir kez daha kamera arkasına geçer ve hiç de fena tepkiler almadığı Out Of The Blue'yu çeker. Ne var ki uyuşturucu alışkanlığı had safhaya ulaşmıştır ve intihar girişimi de dahil olmak üzere başından birçok kötü şey geçecektir. Tedavi süreci kaçınılmazdır. 80'li yılların ilk yarısını kayıp halde geçiren Hopper 1986 yılında unutulmaz performanslarından birine imza atar. David Lynch'in 80'lerin en iyi filmlerinden biri olduğu konusunda hemen herkesin hemfikir olduğu Blue Velvet adlı filminde canlandırdığı Frank Booth karakteri hiç şüphesiz Hopper'ın hayatındaki önemli dönüm noktalarından biridir.



1988 yılında Colors'ı çeken ve yine övgüler toplayan Hopper 1995 yılında oynadığı Speed ile yeni kuşağın radarına girecek ve oyunculuk kariyerinde yeni bir yükselişe geçecektir. Hemen öncesinde Tony Scott'ın yönettiği ve Quentin Tarantino'nun yazdığı True Romance'de oynayan Hopper bu filmde Christopher Walken ile karşılıklı oynadığı bir sahnede ( "Yazdığım en iyi sahne" demiştir hatta Tarantino ) oyunculuğunun belki de en güçlü performanslarından birini sergilemiştir. Speed'deki rolü belki o kadar dişi bir rol değildir ama Hopper sıradan bir kötü adam kompozisyonunu neredeyse başrole taşımayı becermiş ve filmin kitlesel başarısı da onu bir anda aranan bir aktör haline getirmiştir. Bu da belki Dennis Hopper'ın hayatındaki son dönüm noktasıdır, zira sonrasında istikrarlı bir şekilde çalışmaya devam etmiş ama yönetmen olarak yeni bir filme imza atmamıştır.

30.05.2010

Dennis Hopper


Beklenen oldu ne yazık ki. Amerikan sinemasının en has asilerinden Dennis Hopper kansere yenik düştü ve dün ( 29 Mayıs ) hayata veda etti. Şimdi yukarılarda bir yerde Marlon Brando ile mavra yapmaktadır muhtemelen. Dennis Hopper'ın ilk izlediğim filmi Kent ya da Gazi Sineması'nda annemle birlikte seyrettiğim Apocalypse Now'dır ama benim Dennis Hopper'ı ilk farketmem elbette 17 yaşında VHS kopyasını izlediğim ( ve sonra defalarca yeniden izlediğim ) Easy Rider ile olmuştur. Peter Fonda ile birlikte yönettiği ve üç kuruşa malettiği filmle Hollywood'da devrim yaratan ve neredeyse tek başına tüm 70'li yılların mesulu olan Hopper belki bir daha hiç Easy Rider kadar mühim ve güzel bir film çekemedi ama oyuncu olarak birçok unutulmaz işe imza attı. Blue Velvet'i atırlayınız mesela. Ya da Wenders'in The American Friend'ini. Ya da Christopher Walken ile karşılıklı döktürdükleri True Romance'i. Uzun lafın kısası, Dennis Hopper hem yönetmen hem de aktör olarak çok önemli işlere imzasını atmış nadide bir figürdü, 74 yaşında öldü.

28.05.2010

Universal'a yeni dekor



2008 yılında çıkan bir yangınla büyük ölçüde mahvolan Universal Stüdyoları yenilenmiş haliyle yeniden açıldı. Toplam 200 milyon dolar harcanan yeniden inşa süreci sonucu aralarında New York kenti gibi setlerin de bulunduğu devasa mekan California Valisi Arnold Schwarzenegger'in konuşmasıyla hizmete girdi. Yangın başladıktan çok kısa bir süre sonra stüdyoya ulaşan ve göğe yükselen alevler karşısında düştüğü dehşeti saklamayan Steven Spielberg de Universal'ın yeniden inşasına katkıda bulunan isimlerden. Zaten yukarıdaki fotoğrafta da Arnie'nin hemen arkasında oturduğunu görebilirsiniz. Universal'ın sözü geçen dış mekanlarında New York'un yanısıra Paris, Londra gibi kentlerin sokakları da var. Bu ünlü stüdyoda Back To The Future, King Kong ( P. Jackson ) ve Blues Brothers gibi birçok filmin dış çekimleri yapılmıştı.

27.05.2010

Günün Afişi



Yıllar öncesinden bir afiş var bugün. Star Wars serisinin en başarılı halkası The Empire Strikes Back için tasarlanan bu afiş Noriyoshi Ohrai'nin imzasını taşıyor. Ohrai'nin orijinal çalışmasının yüksek çözünürlüklü saydamlarını ortaya çıkaran Lucas Film, Empire'ın 30. yıldönümü vesilesiyle bastıkları 500 adet psteri satışa çıkarmış. StarWarsShop sitesinden 19.99 dolara alabilirsiniz. Tabii tükenmediyse.

Al Pacino'nun en kötü 5 filmi



Şunu hemen söyleyeyim, Al Pacino en sevdiğim oyunculardan biridir. Çok az oyuncuda rastlanan olağanüstü bir yeteneği o9lduğuna inanırım. Gözlerini en iyi kullanan aktörlerden biri olduğuna da hiç şüphem yok ve hala böylesi bir oyuncunun kör rolü oynadığı bir filmle Oscar almış olmasını da şaşırtıcı, hatta belki de yanlış bulurum. Ama Al Pacino ile beni en çok şaşırtan şey, bir oyuncu olarak çok keskin ve doğru içgüdülere sahip olsa da, oynayacağı filmleri seçme konusunda yeterince duyarlı ve doğru davranamıyor oluşudur. 40 yılı aşkın kariyerinde The Godfather, Dog Day Afternoon, Serpico, Scarface, And Justice For All, Heat, Glengarry Glen Ross ve The Insider gibi unutulmaz filmlerde oynamış olan oyuncunun ne yazık ki inanılmaz derecede berbat filmleri de var. Hangileri mi? Buyrun bakalım..


5. Revolution - Y: Hugh Hudson

Hugh Hudson aslında 1981 tarihli Chariots of Fire ( Ateş Arabaları ) ile atletizm üzerine çekilmiş en güzel filmlerden birine imza atmıştı ama Revolution hemen hemen tüm kariyerini söndürdü. Gerçi başka filmler de çekti Hudson sonraları ama çok seyrek ve ses getirmeyen bir kariyeri oldu. Revolution'ın ise daha da ilginç bir hişkayesi var. Hudson'ın iddiasına göre film henüz tam anlamıyla bitmediği halde yapımcı stüdyo tarafından zorla gösterime sokuldu ve ciddi anlamda zarar etti. Filmin yarattığı hayal kırıklığı o kadar büyüktü ki, Pacino bir süre sinemadan uzaklaştı, kötü bir dönem geçirdi. Filmin hikayesi ve hem Hudson hem de Pacino üzerindeki olumsuz etkisi 2008 tarihli Revolution Revisited adlı DVD'yle birlikte sunulan bir featurette'te daha net bir şeklilde teşhis edilebilir.



4. S1m0ne - Y: Andrew Niccol

Gattaca ile gönüllerimizi fetheden Andrew Niccol ne yazık ki bu herşeyi eline yüzüne bulaştırdı ve bir numaralı suç ortağı da maalesef Al Pacino oldu. Pacino kadar "organik" bir oyuncunun, Simone adlı sentetik bir aktrisle yaşadığı tuhaf ilişki izleyiciyi hiç kavrayamadı. Kimi eleştirmenler filmden tatmin olmuştu belki ama gişe hasılatı yerlerde süründü ve Pacino ciddi bir darbe aldı.



3. Gigli - Y: Martin Brest

Bu da ne Allah aşkınıza? Gerçi Pacino'nun neden bu saçmalıkta rol aldığını kestirmek zor değil herhalde. Ne de olsa Martin Brest Pacino'yu daha önce 7 kez aday olduğu Oscar heykelciğine kavuşturan yönetmen. Ama bu, birçoklarınca gelmiş geçmiş en kötü filmler listesinde yer bulan Gigli'nin Pacino'ya yakışmadığı gerçeğini değiştirmiyor.



2. Godfather 3 - Y: Francis Ford Coppola

Ne o, şaşırdınız mı? Şaşırmayın ama, gerçek bu maalesef. Elbette Godfather 3 yukarıda saydığım filmler kadar berbat değil ama sinema tarihinin gelmiş geçmiş en önemli serilerinden birine hiç yakışmayan ve izleyende hemen unutma isteği doğuran bir film olduğu da yadsınamaz. Zaten Coppola da sadece paraya ihtiyacı olduğu için bu işe bulaştığını gizlemiyor. Bu haliyle hiç çekilmemeliydi. Nokta.


1. Righteous Kill - Y: Jon Avnet

Al Pacino nasıl oldu da bu hatayı yaptı anlamak çok güç. Üstelik 88 Minutes faciasından sonra. Aslında 88 Minutes de bu listede yer almalıydı ama her iki film de Jon Avnet imzalı olduğu için Righteous Kill'i almayı yeterli buldum. İşin en garip yanı da burada zaten. Pacino 88 Mİnutes'de oynadıktan sonra acaba hiç oturup filmi izlemedi mi diye soruyo insan. Çünkü izlese, yine aynı yönetmenin bir başka filminde çalışmazdı herhalde. Tahminimce filmdeki partnerinin Robert De Niro oluşu ona cazip gelmiş olmalı. De Niro için de aynı cümleyi kurabilirim herhalde. He ne olursa olsun, bu film Pacino'nun kariyerindeki en yanlış hamleydi. En azından bana göre.

Logan'ın Kaçışı, yeniden


Hep aynı şeyi söylüyorum bu durumlarda ama, "şart mıdır?". Hangi kült filmin hangi uyarlaması aslından daha iyi oldu ki? Devam filmlerini söylemiyorum, o zaman daha iyi ( ya da daha kötü ) filmler çıkabiliyor ama özellikle efsaneleşmiş filmlere pek dokunmamak lazım galiba. Şimdi de Logan's Run yendien çekilecekmiş. 1976 tarihli filmde Michael York, Jenny Agutter ve Farah Fawcett oynamış ve bilim-kurgu tutkunlarının favorileri arasına girmişti. William F. Nolan ve George Clayton Johnson'ın yazdığı romandan bir de televizyon dizisi de uyarlanmıştı hatırlarsanız. Bu seferki uyarlama ise Carl Erik Rinsch'e emanet edilmiş. Kendisi özellikle reklam camiasında yaptığı üst düzey işlerle tanına yetenekli bir şahıs. Rinsch'in sinemaya ne zaman, hangi filmle geçeceği merak ediliyordu bir süredi. Hatta Alien ( ki Ridley Scott kendisi çekmeye karar verdi ) ve X-Men Origins: First Class gibi filmler için adı geçiyordu ama kısmet 47 Ronin'eymiş. Tabii, dikkatli okurların da hatırlayacağı gibi, Creature From The Black Lagoon adlı filmi de çekecek Rinsch. Ama hangi sırayla, ben de emin değilim.

26.05.2010

Günün Afişi



Uzun uzun anlatmaya gerek yok, Jim Thompson ( yazar ) ve Michael Winterbottom ( Yönetmen ) isimleri yeterince şey söylüyor bana göre. Bunlara bir de Casey Affleck, Jessica Alba ve Kate Hudson'ı ekleyin ve karşınızda günün afişi The Killer Inside Me.

Pacino'dan Sinatra olur mu?



Olur neden olmasın, ama herhalde bu haliyle ancak Sinatra'nın son yıllarını oynayabilir. 1960'lı yılların Sinatra'sını oynayacak değil ya. Ama zaten asıl Sinatra da 60'lı yılların Sinatra'sı değil mi? Neden mi bu konuya girdim? Çünkü Martin Scorsese'nin uzun zamandır çekmeyi planladığı Frank Sinatra biyografisinde Al Pacino'yu oynatmak istediği haberiyle karşılaştım. Habere göre Dean Martin'i de Robert De Niro'nun oynamasını istiyormuş. Bu Pacino - De Niro ikilisini birlikte oynatma işi de özelliğini iyice kaybetti aslında. Heat güzeldi de, The Righteous Kill korkunçtu. Herneyse, bu mesele için farklı bir fikrim var, o yüzden uzatmayayım. Sinatra filmine dönecek olursam, henüz ortada bir senaryo bile yok, yani oyuncu isimleri tartışmak için erken.

Wolverine tutkunlarına alfabe


Ben çok da çizgiroman mayağı değilimdir açıkçası. Hele comics tabir edilen Amerikan mamullerine bir hayli yabancıyımdır ama bu alfabe benim bile ilgimi çekti. Grafik sanatçısı Sean Gordon Murphy sadece Wolverine çizimlerini kullanarak bir alfabe yaratmış. Yukarıda tamamı, aşağıda ise detayları var.

Panahi serbest



Cannes'daki çabalar işe yaradı gerçekten de. Sadece o da değil belki, aralarında Spielberg ve Robert Redford gibi isimlerin de bulunduğu kalabalık bir sinemacı grubunun imzaladığı "Panahi serbest kalsın" bildirisi de etkili oldu. Sonuçta, kefaletle de olsa, İranlı sienmacı Jafar Panahi serbest bırakıldı. Hatırlanacağı üzre, Panahi ülkesindeki muhalif oluşumu desteklediği gerekçesiyle hapse atılmış ( akla Ergenekon'u getiriyor sanki ) ve geçtiğimiz hafta açlık grevine başlamıştı. Bugün okuduğum bir habere Beyaz Balon, Ayna ve Daire gibi filmlerin yönetmeni Panahi 200 bin dolar kefalet karşılığı serbest bırakılmış.

25.05.2010

Mark Romanek'in filmi Ekim'de vizyonda



Mark Romanek dünyanın en iyi klip yönetmenlerinden biri. Madonna'nın Rain, Eels'in Novocaine For The Soul ( olağanüstü bir parça, güzel bir klip ), Johnny Cash'in Hurt ve Nine Inch Nails'in Closer gibi parçalarının klibi hep ona ait. Onun sinemada da benzer bir etki yaratacğına inanalardandım ama şimdiye kadar pek tatmin olmadım doğrusu. Gerçi topu topu iki filmi var ve ben sadece birini seyrettim ama.. olsun. Zaten ilk filmi Static'i bir avuç meraklı dışında kimsenin gördüğünü sanmıyorum. 2002 tarihli One Hour Photo ise birçok açıdan iyi kotarılmış ( görselliği, oıyunculuğu vs ) ama senaryo departmanında sınıfta kalmıştı benim için. Uzatmayayım, hiç sevmem uzatmayı, Romanek'in son filmi Never Let Me Go önümüzdeki Ekim ayında izleyiciyle buluşacak. Film ünlü yazar Kazuo Ishiguro'nun romanından uyarlama ve senaryoyu da Alex Garland yazmış. Yani hiç fena durmuyor. Carey Mulligan ( An Education ) ve Andrew Garfield ( Red Riding ) gibi geçen yılın en heyecan verici iki keşfini filminde oynatan Romanek ayrıca Keira Knightley ve Charlotte Rampling gibi oyuncularla çalışmış. Kadro da gayet iyi görünüyor yani. Bakalım bu sefer helvayı tutturabilecek mi?

Günün Afişi



Inception'a devam. Bu sefer birkaç tane birden var üstelik. Bu karakter afişleri yeni çıktı zira. Benim favorim tabii ki belli, ya sizinki?

Jackie Brown'ın öncesini merak edenler



Elmored Leonard'ın The Switch adlı romanını okuyunuz bence. Yok, "ben nereden bulucağım kitabı?" diyorsanız, ki haklı olabilirsiniz, o zaman The Switch'in film uyarlamasını bekleyeceksiniz. İşin içinde yine Tarantino'nun olup olmayacağını merak ediyorsanız size "hayır" cevabını vereceğim. Yani "Tarantino Jackie Brown'ın devamını çekiyor" gibi bir haber görürseniz inanmayın. Kısaca bildiklerimi aktaracak olursam, senaryosunu Dan Schechter'in kaleme aldığı filmin yapımcılığını Michael Siegel üstlenmiş. Bu arada 14 yaşından beri Elmore Leonard hayranı olan Tarantino'nun bir marketten The Switch'in romanını araklarken yakalandığını biliyor muydunuz? Bu yüzden başı belaya giren ve tüm yazı ev hapsinde geçiren Tarantino cezası biter bitmez aynı markete dönüp kitabı bir kez daha ( bu sefer olması gerektiği gibi ) araklamış.

24.05.2010

Altın Palmiye Tayland'a



Filmleri göremediğim için biraz kuru bir yorum olacak tabii ama Cannes jürisi verdiği Altın Palmiye ile Tayland'da olan bitenlere de dikkat çekmek istedi sanki. Bildiğiniz gibi ( umarım farkındadır herkes ) Tayland'da kan gövdeyi götürüyor. Adını nasıl telaffuz edeceğimi hala bilmemekle beraber, Taylandlı sinemacı Apichatpong WEERASETHAKUL'un filmi Uncle Boonmee Who Can Recall His Past Lives ( "Geçmiş Hayatlarını Hatırlayabilen Boonmee Amca" diye çevirebilir miyiz acaba?) ölümün eşiğindeki yaşlı bir adamın geçmişle muhasebesini anlatıyor. FilmEkimi'nde izleriz inşallah.


Daha çok oyuncu yönüyle tanıdığımız Mathieu Amalric gecenin en büyük sürprizlerinden biriydi herhalde, zira birçok güçlü ismin arasından sıyrılarak En İyi Yönetmen ödülünü kaptı. Ödülünü alırken oyuncularını da ( bir grup şen şakrak stiptizci ) sahneye çağırdı Amalric ve renkli görüntülere sebebiyet vermiş oldu.

En İyi Kadın Oyuncu ödülünü alan Juliette Binoche alabildiğine duygusal bir konuşma yaptı ve yönetmeni Abbas Kiarostami'ye methiyeler düzdü. En İyi Erkek Oyuncu ödülüyse Javier Bardem ve Elio Germano arasında paylaştırıldı. Uzun lafın kısası Tim Burton'ın jürisi Cannes'ın gediklilerini ( Mike Leigh, Ken Loach, Kitano, Mikhalkov vb ) ödüllendirmek yerine kendilerince yeni ve farklı olanı öne çıkaran bir seçim yapmıştı. Ki çoğu zaman asıl cevher de bu seçimlerden çıkar zaten ( tartışınız, neden?).

21.05.2010

Son durum: Scream 4



Bilmiyorum heyecanla beklediğiniz bir film midir ( benim değil doğrusu ) ama Scream 4 ile ilgili oyuncu seçmeleri hala devam ediyor. Yani biraz daha bekleyeceksiniz. Filmde oynaması muhtemele yeni isimler arasında Ashley Greene, Hayden Panettiere ( bu ikisi yukarıda gördükleriniz ), Lake Bell ve Rory Culkin de var. Eski kadrodan katılan isimlerse Neve Campbell, David Arquette ve Courtney Cox. Filmin 15 Nİsan 2011'de gösterime çıkması planlanıyor.

Günün Afişi



Eli Roth'un yapımcılığını üstlendiği bu filmden daha önce de bahsetmiştim ama o zamanlar adı Cotton idi. Şimdiyse The Last Exorcism olmuş. Roth sevmediğim bilinir ama belki bu film fena değildir, izleyip görülecek.

20.05.2010

Yılın yarışı başladı



Şaka bir yana ( çünkü yılın yarışı benim için Bolt'un da katıldığı bir yarıştır ancak ) tüm Hollywood şimdi bunu konuşuyor. Baştan alayım. Bundan bir iki gün önce Michael Bay'in Megan Fox'u Transformers serisinin 3. filminde oynatmayacağı açıklandı. Bu haberden çok kısa bir süre sonra da Shia Laboeuf'ün yeni sevgili adayı için seçmelerin başladığı duyuruldu. Michael Bay rekor sürede ortalığı karıştırdı ve oyunculuk yeteneği olsun olmasın tüm seksi genç kadınların ağzının suyunu akıtmayı başardı. Ortalıkta dolaşan isimlerin ucu bucağı yok. Gemma Arterton'dan tutun da Miranda Kerr'e; Bar Rafaeli'den Zoe Saldana'ya sayısız ismin bu rol için telaffuz edildiği söyleniyor. Buyrun size birkaç aday. Yukarıdaki Ashley Greene ( Twilight ), aşağıdakilerse Camilla Belle ( Push ), Amber Heard ( Zombieland ) ve Gemma Arterton. Var mı artıran?

Tek plan, 79 dakika



İlk denemeyi 1948 yılında Alfred Hitchcock yapmıştı. Zamanın kameralarının izin verdiği ölçüde tek planda çekmeye çalıştığı Rope adlı filşm için Hitchcock sonradan "Bir hataydı. Sinema montajdır." dese de tek planda tüm bir filmi çekme hevesi başkalarına da bulaştı. Sokurov'un 96 dakikalık tek plan filmi Russian Ark modern teknolojilerin ( saatlerce dijital kayıt yapabilen kameralardan bahsediyorum, Hitchcock'un sahip olamadığı bir lükstü ) sayesinde çekilebilmiş ama son kertede dramatik bir yapıdan noksan kalmıştı. Mike Figgis işi bir adım daha ileri götürdü ve Timecode adlı filminde perdeyi dörde bölerek içiçe geçen dört hikaye anlattı. Tek planda. Şimdi de Cannes'da görücüye çıkan Uruguay yapımı bir korku filminin haberini aldım. Gustavo Hernandez imzalı 79 dakikalık The Silent House bir perili ev hikayesi. Filmi izleme fırsatım olmadı elbette ama okuduğum yorumlar hiç fena olmadığı, bu yılın Paranormal Activity'si olabileceği ama tek planda çekildiği konusunda da bazı şüphelerin olduğu yönünde. Yakında daha sağlıklı bir analiz gelir herhalde.

Günün Afişi



Bugünkü afişi tuhaflığı yüzünden seçtim biraz. Splice en son Sundance Film Festivali'nde yankı getirmiş ve Weinstein kardeşler başta olmak üzere çeşitli yapımcılar filmi almak için yarışmıştı. Dağıtım ihalesi sonuçta Dark Castle'a kaldı. Filmi merak ediyorum aslında ama afişi sevip sevmediğimden çok emin değilim doğrusu.

19.05.2010

Son durum: Melancholia



Lars Von Trier bir süredir üzerinde çalıştığı yeni filmi Melancholia'yı Temmuz ayında çekmeye başlayacak. "Dünyanın sonu hakkında" bir film olduğu dışında pek bir şey bilmediğimiz Melancholia'nın oyuncu kadrosuna yeni bir isim katıldı bu arada. Bu yeni isim daha önce Dogville ve Manderlay'de anlatıcı rolünü üstlenen John Hurt'ten başkası değil. Daha önce sadece sesiyle Lars Von Trier'ye destek veren Hurt bu sefer filmde oynayacak. İyi olur inşallah.

Yapımcı olmak ister misiniz?



Şaka değil, eğer bir kenarda birikmiş biraz paranız varsa yukarıda fotoğrafını gördüğünüz filmin yapımcılarından biri olabilirsiniz. Filmin adı Iron Sky. Henüz çekimleri başlamadı ama konusu çok ilginç. İlginç derken, belki de size öyle gelmeyebilir, bilmiyorum. Özeti şudur: 1945 yılında dünyadan kaçıp ayın karanlık yüzüne yerleşen Naziler 2018 yılında geri dönemeye karar verirler. Uzay ve Naziler iyi espri doğrusu. Filmin tasarımları falan da, fotoğraflardan görüldüğü kadarıyla, hiç fena değil. 6,5 milyon Euroluk bir bütçesi olan filmi daha önce Star Wreck: In The Pirkinning adlı bilim-kurgu komedisini çeken Finlandiyalı Timo Vuorensola yönetecek. Başrollerdeyse Julia Dietze, Götz Otto, Tilo Prückner ve Udo Kier gibi isimler olacak. Bütçenin %86'sını toplamış durumdalar. Geri kalanını da Wreck a Movie adlı bir oluşum aracılığıyla toplamaya çalışıyorlar. 1000, 5000 ve hatta 20000 Euroluk katkı paketleri var ve ödediğiniz paraya göre bazı kazanımlar garanti ediliyor. Filmin galasına gitmekten tutun da, yapımcı olarak filmde adınızın geçmesine kadar. İlginizi çekti mi? İsterseniz bir de fragmanını izleyin.