30.12.2014

Sinemada sessizlik



Sinemada sesin kullanılmaya başlamasından bu yana sessizlik de farklı bir anlam kazandı. Bahsettiğim şey sessiz sinema değil elbette, o bambaşka bir kavram. Yukarıdaki videoda da göreceğiniz gibi sesszilik aslında ses kullanımının özel bir biçimi haline gelmiş durumda. Tony Zhou tarafından hazırlanan "Her Kare Bir Hikaye Anlatır" başlıklı seride ele alınana sessizlik konusu özellikle Scorsese'nin filmlerinde sessizliği nasıl kullandığına dikkat çekiyor.

28.12.2014

Nostalji: Eternal Sunshine of the Spotless Mind

Eternal Sunshine - Stop Motion from Mickey Alice Kwapis on Vimeo.

2000'li yılların unutulmaz filmlerinden Eternal Sunshine of the Spotless Mind özellikle yetişkinliğe 90'lı yıllarda adım atan kuşak için kritik bir filmdir. Bizim kuşağın aşk filmi budur desek çok da abartmış olmayız herhalde. Michel Gondry - Charlie Kaufman işbirliğinin en tesirli ürünmü olan Eternal Sunshine bir yandan X kuşağının hafıza kaybına ( ya da hızlı unutma, çabuk tüketme de diyebilirsiniz ) dair şahane isabetli tesbitleriyle aşkın gizemli doğasını sergilerken bir yandan da çarpıcı bir duygusallıkla izleyiciyi duvarlara çarpıyordu. Yukarıda filme dair yapılmış özgün bir video var. Bu arada bu filmi nostalji sandığından çıkarmamın da özel bir sebebi olduğunu tahmin edersiniz. Biricik aşkım, bugün ( 28 Aralık ) yaşgününü bir kez daha idrak eden sevgili eşim Fazilet için gelsin. Seni seviyorum. Elbette.

27.12.2014

Kritik: İki Gün ve Bir Gece



Dardenne Kardeşler'in son filmi İki Gün ve Bir Gece ( Deux Jours, Une Nuit ) yılın son haftasında vizyona giriyor nihayet. Yılın en iyilerinden biri olduğuna şüphe duymadığım film aynı zamanda yılın en iyi oyuncu performanslarından birini de getiriyor karşımıza. Dardenne Kardeşler ile yolu ilk kez kesişen Cotillard bu filmde canlandırdığı Sandra karakteriyle kariyerinin en incelikli, sade ve derinlikli performanslarından birini sunuyor kanımca. Filmin neredeyse tamamında ekranda görünen 39 yaşındaki oyuncu genelde amatör ya da çok tanınmamış oyuncularla çalışmayı tercih eden Belçikalı sinemacılarla öylesine ahenkli bir iş çıkarmış ki ( ki tüm oyuncular için bunu söylemek mümkün bence ), teker teker hepsine şapka çıkarmak gerek.


Film güneş enerjisi üzerinde uzmanlaşmış bir şirkette çalışan iki çocuk annesi Sandra'nın işinden kovulmak üzere olduğunu öğrenmesiyle başlıyor. Filmin ilk sekansında uyurken gördüğümüz ve çalan telefonuna bakmak için gözlerini açan Sandra sonraki iki gün boyunca huzura eremeyecek ve kendisinin işinden kovulmaması yönünde oy vermeleri için tüm iş arkadaşlarıyla tek tek ve yüzyüze konuşmak üzere kelimenin tam manasıyla yola düşecektir. Her an geri dönüşü olmayan bir bunalıma düşebileceği endişesini yaşadığımız Sandra'nın ( ki intihara da kalkışacaktır karanlık bir anında ) bu süreçteki en büyük destekçisi, hatta zaman zaman zorlayıcısı ise kocası Manu olacaktır. Toplam 16 kişiden oluşan iş arkadaşları ise kolay ikna edilebilecek bir topluluk değildir, zira Sandra'nın işten çıkarılması halinde her biri 1000 Euro tutarında bir ikramiye kazanacaktır ve bu para hiç biri için gözden çıkarılacak bir meblağ değildir.


Doğrusu Dardenne Kardeşler her daim hayatın içinden hikayeler anlatagelmiş ve bu hikayeleri de büyük derrleri olmayan, handiyse küçük karakterler üzerinden anlatmayı tercih etmişlerdir. Ünlü yıldızlarla çalışmamalarının da bir sebebi budur belki: karakteri oyuncunun ağırlığı altında ezdirmemek, hayatı filme kurban etmemek. Gerçi bir önceki filmleri Bisikletli Çocuk'da ( Le Gamin Au Velo ) fransız sinemasının tanınmış simalarından Cecile de France ile çalışmış ve hiç de fena bir sonuç elde etmemeişlerdi ama orada baş kadın karakterin ağırlığı İki Gün ve Bir Gece'de olduğu kadar dominant değildi. Filmin tamamı boyunca toplam iki üç farklı tişörtle yetinen ve işçi sınıfından olması hasebiyle her türlü şaşaadan uzak bir hayat süren Sandra karakterini alabildiğine sade, tedirgin ve kırılgan bir kadına dönüştüren Cotillard neredeyse bir Oscar'ı daha hak ediyor diyeceğim hiç çekinmeden.


Anlattıkları hikaye ve kullandıkları karakterler bakımından Ken Loach'u hatırlatan bir filme imza atan Dardenne Kardeşler o denli yalın bir olay örgüsü seriyorlar ki önümüze, neredeyse bir menkıbe kadar kısa ve derli toplu bir bütün çıkabilirmiş ortaya. Evet, düşündüğünüz doğru, didaktik bir eşikte de duruyor film ama gerek oyuncuların sahici performansları, gerekse yönetmenlerin ustalıklı anlatımı filmi didaktik bir yola sapmaktan kurtarmakla kalmıyor, ahlaki anlamda zorlu bir ikilemi de ( para mı, dayanışma mı ? ) iddiasız ama güçlü bir finalle çözüme ulaştırıyor. Kolaylıkla depresif bir ruh haline bürünebilecek film buradan kazanabileceği puanları elinin tersiyle iteliyor ve zor da olsa izleyicide yüksek bir umut ışığı yaratmayı biliyor. Aklımıza Ken Loach'un gelmesi o kadar da boşuna değilmiş yani.

Özellikle 2008 ekonomik krizinden sonra toplumsal huzursuzluğun belirgin bir şekilde arttığı Belçika ( ve aslında Avrupa'nın tamamı da diyebiliriz ) hakkında doğrudan bilgi sahibi olmasak da benzer buhranları defalarca yaşamış bir memleketin insanları olarak İki Gün ve Bir Gece'de anlatılanları, farklı toplumsal ve etnik kökenden insanların haleti ruhiyelerini bir hayli tanıdık bulacak; ve nihayet onların yerinde olsak biz ne yapardık gibi sorulara cevaplar arayacağız. Şurası da bir gerçek, her ne kadar film boyunca Sandra'ya yakın hissetsek de kendimizi, diğer karakterleri de, özellikle ona karşı duranları yargılayamıyor; bir tarafı tutmak uğruna diğer tarafın dertlerini görmezden gelemiyoruz. Filmin sonunda Sandra'nın her şete rağmen doğru olanı yaptığını görüp derin bir oh çektiğimizde de ruhumuzda yeşeren küçük umut tohumları bize kendi hayatımıza da yeni bir güçle tutunmamızı sağlıyor sanki. Bu da Dardenne Kardeşler'in gücü elbette.

İlk kez görücüye çıktığı Cannes Film Festivali'nde hiç bir ödül alamayan ( oysa Cotillard'ı görmezden gelmeyebilirdi jüri ) İki Gün ve Bir Gece hiç de gölgede kalmayı hak etmeyen, tüm bileşenleriyle dikkate ve övgüye değer bir film. Sistem tarafından ezilmeye mahkum sınıfın muzaffer bir portresini değil ama geri adım atmayan, atsa da savaşmadan çekilmeyen ( son repliğini hatırlayın Sandra'nın: "İyi mücadele ettik Manu" ) bireylerin karakalem bir eskizini çizen son derece değerli bir film var karşımızda.