29.10.2013

HBO'dan yeni bir polisiye: True Detective



Çok fazla dizi çekiliyor ama tıpkı memleketimizde olduğu gibi ecnebi televizyonlarda da gerçekten dişe dokunur bir şey yakalamak kolay olmuyor. Büyük umutlarla başladığım The Blacklist beklediğim gibi çıkmadı mesela. Jmaes Spader'ın başrolde olduğu bir diziden çok daha iyi bir senaryo ve karakter çalışması beklerdim. O yüzden fazla beklentiyle yaklaşmamak lazım bu gibi işlere. Önümüzdeki Ocak ayında HBO'da başlayacak 8 bölümlük True Detective dizisiyse daha yayına başlamadan dikkatimi çekenlerden. Neden derseniz önce HBO adı elbette ( bize Wire'ı ve başka birçok sağlam diziyi veren kanal ne de olsa ) ve sonra da oyuncu kadrosu. Başrollerinde Matthew McConaughey ve Woody Harrelson'ın olduğu dizi eğer tahminlerim ( ve trailer görüntüleri ) yanıltmıyorsa hardboiled, karakterlere yüklenen, atmosferi sağlam bir polisiyeye benziyor. Aşağıda hem dizinin trailer'ını, hem de karakterler hakkındaki tanıtıcı klipleri bulacaksınız. Son bir not: dizinin yaratıcısı Nic Pizzolatto daha önce The Killing dizisinde senarist olarak çalışmıştı.





Güzel işler



Bugünkü tasarımlar Tom Whelan'dan. Tam da Haloween yani Cadılar Bayramı öncesi korku temalı, daha da doğrusu Universal'ın klasik monster filmlerinden hareketle korku temalı afişler tasarlamış. Çok da güzel olmuş. Parasını verir alırım diyen varsa, şu adresi takibe alsın.









28.10.2013

Lou Reed 1942 - 2013



Lou Reed de gitti işte. Ardından söyleyecek, yazılacak çok şey var elbette. Hele de benim gibi gençliğinin önemli bir bölümünü The Velvet Underground müzikleriyle döşemiş biri için... Ama kolay değil tüm o günlerle yüzleşmek, belki hesaplaşmak, hatta hatırlamak. Unutmak hiç değil. Yukarıda Jim Jarmusch'un Blue In The Face filminden bir sahne var. Aşağıda da Trainspotting'in o muhteşem Perfect day sahnesi. Şimdilik idare edin.

24.10.2013

Wes Anderson'a dair

THE WES ANDERSON COLLECTION CHAPTER 3: THE ROYAL TENENBAUMS from RogerEbert.com on Vimeo.

Uzun uzun Wes Anderson güzellemesi yapacak değilim. The Royal Tenenbaums ve Moonrise Kingdom en sevdiğim iki Anderson filmi ve yukarıdaki videoyu da bu yüzden paylaştım. Aslında bunlardan 5 tane var ( devamı da gelecek ) ve meraklısı vimeo'dan ya da Open Culture'dan bulup izleyebilir, izlemelidir hatta. Ama sanırım en güzeli bu videolardan asıl sorumlu kişi olan film eleştirmeni Matt Zoller Seitz'in kendi blogundan izlemek. Gerçi izlemeden önce söz konusu filmleri izlemiş olmanız özellikle tavsiye edilir, o da ayrı. Öte yandan Matt Zoller Seitz'ın Wes Anderson'la ilgili kapsamlı kitabı The Wes Anderson Collection da geçtiğimiz günlerde satışa çıktı. Aşağıda tanıtımını ( harika bir tanıtım bence ) göreceğiniz kitabı bir an önce almanızı tavsiye ederim.

21.10.2013

Günün trailer'ı: Non-Stop



Anlaşılan Liam Neeson'ı aksiyon dışında bir filmde görmek uzun bir süre mümkün olmayacak. En son İstanbul'da geçen berbat Taken 2'nin ardından biraz uzak durur demiştim ama Non-Stop ile çıkıverdi karşımıza. Gerçi fragman görüntüleri bu sefer daha iyi bir film izleyeceğimiz yönünde umut veriyor ama belli olmaz tabii. Yönetmen koltuğunda da Jaume Collet-Serra var. Orphan ve Unknown'un yönetmeni olan Collet-Serra ile ilk kez çalışmıyor Neeson. Bu kez kadroda Julianne Moore da var üstelik. Şubat ayında izleyeceğiz artık.

11.10.2013

Viral dediğin böyle olur



Brian De Palma'nın 1976 tarihli filmi Carrie'nin remake'i önümüzdeki haftalarda vizyona girecek. Film öncesi son derece etkileyici bir viral kampanya hazırlanmış ve yukarıda izleyeceğiniz kısa video oluşturulmuş. Carrie'nin telekinetik yeteneklerinin hayata geçirildiği kamera şakası müthiş bir ön hazırlığın ve sivri bir zekanın ürünü. Filmin kendisinin bu kadar etkili olacağından şüpheliyim açıkçası.

7.10.2013

Günün afişi


Kanadalı yönetmen Denis Villeneuve ve oyuncu Jake Gyllenhaal birlikte çektikleri Prisoners'dan önce çok daha küçük bütçeli bağımsız bir filme imza atmışlardı. Enemy adı bu film yazar Jose Saramago'nu romanı The Double'dan hareketle çekildi. Toronto Film Festivali'ne hem Prisoners, hem de Enemy ile katılan Villeneuve yılın en hızlı sinemacılarından olduğunu da göstermiş oldu.

4.10.2013

American Hustle karakter afişleri gelmiştir


Tabii ki en başta Jennifer Lawrence'ınki olmak üzere, American Hustle için hazırlanan karakter afişlerini sizlerle paylaşıyorum. David O'Russell, Bradley Cooper ve Jennifer Lawrence'ın Oscar ödüllü Silver Linings Playbook'un ardından bir kez daha bir araya geldiği film yılın son günlerinde vizyona girecek.




1.10.2013

Günün afişi



Ben Wheatley'in FilmEkimi programında yer alan son filmi A Fiedl In England yılın kaçırılmaması gereken filmlerinden biri. Film siyah beyaz gerçi ama yukarıdaki renkli ( ya da renklendirilmiş ) afiş de hiç fena olmamış bana sorarsanız.

Kritik: Blue Jasmine


Woody Allen'ın nihayet Amerika kıtasına döndüğü son filmi Blue Jasmine ( ya da türkçe adıyla Mavi Yasemin ) her şeyden önce Cate Blanchett'ın oyunculuğuyla parlayan ve doğrusu onun oyunculuğunu da parlatan bir film. Allen uzun arayışlar sonucu yıllarca kendi canlandırdığı nevrotik tiplemeyi kendisinden bile daha yetkin ( mümkünse böyle bir şey ) bir şekilde oynayabilecek bir oyuncu bulmuş kanımca. Owen Wilson, Larry David, Jason Biggs gibi denemeleri hep karavanayla sonuçlanan yönetmen bundan sonra Blanchett ile yeniden çalışır mı ( ki Blanchett'in buna yanaşacağı pek şüpheli ) bilemiyoruz ama Oscar ödüllü oyuncunun kariyerinin en parlak performanslarından birini sergilediğine şüphe yok.


Blanchett'in filmde Tennessee Williams'ın unutulmaz karakteri Blanche Dubois'dan esinlenen bir karakteri canlandırdığını anlamak zor değil elbette. Allen yıllar önce Blanchett'i tiyatro sahnesinde Blanche ( isim benzerliği de dikkat çekmeyecek gibi değil öte yandan ) rolünde izlemiş midir diye sormadan edemiyorum doğrusu. Ne de olsa Amerikan tiyatrosunun en ikonik karakterlerinden biri Blanche Dubois ve Allen gibi titiz bir nevrotiğin de radarına yakalanmış olma ihtimali yüksek. Tabii Blanche söz konusu olunca ister istemez Stella ( burada Sally Hawkins ), Kowalski ( Marlon Brando ile özdeşleşen bu rolü bu kez Andrew Dice Clay ve daha da fazla Bobby Cannavale üstlenmiş ) ve Mitch ( Karl Malden'in Oscar aldığı rolün bir türevini burada Peter Saarsgard oynuyor ) karakterleri de giriyor sahneye. Hepsinin de olabildiğince iyi oynadığını kabul etmekle beraber Blanchett'in gölgesinde kaldıklarını da teslim etmemiz gerekir bana sorarsanız. Bu da Woody Allen'ın bir tercihi elbette.


Filmi Arzu Tramvayı'nın bir okuması ya da moda deyimle, cover'ı olarak ele aldığımızda Allen'ın oyunda son derece dengeli biçimde çizilmiş üç karakter arasından Blanche'ı ya da buradaki adıyla Jasmine'i öne çıkardığını görüyoruz. Daha ilk sahnede tanıştığımız Jasmine filmin ilk anlarından itibaren konuşmaya başlıyor ve neredeyse tüm film boyunca da hiç susmuyor. Gülüyor, ağlıyor, çıldırıyor, aşık oluyor, içiyor, kafası karışıyor.. Hepsini de büyük bir ikna edicilikle yapıyor Blanchett, ki zaten anlaşılan Allen onun bu yetkinliğini göz önüne alarak yazmış senaryoyu. Filmin bir komedi olmadığını ama Arzu Tramvayı'nın popüler yorumu kadar da trajik sonlanmadığını söylemek lazım; daha çok bir traji-komedi var karşımızda, a la Woody Allen ve tam da sevdiği gibi elbette. Yine de örneğin bir Match Point kadar çarpıcı bir film değil Blue Jasmine. Daha çok, olağanüstü bir oyuncunun omuzlarında yükselen, sağlam bir iskelet üzerine inşa edilmiş akıcı senaryosuyla sürükleyen dört dörtlük bir karakter çalışması çıkarmış ortaya Allen. Her yıl bir film üreten, bir kaç filmde de oynayan 77 yaşında bir adam için hiç fena değil doğrusu.