29.05.2013

Günün afişi

Documentarist başlıyor


Belgesel sinema tutkunlarını dolu dolu bir 6 gün bekliyor. Toplam 90 filmin yer aldığı seçkide dünyadan ve Türkiye'den eski ve yeni yapımlar var. Kısa ve uzun. Chris Marker imzalı Andrei Arsenevich'in Hayatında Bir Gün de izlenebilir festivalde, Somnur Vardar imzalı Yolun Başında da. Festivalin onur konuğu dünyaca ünlü belgeselci Alan Berliner'in de bir sinema dersi vereceğini hatırlatayım. Afiş muhteşem olmuş bu arada.

27.05.2013

Günün afişi



İlk Carrie'nin yerini doldurmayacağına hemen hemen eminim ama yine de ilgi göstermemek olmaz. Hareketli poster uygulaması ise fena olmamış bence. Kimberly Pierce'ın yönettiği, Chloe Grace Moretz'in Carrie rolünü oynadığı film Kasım ayında vizyona çıkacak.

Cannes'da zafer Tunuslu sinemacı Kechiche'in

Lea Seydoux, Abdellatif Kechiche ve Adele Exarchopoulos ödül töreninde
Tunuslu sinemacı Abdellatif Kechiche dün yapılan törende Altın Palmiye ödülünü Uma Thurman'ın elinden alırken son derece heyecanlıydı. Bu ödülü bekliyor muydu diye sordum içimden açıkçası, çünkü La Vie D'Adele festivalde eleştirmenlerin en beğendiği film olmuştu. Bu anlamda aslında çok da sürprizleri olmayan bir Cannes'dı. Coen Biraderlerin filmi de yine eleştirmenlerin en yüksek not verdikleri filmlerden biriydi. Belki sadece En İyi Yönetmen seçilen Amat Escalante biraz şaşırtmıştır, zira Heli'nin eleştirmenlerden aldığı not çok düşüktü. Zaten kendisi de sahneye geldiğinde "Bunu hiç beklemiyordum" dedi. Öte yandan Kechiche'in filmi çok beğenilmişti ama Spiğelberg'ün iki genç kız arasında yaşanan ve gerçekçi sevişme sahnelerinin yer aldığı lezbiyen aşk filmine pek prim vermeyeceğini iddia edenler çoğunluktaydı. Sanıldığı kadar tutucu değilmiş demek ki. Törenden akıllarda en çok kalanlarsa efsane oyuncu Kim Novak'ın sahneye gelişi ve Asia Argento'nun "Bu kadın ne kullanmış acaba, bize de verseler" dedirten ilginç konuşmasıydı. İşte tam ödül listesi

Altın Palmiye
La Vie D'Adele - Chapitre 1&2 - Abdellatif Kechice
Adele Exarchopoulos ve Lea Seydoux ile birlikte

Jüri Büyük Ödülü
Inside Llwyn Davis - Ethan ve Joel Coen

En İyi Yönetmen
Amat Escalante ( Heli )

Jüri Ödülü
Like Father Like Son - Kore-eda Hirokazu

En İyi Senaryo
Jia Zhangke ( A Touch of Sin )

En İyi Kadın Oyuncu
Berenice Bejo ( Le Passé )

En İyi Erkek Oyuncu
Bruce Dern ( Nebraska )

Altın Palmiye ( Kısa film )
Safe - Moon Byoung-gon

Altın Kamera
Ilo Ilo - Anthony Chen

22.05.2013

Günün trailer'ı: Man of Steel



Kim ne derse desin, Christopher Reeve'nin hatırasını silemeyecek yeni Superman Henry Cavill. En azından benim için. Yakında vizyona çıkacak Man of Steel'in en yeni trailer'ını görüyorsunuz yukarıda. Filmde General Zod rolünde Michael Shannon'ın yer alması bence önemli bir avantaj, zira son derece iyi bir oyuncu kendisi. İnsanı tedirgin eden, beklenmedik şeyler yapabilecek ( ve yapan ) bir oyuncu Shannon ve filme çok şey katacağı da kesin ama yine de Reeve'yi unutturamayacaklar.

21.05.2013

Günün afişi


Cannes'da gösterilen Frank Pavich imzalı belgesel Jodorowsky's Dune bir hayli beğenilmiş durumda. Film, adından da anlaşılabileceği üzre, Şilili sinemacı Alejanrdo Jodorowsky'nin 70'li yılların ortasında kalkıştığı Dune uyarlamasını konu ediniyor. Filmi henüz görmediğim için fazla detay veremiyorum ama Jodorowsy'nin telefon rehberi kalınlığındaki senaryosundan ( Herbert böyle hatırlıyor ve yanılmıyorsam aşağıdaki trailer'da görüyoruz o senaryoyu ) 14 saatlik bir film çıkardı diyorlar. Salvador Dali, Orson Welles gibi isimleri de filmde oynatmak niyetindeymiş Jodorowsky. İki yıl önce festival için İstanbul'a geldiğinde Jodorowsky ile tanışmış ve gerçekten ne kadar çılgın/dahi bir sinemacı olduğunu bizzat gözlemlemiştim. Filmi çekemediği ( finansal sebepler elbette, başka ne olacak ) kötü olmuş.

Günün trailer'ı: R.I.P.D.



Biraz Cannes'dan uzaklaşalım. Başrollerini Jeff Bridges ve Ryan reynolds'ın oynadığı R.I.P.D. matrak bir filme benziyor. Flightplan ve Red gibi filmlerin yönetmeni Robert Schwenje'nin imzasını taşıyan filmde Kevin bacon ve Mary Louise Parker da rol alıyor.

20.05.2013

Cannes afişleri

Steven Soderbergh'in "son" filmi Cannes'da ödül arıyor

Cannes Film Festivali'nde bu yıl Altın palmiye için yarışan 20 filmin 16'sının afişlerini bulacağınız bu seçkide gerçekten çok iyi bazı işler var. Afiş meraklılarının beğeneceğini tahmin ediyorum.

Tunus asıllı Kechice'in La Vie D'Adele'inde Lea Seydoux başrolde

Hollandalı sinemacı Alex van Warmerdam ilk kez Altın Palmiye için yarışıyor

Çadlı sinemacı Mahamat-Saleh Haroun 2010'da Un Homme Qui Cri ile Jüri ödülü aldı

5. kez Altın Palmiye için yarışan Sorrentino artık Cannes'ın gediklilerinden

Amat Escalante daha önce Sangre ile FIPRESCI ödülünü almıştı

Coen Biraderler her zaman Cannes'ın iddialılarından

Jimmy P. Fransız sinemacı Deplechin'in Cannes'da yarışan 5. filmi 

Japon sinemacı Kore-eda Hirokazu en son 2004'te Cannes'a gelmişti

Michael Kohlhaas'ın başrolündeki Mikkelsen geçen yıl En İyi Erkek Oyuncu seçilmişti

1984'ten beri Cannes'a gelen Jarmusch 1993'te kısa film dalında Altın Palmiye kazandı

Gözler geçen yılın en çok prim yapan isimlerinden Farhadi'nin üzerinde olacak

Bir aksiyon filmiyle yarışmaya kabul edilmesi Takashi Miike'yi bile şaşırtmış

Jia Zhang-ke'nin filmi izleyenlerin yorumlarına bakılırsa bir hayli iddialı

Ozon'un filmi, özellikle başroldeki Marine Vacth ile çok konuşulanlardan

En İyi Yönetmen ödülünü geçen yıl alan Winding Refn'in gözü bu yıl daha yüksekte 

Spielberg'in kırbacı Nicole'un sırtında


Malumunuz bu yıl Cannes jürisinde yer alan Hollywood yıldızı kontenjanı Oscalı oyuncu Nicole Kidman tarafından dolduruldu. Ve fakat jüri başkanı da bir başka Hollywood ünlüsü Steven Spielberg ve anladığımız kadarıyla başkan fena halde sıkı tutuyor işleri. Nicole Kidman bir soru üzerine "Dior partisine gitmiyorum, hatta hiç partiye gidemiyorum neredeyse" demiş ve sebebini de şöyle açıklamış: "Steven Spielberg eline kırbacını aldı resmen. Her sabah saat 7'de toplantı yapıyoruz ve hemen ardından da film izlemeye başlıyoruz. Sanki okula günleri yeniden başladı. Eğlenceli aslında, film sanatını yeniden öğreniyorum sanki." Biz Nicole'un yalancısıyız, ama film okuluna geri dönmesi nereden baksanız onun için bir kazanç olsa gerek.

Cannes sırılsıklam


Tuhaf bir şekilde bu yıl Cannes'da filmler her zamankine göre biraz daha geri planda sanki. Aslında her yıl yıldızlar, yıldız adayları ya da eski yıldızlar ve her gece düzenlenen partiler bir şekilde hep ses getirir ve ilgi çeker ama bu yıl özellikle yağmur ve kimi adli olaylar bir sürü şeyi gölgelemiş görünüyor. Chopard soygunundan bir gün sonra tam da Mathieu Amalric ve Christophe Waltz'un Canal + canlı yayınında olduğu sırada patlayan ( ve sonradan kurusıkı olduğu anlaşılan ) silah bir hayli patırtı çıkardı Cannes'da. Bu kadar da değil; bir gün sonra da Keanu Reeves'in ilk yönetmenlik çalışması olan A Man Of Tai Chi'nin yapımcısı olan China Group'un Başkan yardımcısı Zhang Qiang'ın da kaldığı daire soyuldu. Polis şu günlerde bir hayli meşgul anlayacağınız Cannes'da. Ama tabii bu yıl başrolde her anlamda yağmur vardı. En azından şu ana kadar. Yukarıdaki fotoğraf bir film setinden alınma değil, açılış gecesi geç saatlerde festival sarayının önünde çekilmiş. Bir satıcının "Cannes Film Festivali'nde giyildiği görülmüş şey değildir" dediği kalın kadın çoraplarının bile tükendiği bir hava durumundan söz ediyoruz. Burberry mağazası bir saat içinde 10 tane trençkot satmış, varın siz hesap edin. Üstelik festivale gelen yıldızların çoğu incecik gece elbiseleri getirdiği ve Cannes'da sadece yazlık giysiler satıldığı için havaya uygun kıyafetler ancak Paris'ten getirtilebiliyormuş. Herkes illahlah demiş durumda Cannes'da ve havanın ne zaman düzeleceği, güneşin ne zaman kendini göstereceği de belli değil.


17.05.2013

Cannes'da 1 milyon dolarlık soygun


Cannes'dan bir de soygun haberi geldi. Açıkçası, soygun filmlerinin fena halde tutkunu biri olarak, bu haberi çok da manidar buldum. İşin içyüzü polis tarafından açıklanmıyor ama "film gibi bir soygun" çıkarsa hiç şaşırmam. Kısaca anlatırsak, Chopard'ın Novotel'deki kasasından 1 milyon dolar değerinde mücevher takı çalınmış. Bu mücevherler Cannes'da kırmızı halıyı adımlayacak yıldızlar için getirilmiş. Chopard aynı zamanda Cannes'ın ödüllerini de tasarlıyor ve yıllardır sponsor olarak festivalde yer alıyor. Konuyla ilgili yeni bir bilgi gelirse sizinle paylaşacağım, merak etmeyin.

Günün trailer'ı: Jeune et Jolie



Günün trailer'ı Cannes'dan: Jeune et Jolie. François Ozon'un Altın Palmiye için yarışan ve ilk gösteriminde çok beğenilen filmi Jeune et Jolie'de cinselliği yeni keşfeden ve kısa sürede fahişeliğe başlayan 17 yaşındaki genç bir kızın hikayesi anlatılıyor. Başroldeki Marine Vacth hiç şüphesiz Fransız sinemasının yeni yıldız adayı.

Cannes başladı

Ne yazık ki bu yıl Cannes'ı uzaktan takip ediyorum, o yüzden de iki üç gündür bir şeyler yazmaya elim gitmiyordu. Ama mukadderat deyip yine de, uzaktan da olsa, bazı izlenim ve haberleri vermek gerekiyor herhalde. Başlayalım.


"Spielberg'e tapıyorum"

Cannes'da ilk gün Jüri üyelerinin basının karşısına geçmesiyle başladı. Önce fotoğrafçıların, ardından basın mensuplarının karşısına geçen 9 kişilik jüriye dair en merak edilen konulardan biri Oscar yarışında birbirine rakip olan Steven Spielberg ve Ang Lee'nin bir araya geldiklerinde nasıl davranacağı, neler söyleyeceğiydi. İlk yorum Ang Lee'den geldi ve Tayvanlı sinemacı "Steven ile iyi arkadaşız. benimle ilgili duygularını9 bilmiyorum ama ben ona tapıyorum. Benim kahramanı o." diyerek kapıyı açtı. Spielberg de altta kalmadı ve "Lee ile rakip değil meslektaşız. Bu hep böyle oldu ve böyle de devam edecek. Ayrıca Life of Pi'ye tapıyorum, demek ki Ang Lee'ye de tapıyorum." dedi. İzleyenler farketmiştir, aynı akşam açılış töreni sırasında da Lee'yi sahneye çağırırken onun için "Maestro" tanımlamasını tercih etti Spielberg, ki bu da büyük bir iltifattı. Öte yandan açılış gecesi Steven Spielberg uzun uzun alkışlandı sahnede. Cannes'da en büyük övgü uzun alkışlardır, bu bilinir. Spielberg'ün uzun uzun alkışlanması çok da sürpriz değil aslında zira Amerikalı yönetmen Fransa'da çok sevilir ve takdir edilir. Gerçi Cannes'da bugüne dek fazla önemli bir başarısı ( ilk filmi Sugarland Express'in aldığı En İyi Senaryo ödülü hariç ) yok ama bu yine de saygı görmesine engel değil, zira yaptığı tür sinemayı da onun kadar iyi yapan pek yok gibi.


Soderbergh televizyona konsantre oluyor

Henüz filmi gösterilmedi ama Steven Soderbergh Cannes'da en merak edilen isimlerden biri. Dünya sahnesine ilk çıktığı yerlerden biri Cannes olan ( Sundance'in ardından ilk kez Cannes'da gösterilen Sex, Lies and Videotape 1989'da Altın Palmiye almıştı ) Soderbergh sinemaya yiine Cannes'da veda edecek. HBO için çektiği ve teknik olarak bir TV filmi olsa da bazı ülkelerde sinemalarda da gösterilecek olan son filmi Behind The Candalebra ile Cannes'a gelen Soderbergh kendisiyle yapılan bir söyleşide "Emeklilik değil de, ara vermek diyelim" diyerek aslında çok da sinemadan kopmayacağını açıklamış bir anlamda. "Sinemaya başka bir açıdan nasıl yaklaşabilirim, bunu merak ediyorum ve bir süre bunu araştırmak istiyorum. Televizyon çalışmaları yaparak bu konu üzerinde biraz kafa yoracağım." diyen yönetmeni gelecek sezon bir diziyle karşımızda bulursak şaşırmayalım.


"Fitzgerald'a da soytarı denmişti"

Açılış gecesi gösterilen The Great Gatsby izleyenler tarafından orta karar bir alkışla karşılanmış, ki bu filmin çok fazla beğenilmediğine dalalettir. gerçi film zaten yarışmada değil ve ABD'deki gişe hasılatı da bir hayli sağlam ama Cannes'da filminizi görücüye çıkarıyorsanız tabii ki övgülere boğulmayı istersiniz. Filmin yönetmeni Baz Luhrman da bu durumun farkında ve yanıtı da hazır: "Önceki filmlerim Moulin Rouge, Romeo + Juliet ve Strictly Ballroom da çok iyi eleştiriler almamıştı. Bu sefer de böyle olacağını biliyordum. Ama ya Fitzgerald'a ne demeli? Kitabının 1925'teki ilk basımının ardından eleştirmenler ona "soytarı" lakabını layık görmüşlerdi. Beni saqdece insanların filmimi izlemesi ilgilendiriyor."


Hasselhoff'un Cannes'de işi ne?

Biraz da geyik yapalım. Baywatch ve Knight Rider dizileriyle kültleşmenin eşiğine gelen David Hasselhoff'u açılış gecesinde salonda görenler herhalde bir hayli şaşırmışlardır. Öyle ya, sinema adına doğru dürüst nitelikli bir işe imza atmamış, atmaya da yeltenmemiş bir oyuncunun Cannes'da işi ne?. Ama öyle demeyin. Sonuçta Cannes dünyanın en gözde ve gözalıcı sahnelerinden biri ve buradan, bu plajlardan kimler kimler geçti, bu basamakları kimler kimler tırmandı. Hasselhoff da adı Killing Hasselhoff olan ve yapımcılığını üstlendiği yeni projesine yönetmen aramak ve tabii ki tanıtıp para bulmak için gelmiş Cannes'a. Meraklısına duyurulur.



"Cannes'ın ilk snuff filmi"

Cannes'da bu yıl "şiddet" tartışması ön plana çıkabilir. Kesin çıkacaktır diyemiyorum elbette ama en azından açılış gecesi gösterilen ve tüm yarışma filmlerinin yer aldığı VTR bile şimdiden bir huzursuzluk yaratmış durumda. Nicolas Winding Refn ( Only God Forgives), Johnnie To ( Blind Detective ) ve Jerome Salle ( Zulu ) gibi yönetmenlerin filmlerinden VTR için seçilen sahnelerin şiddet ağırlıklı olması bu yıl Cannes'da şiddeti öne çıkaran filmlerin ağırlıklı olup olmadığı sorusunu getirdi. Takashi Miike, Amat Escalante ve Jia Zhangke gibi sinemacıların filmlerinde de sarsıcı şiddet sahnelerinin olduğu söyleniyor. Öte yandan işin zirvesi Kısa Film Köşesi'nde gösterilen ve yönetmeni Ebadur Rahman'a göre "Cannes'ın ilk snuff filmi" olan Atrocity Exhibition adlı yapım. "Tarantino, Takashi Miike ya da Kim Ki-duk gibi daha önce Cannes'da yer alan yönetmenlerin filmleri de en az benimkiler kadar şiddet dolu. Tek fark onlardaki şiddet sahte, benimkiyse gerçek" diyor Rahman ve "İzleyiciler gözlerini perdeden kaçırmak zorunda kalacaklar mı?" sorusuna "Umarım" diye yanıt veriyor.

Ozon'un Jeune et Jolie adlı filminde Marine Vacth başrolde

Neler gösterildi

Şimdiye kadar Cannes'da gösterilen filmlerin bazıları şunlar oldu.

Yarışma
Jeune et Jolie - François Ozon
Heli - Amat Escalante

Un Certain Regard
The Bling Ring - Sofia Coppola
Fruitvale Station - Ryan Coogler

La Semaine de la Critique
Salvo - F. Grassadonia & A. Piazza
Suzanne - Katell Quillevere

Quinzaine des Realisateurs
The Congress - Ari Folman
Conversation Avec / With - Jane Campion

13.05.2013

Günün trailer'ı: Captain Phillips



Gerçek bir olaydan yola çıkan Captain Phillips açık denizde Somalili korsanların saldırısına uğrayan bir yük gemisinde yaşananları anlatıyor. Tom Hanks'in başrolünü oynadığı filmde Paul Greengrass'ın imzası var. Ekim ayında vizyona çıkacak filmin senaryosunu Shattered Glass ( ki bunu yönetmişti aynı zamanda ) ve Hunger Games filmlerinin senaryosunu da yazan Billy Ray kaleme almış

10.05.2013

Now You See Me, yakında sinemalarda


Sihir, sihirbazlık, illüzyon... Bu konuda izlediğim en güzel filmlerden birinin The Prestige olduğunu daha önce de söylemişimdir muhakkak. Yukarıda ilk 4 dakikasını izleyeceğiniz Now You See Me de fena bir file benzemiyor sanki. The Prestige kadar iyi olacağını sanmam ama eğlenceli göründüğü kesin.

Günün trailer'ı: Gravity



Alfonso Cuaron'un yeni filmi Gravity Ekim ayında vizyona çıkacak. George Clooney ve Sandra Bullock'un başrollerini paylaştığı film kaza eseri uzay mekiğiyle olan bağlarını kaybedip boşluğa düşen iki astronotun dünyaya dönme macerasını anlatıyor.

50 Shades of Grey için yeni yönetmen adayı


Daha önce 50 Shades of Grey'i sinemaya uyarlamak için Gus Van Sant'in kulis yaptığını duyurmuştum, hatırlarsınız. Şimdi yeni bir haber var bu konuda. Variety'nin çeşitli kaynaklardan doğrulattığı habere göre Universal dünya çapında çok satan romanın uyarlaması için Atonement ve Anna Karenina gibi filmlerin yönetmeni Joe Wright ile pazarlık halindeymiş. Henüz kesinlik kazanmış bir durum değil ve Wright'ın yanısıra Patty Jenkins, Bill Condon ve Bennett Miller gibi yönetmenlerin de isimleri dolaşıyor kulislerde. Açıkçası Joe Wright iyi bir yönetmen ama ben onun bu işe kalkışmasını pek istemem. Daha önce çektiği edebiyat uyarlamalarının her biri de derinliği olan önemli romanlardı. Okumadım ama duyduğum kadarıyla 50 Shades serisi için derinlikli demek pek kolay olmayacak. Böyle bir romanı en iyi Adrian Lynn gibi bir sinemacı çekermiş gibi geliyor bana. Ya da Lynn'in günümüzdeki muadili kimse, o.

Belmin Söylemez'e bir ödül de San Fransisco'dan



İstanbul Film Festivali ve Adana Altın Koza Film Festivali'nde birçok ödül alan Şimdiki Zaman ödül koleksiyonuna bir yenisini ekledi. Belmin Söylemez ilk uzun metrajlı kurmaca filmiyle yılın şüphesiz adı en çok anılan sinemacılarından. Aşağıda Söylemez'in kazandığı son ödülle ilgili basın açıklamasını bulacaksınız. Bir kez daha, tebrikler Belmin Söylemez. 


Belmin Söylemez'in ilk uzun metrajlı filmi "Şimdiki Zaman" Amerika kıtasının en eski film festivali olan 56.San Francisco Film Festivali'nde "Yeni Yönetmen Ödülü"nü kazandı. Festivalin ilk veya ikinci filmini yapan yönetmenlerin eserlerine açık "Yeni Yönetmenler" başlıklı uluslararası yarışma bölümünde yer alan film jürinin değerlendirmesinde on film arasından öne çıkmayı başardı. Jüri kararın gerekçesini açıklarken "filmin global kapitalizm, kentsel dönüşüm ve tüketim kültürü tarafından kuşatılmış bireyin karşılaştığı sorunlara kolaycı yanıtlar vermediği ve insani, duyarlı ve mizahi bir yaklaşım izlediği için ödüle layık görüldüğünü" belirtti. Ödülü yönetmen Belmin Söylemez'e jüri üyeleri Charles Mudede ve Alicia Scherson takdim ettiler.


"Şimdiki Zaman" hayata Amerika'da sıfırdan başlamak için İstanbul'da bir fal kafede kahve falı bakan Mina'nın öyküsünü anlatıyor. Başrollerini Sanem Öge, Şenay Aydın ve Ozan Bilen'in paylaştığı film 31.İstanbul Film Festivali'nde ve 24.Ankara Film Festivali'nde en iyi kadın oyuncu ödülünü, 19.Altın Koza Film Festivali'nde ise Yılmaz Güney, SİYAD ve FilmYön ödüllerini kazanmıştı. Filmin önümüzdeki aylarda gösterime girmesi planlanıyor.

Venedik'te Jüri Başkanı Bernardo Bertolucci


70. Venedik Film Festivali'nin Jüri Başkanlığı'nı İtalyan sinemasının yaşayan en önemli ustalarından Bernardo Bertolucci üstlenecek. Usta yönetmen daha önce 1983 yılında jüri başkanlığı yapmış ve o yıl Jean-Luc Godard'ın Prenom: Carmen ( Adı: Carmen ) adlı filmi Altın Aslan ödülünü kazanmıştı. 73 yaşındaki sinemacı "Eskiden filmlerin insanları şaşırtması ve keyif vermesi gerektiğine inanırdım, hala da öyle düşünüyorum" demiş. 9 Oscar kazanana Son İmparator filmiyle En İyi Yönetmen ve En İyi Uyarlama Senaryo Oscarlarını alan Bertolucci 2007 yılında Venedik'ten Kariyer Başarı Ödülü almıştı. Festival 28 Ağustos - 7 Eylül arasında düzenlenecek.

Scorsese nihayet Silence'a başlıyor


Martin Scorsese Hristiyanlığın özüne dair bir film olan ve yaklaşık 20 yıldır üzerinde çalıştığı, defalarca başlamaya yeltenip sonra rafa kaldırdığı Silence adlı filme bu kez gerçekten başlıyor. En azından niyeti bu. Üstelik bu sefer başroldeki isim de belli: Andrew Garfield. Yeni kuşak Spider-Man olarak tanınan ama daha önce Never Let Me Go, Lions For Lambs ve TV için çekilen Red Riding'de yeteneğini sergileyen Garfield ile Martin Scorsese'nin yollarının kesişmiş olması beni ziyadesiyle mutlu etti doğrusu. Öncelikle Scorsese'ni,n Leoanrdo DiCaprio'dan kurtulmasını çok istiyordum uzun süredir ve nihayet galiba bu kopuş gerçekleşiyor. Öte yandan Andrew Garfield gibi gerçekten potansiyeli olan bir oyuncunun sadece Örümcek Adam rolüyle hatırlanmasına da gönlüm razı olmuyordu. Bilenler bilir, ben yine de tekrar edeyim, Silence aslen Japon yazar Shusaku Endo'nun romanından uyarlanacak. 17. yüzyılda Japonya'ya giden Portekizli bir Cizvit rahibinin hikayesini anlatan filmde Ken Watanebe de rol alacak.

8.05.2013

Günün trailer'ı: The Butler



Lee Daniels'ın Precious'ını sevmiştim ama The Paperboy'un bir fiyasko olduğu konusunda herkes hemfikir görünüyor. Şimdi de yönetmenin yeni filmi The Butler'ı bekliyoruz. Kalabalık ve şöhretlerle dolu bişr oyuncu kadrosu var filmin. Forest Whitaker, Oprah Winfrey, Robin Williams... Liste uzun. Film 18 Ekim'de vizyona çıkacak.

6.05.2013

Günün afişi



The Wolverine'in yukarıda gördüğünüz karakter afişi yeni yayınlandı. Silver samurai filmde Wolverine'in düşmanı olarak çıkacak karşımıza. James Mangold'un yönettiği filmde Kenuichio Harada ( Silver Samurai ) rolünü Will Yun Lee canlandırıyor. Film 24 Temmuz'da vizyonda.

Room 237 ya da Film Sinefillerin Eline Düşerse


The Shining çözümü olmayan bir Rübik Kübü ya da 100 kapısı olan ama çıkışı olmayan bir labirenttir.
David Thomson

Stanley Kubrick'in 1980 tarihli filmi The Shining bugün korku sinemasının en önemli klasiklerinden biri sayılıyor. İnternette üstünkörü bir arama yaptığınızda dahi gelmiş geçmiş en iyi korku filmleri arasında çoğunlukla The Shining'in zirvede olduğu sayısız listeye rastlarsınız. Benim gibi arşiv manyağı biriyseniz evdeki eski sinema dergilerinde de benzer listeler olduğunu ve yine The Shining'in genellikle zirvede ya da ilk üçte yer aldığını göreceksinizdir. Çoğu sinemasever filmin başarısında Stephen King'in büyük bir payı olduğunu düşünür ( ki muhakkak belli bir ölçüde doğrudur bu yargı ) ama şurası bir gerçek ki Kubrick'in filmi King'in aynı adlı romanının çok ötesine geçebilmiş; bir anlamda romanın etkisini büyük ölçüde silmeyi başarmıştır. Zaten Stephen King'in filmden nefret ettiği ve yıllar sonra romanı televizyona uyarlamak için bizzat kamera arkasına geçtiği de bilinir ama ne yazık ki King'in çektiği o film de bugün hemen hemen kimse tarafından hatırlanmaz. Kubrick farkı herhalde.

The Shinig'in setinde, Kubrick merceği yıldıza değil kendine odaklarken
Film korku sinemasının klasikleri arasına girdi dedim ama sinema tarihinde ender rastlanan bir durumu var The Shining'in: aynı zamanda bir külttür de. Hem klasik, hem de kült olabilmek kimilerine bir çelişki gibi gelebilir ama bunu filmin etkisinin büyüklüğüyle, izleyicide uyandırdığı çağrışımların ve zihinlerde açtığı kapıların sonsuzluğuyla değerlendirmek gerek sanki. Kubrick kaynak romanda eksik olan derinliği ( na yazık ki ne kadar usta bir yazar olsa da derinlikten yoksundur King ) kazandırdığı filmle izleyiciyi farklı bir tedirginliğin içine sürüklemekle kalmaz; bazı can alıcı eklemelerle ( labirent örneğin ) filmi ait olduğu türün sınırları dışına taşıyarak bir sinema klasiği haline getirir. İşte bu bölge kültle klasiğin kesiştiği alandır.


Uzun uzun The Shining'i anlatacak değilim, meraklısı biliyor zaten. Bilmeyen de merak eder izler diye düşünüyorum ( DVD ya da Blu-ray formatında bulmak işten bile değil artık zamanında VHS'ini zar zo5r edindiğimiz filmin ). Bir de şu var, filme dair ne söylersem söyleyeyim Rodney Ascher'in belgeseli Room 237'nin gerisinde kalacağım. İşin ilginç yanı, Room 237'den anlıyoruz ki, bizzat Kubrick mezarından kalkıp gelse ve bütün bir gün konuşsa, o bile filmde anlatılanların gerisinde kalacak gibi görünüyor. Sinefiller böyle bir tür işte.


Room 237 ( The Shinig'deki gizemli odadan alıyor adını film ) yüzlerini görmediğimiz ama seslerini film boyunca işittiğimiz bir grup sinefilin The Shinig hakkındaki yorumlarından oluşuyor. İlk tepki olarak "Allah sinefilin eline düşürmesin" demek geliyor insanın içinden ama üzerinde düşündükçe film için, o filmin yönetmeni  için, hatta o filmin tüm çalışanları için ne büyük bir onur! Gerçekten de filmi yorumlayan, hatta analiz eden sinefillerin anlattıkları o denli ilginç, akılalmaz, hayret verici ve merak uyandırıcı ki; 1. İlk iş The Shining'i yeniden izlemek istiyorsunuz, 2. Hemen evde ikili bir monitör sistemi kurup filmi bir de kendiniz analiz etmek ve içinizdeki gizli sinefil canavarını salıvermek istiyorsunuz. Resmen bir meydan okuma gibi algılıyorsunuz Room 237'yi, ki bu da bir yere kadar güzel, bir noktadan sonra korkutucu bir şey. Etrafınızda sizi seven eş, dost, akrabaları bir süre sonra sizden uzaklaştırmanız, "yetti be, sabah akşam bunu mu dinleyeceğiz" gibi tepkilerle karşılaşmanız işten bile değil.

Filmde yer alan otel planlarından biri

Rodney Ascher'in bulup konuştuğu sinefiller öyle her yerde karşımıza çıkabilecek, sinema tarihini ezbere bilen, hangi filmin kaç dakika olduğunu, hangi oyuncunun hangi sahnede ne giydiğini sıralayacak türden değil; çok daha donanımlı, özellikle Kubrick ve The Shining hakkında uzmanlaşmış ve kafalarında başka takıntılar olduğu belli olan tipler. The Shinig'i izleyip de filmin Kızılderililerin soykırımıyla ilgili bir okumasını yapmayı anlarım, ama buzluktaki sahnede Jack Nicholson'ın kafasının arkasındaki konserve kutularını bu savı güçlendirmek için kanıt olarak sunmayı çok anlamıyorum. Ya da basit bir devamlılık hatası olarak da algılanabilecek bir atlamayı derin bir komplo teorisinin bariz göstergesi olarak yorumlamak biraz aşırıya kaçmak oluyor sanki. Ama tekrar ediyorum, sinefiller böyledir işte. Bir sinefil için Kubrick'in hata yaptığını ( ya da mecburen bir şeyi kullandığını ) kabul etmek insanın aya ayak basmadığına inanmaktan daha zordur. Bu ayak basma meselesini de özellikle söyledim, zira Room 237'de bu konuda harika ve ziyadesiyle eğlenceli bir analiz mevcut.


Gelelim Room 237'nin, bence, asıl meselesine. Room 237, izleyince siz de göreceksiniz, The Shinig hakkında bir çözümleme değil. Tabii ki bu şekilde de izleyebilirsiniz filmi ve çok da keyif alabilirsiniz ama Room 237 aslında bir filmin, bir sanat eserinin ne olduğu, yaratıcısı ile okuru/izleyicisi arasındaki ilişkinin doğası hakkında bir film. Kubrick 30 küsur yıl önce bir film çekmiş, güzel ama bu film bu zaman içinde izleyici için ne ifade etti, yönetmen neyi hedefliyordu, ama izleyici ne anladı gibi konularla ilgileniyor Ascher'in belgeseli. Bunu da size anlattığım şekliyle, cümlelere dökülmüş bir şekilde yapmıyor da basit bir alt okumanın sonucunda gün ışığına çıkacak şekilde yediriyor filme. Film boyunca kendi kendinize şunu soruyorsunuz: "Yönetmen bu sahnede neyi amaçlamıştı acaba ve bu adamların yorumu bu amaca ne kadar yakın düşüyor?". Bir süre sonra bunun bir önemi kalmıyor ve sanat eserinin ne olduğu hakkında sorular beliriyor kafanızda. Bir film, bir beste ya da roman kime aittir? Onu çeken yönetmene mi, o yönetmenin yetiştiği, beslendiği döneme ve çevreye mi yoksa filmi izleyip de kafasında bambaşka bir şeye dönüştüren izleyiciye mi? Elbette bunların hepsi var potada. Birini yokluğu denklemi fena halde zedeleyebilir. Öte yandan denklemin hangi unsurunun ağır bastığını kestirmek her zaman kolay değil. The Shining örneğinde izleyicinin hayalgücü bir hayli ağır basmış gibi duruyor. Başka bir filmde tam tersi de olabilirdi. Yönetmenin alabildiğine çılgın hayalgücünün izleyicide hiçbir karşılık bulmadığı filmler de yok mudur? Vardır elbette. Böylesi örneklerin çok daha acınası olduğunu düşünüyorum açıkçası.
Filmi nasıl izlemeli, baştan sona mı, sondan başa mı?
Son bir söz: bir blogger The Shining hakkında "Bu film hem baştan sona, hem de sondan başa izlenmesi gereken bir film" diye yazmış. Room 237'de bunun da denemesi yapılıyor ve aynı anda baştan ve sondan izlenen filmin görüntüsü üstüste bindirilerek hangi sahnelerin nasıl denk düştüğüne bakılıyor. Film sinefilin eline düşerse, gör başına neler gelir.



3.05.2013

William Friedkin'e Venedik'ten ödül


The Exorcist, The French Connection, To Live and Die In L.A. ve en son Killer Joe gibi filmlerin yönetmeni William Friedkin önümüzdeki Eylül ayında düzenlenecek Venedik Film Festivali'nde Onur Ödülü alacak. Festivalin yöneticisi Alberto Barnera'nın "sinemaya olan devrimci etkisi" sebebiyle Yaşam Boyu Onur Ödülü alacak olan 77 yaşındaki sinemacı özellikle 70'li yıllarda büyük bir atılım yapan ve yeni Hollywood olarak da anılan Amerikan sinemasının baş aktörlerinden biriydi. 70. Venedik Film Festivali bu yıl 28 Ağustos - 7 Eylül tarihleri arasında yapılacak.

2.05.2013

Nymphomaniac'ın afişi gelmiştir



Lars Von Trier'nin son numarası Nymphomaniac yine bir hayli tartışma yaratacak tahminimce. Yukarıda filmin afişini görüyorsunuz. "Aşkı unutun" tagline'ıyla karşımıza çıkan afiş sade bir grafik içeriyor ama herkes biliyor ki filmde fena halde grafik seks mevcut. Bekleyip göreceğiz ( belki de göremeyeceğiz ).


Massimo Carnevale'den Güzel İşler


Bu sayfalarda zaman zaman bazı tasarımcı ya da illüstratörlerin çizimlerini paylaşıyorum sizlerle, bildiğiniz gibi. Bu sefer de İtalyan illüstratör Massimo Carnevale'nin işleri var menüde. Aslında çok daha fazla çizimi vardı ama ben küçük bir seçkiyle sınırlandırdım. Meraklısı araştırabilir.

No Country For Old Men

Sunset Blvd.

Some Like It Hot

Psycho

Killer's Kiss

A Clockwork Orange

El Topo

Aguirre

Taxi Driver