Dikkat!! Bu yazı daha önce ntvmsnbc'de yayınlanmıştır.
Cannes sadece bir avuç filmin yarıştığı ve kırmızı halıda
yıldızların şöyle bir boy gösterip evlerine döndüğü bir festival değil elbette.
En az yarışma kadar, hadi daha düz söyleyelim, işin sanat kısmı kadar ticari
kısmı da ön planda burada ve dünyanın en önemli, en büyük film meaketlerinden
biri de festivalle eşzamanlı olarak buraya dünyanın dört bir yanından binlerce
yapımcıyı, dağıtımıcıyı ve sektör çalışanını topluyor. Ben de Cannes’ın bu
yüzünü daha iyi tanımak adıma çantamı omzuma atıp emin adımlarla Market’in
kapısından giriyorum. Az sonra burayı feth etmiş olarak çıkacağım aynı kapıdan.
Brezilya standında Caipirinha hazırlığı |
Tabii kapıyı bulabilirsem. Yaklaşık bir saat gezindikten ve
içeride 3 kere kaybolduktan sonra pes ediyorum. Üstelik önce Ermeni standında
Ararat konyağının, ardından Brezilya standında olağanüstü bir Caipirinha’nın
tadına bakmış biri olarak yön duygum iyice karışmış durumda. Ama sadece yiyip
içtiğim sanılmasın, Market’in dinamikleri konusunda da bazı önemli fikirler
edindim bu süre zarfında.
Market'in café'sinden bir manzara |
Bir kere Market gerçekten devasa bir yer.İçeride çoğu yapım
veya dağıtım şirketine ait olmak üzere yüzlerce stand var ve bu standlarda her
15 dakika, ya da yarım saatte bir toplantılar, görüşmeler düzenleniyor. Kimi
ülkesinde vizyona sokmak için film satın almaya gelmiş; kimi de çektiği filmi
farklı pazarlara satmaya. Onların işi biraz daha net ve belki de daha kolay.
Ama bir de kendi ülkelerinin sinemalarını ve dolayısıyla kendi ülkelerini
tanıtmak için Market’e gelenler var. Örneğin Endonezya Sineması levhasını
gördüğüm bir standa yaklaşıp “Cannes’da herhangi bir Endonezya filmi
izleyebilir miyim?” diye sorduğumda olumsuz yanıt alıyor ve onların aslında
ülkelerini büyük sinema pazarına bir lokasyon olarak tanıtmayı hedeflediklerini
öğreniyorum. Standdaki görevli “Mesela son Bourne filmi Endonezya’da çekildi”
dediğinde ben de hemen “Son Bond filmi de Türkiye’de çeki,ldi” cümlesini
patlatıyorum. Karşılıklı gülüşüyoruz.
Yorulanlar Bollywood standının önüne oturmuş |
Kenya standında yaklaştığımdaysa adının Timothy olduğunu
söyleyen gençten bir adam bana Kenya’da film çekmenin ne kadar kolay ve
avantajlı olduğundan bahsediyor. “Geçen yıl İngiltere’den beş kişilik bir ekip
geldi çekim yapmak için ama sonra 3 kişi geri döndü, çünkü ülkemizde bu konuda
o kadar çok işinin erbabı eleman var ki, onlara gerek olmadığı anlaşıldı” diyor
Timothy gururla. Anlıyorum ki bu insanlar için ülkelerinde Hollywood ( ya da
başka bir zengin ülke sineması elbette ) filmleri çekilmesi ekonomik anlamda
çok önemli. Üstelik bu sadece ticari bir getiri sağlamıyor, zamanla kendi sienmaları
da daha güçleniyor. Sonra bizim de aslında benzer bir tanıtım çabası içinde
olduğumuzu hatırlıyorum. Ucuza servis veren ülkelerin Hollywood’a gözünü
dikerek kendi ekonomilerini canlandırmaya çalışması hiç de yabancı ve yanlış
gelmiyor bana. Bunları kafamdan geçirirken Timothy elini masanın altına atıyor
ve herkese vermediğini belli eden bir yüz ifadesiyle elime tahtadan yapılmış
küçük bir zürafa tutuşturuyor. Gülümseyerek teşekkür ediyor ve bir dahaki
sefere ona bir Türk baklavası getireceğime dair söz veriyorum.
İşte Kenya zürafası |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder