24.05.2012

Argento'nun 3 boyutlu Dracula'sı



Dikkat!! Bu yazı daha önce ntvmsnbc'de yayınlanmıştır.

Cannes’da fena halde yağmurlu ve rüzgarlı bir Pazar günü yaşanırken yapılacak en iyi şeyin bir film izlemek olduğuna kanaat getiriyorum. Bir gece önce davetiye bulunmadığı için izleyemediğim Dario Argento’nun Dracula’sı saat 13.00’te gösteriliyor ve Yekta ile birlikte yaklaşık 1 saat kuyrukta beklemeyi göze alarak Festival Sarayı’nın 5. katındaki Bunuel Salonu’nun önüne gidiyoruz. Benim pembe kartımla Yekta’nın avi kartı uyumsuz olduğu için mutsuzu ama kapıdaki görevli “Mavi kartlıları pembe bölümüne alamayız ama siz arkadaşınızla birlikte mavi bölümde bekleyebilrsiniz” diyerek meseleyi gayet makul biçimde çözüyor.
Bekleyiş tahminimizden çok daha çabuk geçiyor ve kapı girişinde 3D gözlüklerimizi alıp yerimize oturuyoruz. Son birkaç filminden hareketle sinemadan hüsranla ayrılacağım yönünde şüphelerim var ama ne de olsa Argento’dan söz ediyoruz, üstelik bir Dracula uyarlaması ve olaylar sinemanın mabedinde, Cannes’da geçiyor. Yani korku sineması tutkunlarının kaçırmaması gereken bir fırsat gibi duruyor.


Film başladıktan bir süre sonra ne yazık ki şüphelerimin teyid edildiğini görüyorum. Daha önce bol miktarda Dracula uyarlaması izledim. Hammer filmlerinden tutun da, 1922 tarihli Nosferatu’ya kadar aklımda yer etmiş birkaç Dracula filmi sayabilirim. Büyük bir ihtimalle Werner Herzog’un Nosferatu uyarlaması beni en çok etkileyendir. Coppola’nın diğerlerine nazaran daha cilalı gibi dursa da hiç açık vermeyen Hollywood uyarlamasını severim doğrusu. Hatta Dracula filmleri konusunda son sözü söyledeiğini de iddia edebilirim. Konuyu vampir sineması çerçevesine taşırsak iş değişir elbette. Örneğin birkaç yıl önce vizyona çıkan Let The Right One In ya da yine aynı zamanlarda izlediğim Park Chan-wook imzalı Thirst bu türde son derece yenilikçi işlerdir bence.Ama iş Dracula’ya gelince Coppola’nın filmi her anlamda hesaplaşılması gereken bir uyarlamadır kanımca. Beğenseniz de, beğenmeseniz de.


Argento’nun Dracula’sı bana ilk başlarda Andy Warhol’un Blood For Dracula adlı filmini anıştırdı. Udo Kier ve Joe D’Allessandro gibi isimlerin oynadığı film bir iki aktörü dışta bırakırsanız fena halde amatör hissiyatı veren oyunculuk performansları ve Warhol’un kendi estetik beğenileri doğrultusunda insan bedeninin çıplak teşhirinin yer yer fazlaca öne çıktığı bir filmdi. Açıkçası Argento’nun  da bir an benzeri bir yol izleyeceğini düşündüm ama yanıldığımı çabuk anladım. Üstad, son yıllarda daha önce de gözlemlediğim gibi 70’li, 80’li yıllarda kullandığı sinema diline fena halde takılıp kalmış görünüyor. En yeni teknolojileri kullansa da ( 3D örneğin ) hem bu teknolojilerde yeterince yetkin görünmüyor, hem de bu teknikler sinemasına pek bir şey katmıyor. Rutger Hauer ( Van Helsing ) ve Asia Argento ( ki babasına ayıp olmasın diye oynadığı hissi geçiyor ) gibi oyuncuların varlığına rağmen genel olarak oyunculuk performasnları yapay bir tet bırakıyor izleyicide ve işin psikolojik boyutu bu derece zayıf olunca iiş sadece kan revan sahnelere kalıyor ki, Argento bu konuda da kendini tekrar ediyor doğrusu. Köpeğin yediği genç kız imgesinin benzerini de; bir anda ortalığı basan sinek sürüsünü de hatırlıyoruz. Uzun lafın kısası mizahın da hemen hemen hiç yer almadığı Dracula ne yazık ki bir iki sahne dışında sınıfta kalıyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder