Dikkat!! Bu yazı daha önce ntvmsnbc'de yayınlanmıştır.
Daha Cannes’a gelmeden önce bir yerlerde Kiarostami’nin son
filmi hakkında birkaç cümlelik bir özet okumuş ve nasıl bir film olduğuna dair
ufak çaplı bir akıl karışıklığı yaşamıştım. Şöyle diyordu kabaca o özette:
“Okul parasını çıkarabilmek için Tokyo’da fuhuş yapan bir genç kızın hikayesi.”
Tamamı Japonca olan ve Japonya’da geçen bir Kiarostami filmi zaten yeterince şaşırtıcıyken,
konusuna dair de böyle bir cümle okuyunca iyiden iyiye merak ediyor insan.
Japon kültüründe ( en azından uzaktan görebildiğimiz kadarıyla ) cinselliğe
dair bize sıradışı gelebilen o kadar çok şey var ki, fuhuş yapan genç öğrenci
imgesi belirli bir beklenti yaratıyor insanda. Ama bir kere daha anladık ki,
film özetlerine güvenmek son derece yanlış. Hatta bu özetleri okumak bile
başlıbaşına bir hata.
Yaklaşık 2 saat süren topu topu 5 – 6 uzun sahnenin er
aldığı film öncelikle hiçbir şekilde fuhuşla doğrudan alakalı değil. Kiarostami
sadece kendi Tokyo imgesinden hareketle 24 saatlik ( hatta o kadar bile değil )
bir zaman diliminde geçen bir film çekmiş ve bunu yaparken de aslında kendi
sinemasından hiç de uzaklaşmayan bir yol izlemiş. Uzun diyaloglar; birbirini
tanımayan, ya da yeni tanıyan bireyler arasındaki ilişkiler ( ve bu ilişkilerin
filmin olası tüm açılımlarını hazırlayan dinamikleri ) ve tüm filme alttan alta
yayılan tedirgin edici bir gerilim Like Someone In Love’ın öne çıkan yanları ve
bunlar İranlı sinemacının filmlerinde daha önce de gözlemlediğimiz unsurlar.
Kiarostami’nin özellikle birkaç sahnede ustalığını ciddi biçimde konuşturduğu
filmde elbette kimi sorunlar yok değil. Senaryoda bazı soru(n)lar ya da kimi
sahnelerin bazı anlarındaki kesintiler insanın aklını kurcalıyor ama filmden
bir süre sonra bu akıl kurcalanmalarının hızla zihin açıcı tartışmalara yol
açtığını fark ediyorsunuz ki, bu az bulunur bir nimet değil şu zamanda.
Büyük ölçüde 3 karakterin ( genç kız, sevgilisi ve kızın
müşterisi olan yaşlı profesör ) kısa bir zaman dilimi
süresince kesişen yolları ekseninde akan film başrol oyuncularının dengeli
performanslarına çok şey borçlu. Oyuncuların birbirini ezmediği ( ki yaşlı
profesör rolündeki Tadashi Okuno’nun rolü buna çok müsait ) film özellikle bazı
anlarda yan karakterlerin berklenmedik katkılarıyla bir hayli kahkaha da
topluyor. Öte yandan filmde Tokyo’ya dair klişeleşmiş herhangi bir imge görmek
pek olası değil. Tokyo’da geçen ve batılı sinemacıların çektiği kimi filmler bu
klişeleri doğru ya da yanlış bir şekilde gözümüze sokarken bir ortadoğulu olan
Kiarostami’nin bu kolaycılığa düşmemiş olması en azından takdir edilesi bir
durum. Ama şunu da söylemek gerek: film Kiarostami ölçeğinde bir yönetmen için
“başyapıt” nitelemesini hak edecek seviyede değil ve majör bir ödül alacağını
da sanmam.
Bu arada şu ilk birkaç sonunda Michael Haneke’nin Amour adlı
filminin Croisette ve çevresinde ciddi bir yankı uyandırdığını söylemeliyim. Ne
yazık ki henüz filmi izleme fırsatı bulamadım, ama aşağıdaki kareden de
anlayacağınız gibi kendisiyle bir fotoğraf çektirmeyi başardım. Tek mesele gala
öncesi acele adımlarla Festival sarayı’na doğru yürüyen ve önüne kesmemize az
da olsa bozulan Haneke ile olan bu fotoğrafı ben çektim ve kolumun kısalığının
azizliğine uğradım. Yoksa o kadar da cüce değilimdir.
Hiç haberim yoktu, şaşırdım. İzlemeye çalışayım bakalım en yakın zamanda.
YanıtlaSil