“Dekorlara oturmayın abla, dekorlara oturmayın”. Yeni
Camii’nin önüne kurulmuş James Bond setinden ağır adımlarla çıkarken kulağıma
çalınan bu cümle ne çok şey anlatıyor aslında. Bir düşünün etrafınızda 300’den
fazla figüran ( ya da yeni ve moda deyimle “yardımcı oyuncu” ), neredeyse bir o
kadar görevli ve muhtemelen bir o kadar ( hatta çok daha fazla ) güvercin var.
Gerçi silahların gürültüyle yankılandığı her çekim sonrası güvercinlerin
sayısında gözle görülür bir azalma oluyor ama figürasyonun böyle bir şansı da
yok ne yazık ki. Gösterildiği yerde duracak gün boyu, mecbur. E hal böyle
olunca da, yoruluyor elbette “abla” ve çöküveriyor bir “dekorun” üzerine.
Sete geri döneceğim, ama önce bir gün öncesine dönüp Çırağan
Sarayı’ndaki basın toplantısını anlatayım istiyorum. Aslına bakarsanız James
Bond ile kovalamacamız günler öncesinden başladı. Yaklaşık 2 hafta önce gelen
bir davetle 29 Nisan’daki basın toplantısı için adımızı yazdırdık: ben ve
kameraman arkadaşım Ahmet Uçar. Sonrasındaysa pazarlıklar başladı. İşin bu
kısmı çok önemli, çünkü kimse haberi atlamak istemiyor ve herkes atlatma haber
yapmak istiyor. Warner Bros’tan Duygu Kutlu sağolsun elinden gelen herşeyi
yapmak suretiyle bize Bond kızlarından biriyle özel bir röportaj ayarlamaya çalışacağını
ama söz veremeyeceğini söylediğinde bile hala “acaba Daniel Craig ya da Sam Mendes
ile de bir şeyler yapabilir miyiz?” sorusu var aklımızda. Arada sosyal medyada
dolaşan “Daniel Craig ile tanışacağım” tarzı twitler ortalığı iyice karıştırıyor
ve telefon trafiği bir anda yoğunlaşıyor. Yuvarlak Masa tabir edilen ve
çoğunlukla yazılı basına ayrılan toplu röportajlar yapılacağını öğrenip yeniden
bastırıyoruz: “Tamam biz NTV’yiz ama bir de ntvmsnbc var, o da yazılı basın
sayılır değil mi ama?” diyoruz fakat bir işe yaramıyor.
Uzatmayayım, gün gelip çatıyor ve Çırağan Sarayı’nın yolunu
tutuyoruz. Saraya girerken bahçeden havalanan bir helikopteri görüp hemen havaya
giriyoruz: “Bond bununla mı geldi yoksa?”. Oysa ekibin büyük çoğunluğu bu otelde
kalıyor zaten. Tabii ki Daniel Craig kendi adıyla kalmıyor ama takma adının ne
olduğunu da biz öğrenemiyoruz. Bir ara resepsiyondaki görevlinin eline bir
100’lük sıkıştırıp bu bilgiye ulaşmayı geçiriyorum aklımdan ama iki sebepten
dolayı hemen vazgeçiyorum: 1. Burada böyle şeyler sökmez ve 2. Cebimde öyle bir
para yok. Otomobilden inip elimizde kamera ve tripodla Çırağan Sarayı’nın içine
girince görüyoruz ki gerçekten de dünyanın, daha doğrusu büyük bir çoğunlukla
kuzey yarıkürenin her yerinden gazeteciler akın etmiş İstanbul’a. Japonu da
var, Amerikalısı da. Belçikalısı da var, Holladalısı da. Ve tabii biz Türkler
de. En kalabalık grup biziz muhtemelen ama o kadar çok yabancı gazeteci,
muhabir, fotoğrafçı, kameraman var ki bir anda azınlık konumuna düşüyoruz. Yine
de enseyi karartmıyor ve şevkle işe koyuluyoruz. İlk iş toplantı salonuna girip
tripodumuzu yerleştiriyor Ahmet. Bense ikinci sıranın tam ortasına, sıra başına
paltomu ( evet hala ince de olsa palto giyiyorum, hava soğuk bence ) bırakıp
keşfe çıkıyorum.
Ana salonda Duygu’yu buluyorum ve Naomie Harris ile terasta
bir röportaj yapabileceğimizi öğreniyorum. Buna da şükür. Yorgunluğuna rağmen
morali yüksek Duygu’nun, ama bakışlarından anlıyorum ki canını da bir hayli
sıkmışlar bu basın işleriyle. Yapımcıların yabancı basına daha fazla önem
vermesi onun üzerinde çift taraflı bir baskı yaratmış anlaşılan ve bir hayli
stres yasamış. Elindeki doyadan programı açıklıyor: önce fotoğraf çekimi var (
ki ona biz giremiyoruz fakat ntvmsnbc.com’dan Ömer girebiliyor, yani
fotoğrafların çoğu ona ait ), ardından basın toplantısı ve hemen akabinde round
table ( yuvarlak masa ) oturumları. En sonunda da biz terasta Naomie ile
konuşacağız. İşimiz uzun, en azından bekleme kısmı.
Yavaş yavaş herkes basın toplantısını yapılacağı Enderun
salonuna giriyor ve bekleyiş devam ediyor. Bir kaç kişi ( ben dahil ) oturmak
yerine ayakta bekleyerek bir yandan da sık sık fotoğraf çekiminin yapılacağı
bölümü gören pencerelere gidip dışarıyı dikizlemeyi tercih ediyor. Ben hatta
üzerinde “No Enrty” ( Girilmez ) yazan bir kapıyı omuzumla hafifçe aralayarak dikizleme
işini daha de ileri götürüyor ve o daracık aralıktan Sam Mendes’i görüyorum.
Sakız çiğnediğini teşhis ediyorum ve üzerinde hırka benzeri bir giysi görüp
“bizim basın ne der acaba?” diye içimden geçiriyorum. Dikizleme işini de fazla
uzatmıyorum zira Daniel Craig, Sam Mendes, Bond kızları ve yapımcılar daha
fazla bekletmeyip fotoğrafçıların karşısına çıkıyorlar ve çeşitli
kombinasyonlarda ( önce toplu, sonra sadece oyuncular, sadece Bond kızları gibi
) pozlar verip içeri geçiyorlar.
Artık heyecan dorukta. Yerimizi aldık bekliyoruz. Ben tam
ortada olduğum için Sam Mendes ve Daniel Craig tam karşıma oturacaklar. İçim
rahat yani. Aklımdan hangi soruları sorayım gibi düşünceler geçiyor, tabii bana
söz kalırsa. Bu sırada “No Entry” yazan kapı açılıyor ve içeri uzun boylu,
takım elbiseli, gözlüklü bir İngiliz giriyor. Basın toplantısı için
yerleştirilen uzun masanın bir ucuna geçiyor ve kısa açıklamalarda bulunuyor (
Fotoğraf çekmek yok, herkese sadece bir soru hakkı var gibi ). Masanın öbür
ucuna da sinema yazarı Melis Behlil geçiyor ve aynı açıklamaları Türkçe
yapıyor. Bir detay önemli ( önemini sonra anlıyoruz ), toplantı sadece
İngilizce yapılacak. Türkçe soru sorulabilecek ( çeviri yapılacak ) ama Türkçe
yanıt alınamayacak. Anlaştık mı, anlaştık.
Ve sahneye giriş sıralarıyla isimleri anons ediyor İngiliz
dostumuz: Ola Rapace, Berenice Marlohe, Naomie Harris, Sam Mendes, Daniel
Craig, Barbara Broccoli ve Michael G. Wilson. Salondan yükselen alkışlarla ekip
yerini alıyor ve Sam Mendes’in kısa giriş konuşmasının ardından Belçikalı bir
gazetecenin sorusuyla başlıyor basın toplantısı. “Seriye ve karaktere ne gibi
bir yenilik getireceği” sorusunu Mendes “Elbette hem Bond’a ait hem de benim
kişisel dünyama yakın bir film yapacağıma inanmasam bu işe kalkışmazdım.
Sevdiğimiz bir hikaye çekiyoruz ve filmde görecekleriniz... Aslına bakarsanız
henüz kimsenin izlemediği bir film hakkında konuşmak pek alışıldık bir durum
değil. Benim için de yeni bir şey bu. Film yok henüz ortada ve ben de açıkçası
bu aşamada filme dair kimi sözler vermemek gerektiğini de öğrenmiş durumdayım.
Sonra eleştirmenler ‘ama sen şunu şunu demiştin’ diye çullanırlar üzerinize.
Film şu sıralar oluşma aşamasında. Bir kaç ay sonra daha iyi anlayacağız
herşeyi. Zira her zaman hayal ettiğiniz filmle çektiğiniz film arasında farklar
oluyor.” sözleriyle yanıtlıyor.
Hollandalı bir gazetecinin Berenice Marlohe’ye yönelttiği
“İyi bir niyetle soruyorum bunu, Bond kızı lanetinden çekiniyor musunuz?”
sorusu Daniel Craig’in hızlı tepkisini alıyor: “İyi niyetle nasıl sorulur ki bu
soru?”. Kahkahalar, kahkahalar. Ama zaten Marlohe’nin de böyle bir korkusu
yokmuş anlaşılan. “Bond kızı olmayı hayal etmiyordum belki ama bir Bond
filminde yer almayı istiyordum hep” diyor. Tabii aynı Hollandalı gazeteci eski
Bond kızlarından Famke Janssen hakkında ne düşündüğünü de soruyor. Çok
beğeniyormuş neyse ki, mesele çıkmıyor.
Sözü alan herkes önce İstanbul’a ve Türkiye’ye bir övgü
düzüyor elbette ama bunları uzun uzun yazmaya niyetim yok. Bilinsin diye kayda
geçiyorum sadece. Toplantının ve tabii ki Bond filmlerinin esas kahramanı
Daniel Craig’e ise ancak 8. Dakikada geliyor ilk soru. Kimonolu bir Japon
gazeteci ( ki daha sonra aynı gazeteciyi smokinle görüp şaşkınlık geçireceğim )
kalkıp fena halde zor anlaşılır bir İngilizceyle Daniel’e rolüne fiziksel
olarak nasıl hazırlandığını soruyor. “Çok basit, her gün spor salonuna
gidiyorum. Ve çok koşuyorum. James Bond filmleri fazlasıyla fiziksel aksiyona
dayalı olduğu için her gün uzun uzun koşuyorum” diyor Craig. Japon gazeteci
hemen ekliyor: “Ben de koşsam sizin gibi olur muyum?” Daniel’in cevabı yine
kahkaha alıyor: “Evet, kesinlikle”. Kimonolu Japon gazetecinin haline bakıp da
mı gülüyorlar, bilemem.
Yaklaşık 30 dakika süren basın toplantısında American
Beauty’de Lester’in bir an önce eve dönüp televizyonda Bond filmi seyretmek
istediği sahneden tutun da, Mendes’in Boğaz’da bir takip sahnesi çekip
çekmeyeceğine kadar ( ki söylemek istemiyor bunu Mendes ) çeşitli sorular
geliyor. Ben de Mendes’e daha önceki filmlerinde yer alan sorunlu erkek
karakterleri hatırlatıp ( Lester’dan Jarhead’deki askerlere kadar çok var bu
karakterlerden bence ) James Bond gibi erkeklik sembolü bir karakteri de
sorunlu addedip etmediğini soruyorum. O da aslında Bond’un ne kadar kompleks
bir karakter olduğunu ama zaten tüm bunların Ian Fleming’in romanlarından
geldiğini anlatıyor. Bir başka soru üzerineyse her zaman bir gerilim filmi
çekmek istediğini ve Bond filmlerinin de aksiyondan çok gerilime yakın olduğunu
söylüyor Mendes.
Daniel Craig’e gelen sorular ise biraz daha kolay oluyor
sanki. Bond’un uzun soluklu aşk ilişkilerine veda edip etmediği sorusuna “Aşka
inancınızı yitirmeyin” diyerek yanıt veriyor ve Skyfall’un çok komik bir film
olacağını söylüyor. Bond kızlarını beğendiniz mi sorusunaysa “İkisi de çok
ciddi oyuncular ve çok iyiler. Filme damgalarını vuruyorlar” yanıtını veriyor.
Tabii bu soru madalyonun öbür tarafının da merak edilmesini sağlıyor ve aynı
soru Bond kızlarına da soruluyor: Daniel ile çalışmak nasıl bir şey? Marlohe
“Onunla çalışmak harika çünkü Daniel muhteşem bir yetenek. Müthiş bir mizah
duygusu var ve harika bir kişiliğe sahip” deyince Naomie Harris’e söyleyecek
fazla bir şey kalmıyor. “Buna daha ne ekleyebilirim ki” diyerek herkesi
güldürüyor Harris. Son noktayı yine Marlohe koyuyor: “We love you Daniel”.
Toplantı sırasında bir yandan da şunlar geçiyor aklımdan: 2012
Bond filmlerinin 50. yılı ve seride ilk kez Oscarlı bir yönetmen görüyoruz.
Mendes’in neden bu işe kalkıştığını soruyorum kendime ve onun verdiği cevabı
fazla inandırıcı bulmadığım için işin içinde paraya dair bazı sebeplerin
olabileceğini düşünüyorum. Öte yandan filmin kadrosuna bakınca ( Javier Bardem,
Judi Dench, Ralph Fiennes, Ben Whishaw, vs. ) Skyfall’un gerçekten de
potansiyel olarak en gösterişli Bond filmi olabileceği fikri aklıma yatmaya
başlıyor. Sonra kabaca bir tarama yapıyorum aklımdan ve bu filmin Türkiye
topraklarında çekilen en büyük prodüksiyon olduğuna kanaat getiriyorum. Tam bu
sıralarda ilk kez Türkçe bir soru geliyor. “Daniel Craig fırsatı olsa james
Bond gibi ajan olur muydu acaba?”. Daniel yine uzatmadan yanıtlıyor: “Hayır,
istemezdim, benim işim onunkinden daha iyi.” Hemen ardından bir Türkçe soru
daha geliyor: “Hani dublör kullanmayı sevmiyordunuz? Burada kullandınız
gördüğümüz kadarıyla..” Bu soruya yine gülümseyerek yanıt veriyor Craig:
“Aslında dublör kullanmayı sevmiyorum ama yapımcılar izin vermiyor”. Bu noktada
Michale G. Wilson söze giriyor ve sigorta şartlarının böylesi bir durumu
imkansız kıldığını anlatıyor. Son gelen soruysa yine Türkçe bir soru oluyor.
Tam da arkamda oturan bir gazeteci
sözlerine İngilizce bildiğini söylerek başlıyor ve “Türkiye’de neden
İngilizce bir basın toplantısı düzenlendiğini” sorarak bu durumu eleştirdiğini
belirtiyor. Bu soruya Daniel Craig, Sam Mendes ve masadaki her iki yapımcı
yanıt vererek neden mümkün olamadığını anlatmaya çalışıyorlar ama son sorunun
da bu olması kafaları biraz bulandırıyor tabii.
Basın toplantısının ardından bir kısım gazeteci round table
oturumları için farklı bir salona geçerken ( ki ben de önce girmeye teşebbüs
ediyor ama sonra vazgeçiyorum ) bir kısım gazeteci de terasta dedikodu yapmaya
koyuluyor. Bir süre sonra herkes yavaş yavaş ayrılıyor ve Türklerden sadece ben
ve Ahmet kalıyoruz. Bir saati aşkın bir süre bekledikten sonra Naomie Harris
yanımıza geliyor ve onun kısa ama güzel bir röportaj yapıyoruz. Bu röportajı
aşağıda izleybilirsiniz. Ama tabii ki kendisinden bir imza alıp, bir fotoğraf
çektiriyorum, ki onları göremeyeceksiniz.
Her şey bitip de yola koyulduğumuzda yorgun olduğumuzu
anlıyoruz. Ama ben asıl yorgunluğu ertesi gün yaşayacağımdan habersiz
vaziyetteyim. Pazartesi günü tek başıma ( kamera almıyorlar zira ) Bond setine
gideceğim ve orada neler olacağına dair hiç bir fikrim yok. En masum halimle
“My Name is Bond..” diye ezberimi çalışmaya koyulmuşken içim geçiyor ve uyuya
kalıyorum. Rüyamda tam da “We love you Emrah” diyen Berenice silahını yüzüme
doğrulttuğu anda sıçrayarak uyanıyorum. Şirkete gelmişiz bile.
:) çok keyifli bir yazi olmus. çok da eglenmise benziyorsunuz :)
YanıtlaSil