31.05.2010

Hayatının dönüm noktalarıyla Dennis Hopper



Cumartesi günü hayata veda eden Dennis Hopper kariyerinin ilk dönüm noktasını James Dean 'in başrolünü üstlendiği unutulmaz A Rebel Without A Cause ile yaşadı. 50'li yılların savaş sonrası gençliğinin hayata tutunma çabalarını anlatan ve belirsiz bir geleceğin arefesinde kaybolan gençliğin isyankar öfkesini yansıtan filmde küçük mü küçük bir rolü vardır Hopper'ın. Nicholas Ray'in yönettiği filmin isyan ruhunu tüm hayatına taşıyacak olan Dennis Hopper henüz 20 yaşında bile değildir Rebel Without A Cause'da oynadığında. İşin ilginç yanı bir yıl sonra da yine James Dean'in başrollerinden birini üstlendiği Giant adlı filmde de oynayacaktır Hopper.



1959 yılında New York'a taşınan ve Lee Strasberg yönetimindeki Actor's Studio'ya katılan Dennis Hopper 1965 yılına kadar işsiz kalır. Son derece küstah tavırları yüzünden Hollywood'da erken yaşta kötü bir şöhret edinmesidir bunun sebebi de. Neyse ki, kayınvalidesi oyuncu Margaret Sullavan'ın yakın arkadaşı John Wayne onu kendi oynadığı iki filme sokar ( The Sons Of Katie Elder ve True Grit ) ve Hopper yeniden filmlerde çalışmaya başlar. Ama kariyerinin asıl büyük dönüm noktası 1969 yılında, Peter Fonda ile birlikte çektiği Easy Rider ile gelecektir. Harley motorlarına atlayıp Amerika'yı bir uçtan diğerine geçen iki gencin hikayesinin anlatıldığı film dönemin ruhu üzerinde o kadar tesirli olur ki tüm bir sinema anlayışını değiştirir. Jack Nicholson'ın da kariyerinin dönüm noktalarından biri olan film batma tehlikesiyle yüzyüze olan büyük stüdyoların kontrolü genç yönetmenlere devretmesine yol açacak ve bu sayede Hollywood'da yeni bir altın çağ yaşanacaktır. Yani Easy Rider sadece Dennis Hopper için değil aslında tüm Amerikan sineması için bir dönüm noktasıdır.



Hemen iki yıl sonra The Last Movie gelir. Easy Rider'ın ardından çekeceği film ilk filmin izleyicide ve eleştirmenlerde yarattığı beklenti alabildiğine büyüktür ve ne yazık ki The Last Movie bu beklentiyi karşılamaktan çok uzaktır. Easy Rider sonrası bir anda açılan tüm kapılar aynı hızla kapanacaktır Hopper'ın yüzüne. Uzun süre yeni bir film çekemez ve oyunculukla yetinmek zorunda kalır. Bu dönemde Wim Wenders'in The American Friend ve Francis Ford Coppola'nın The Apocalypse Now gibi filmlerinde dikkat çekici roller üstlenir.



1980'de, neredeyse 9 yıl sonra nihayet bir kez daha kamera arkasına geçer ve hiç de fena tepkiler almadığı Out Of The Blue'yu çeker. Ne var ki uyuşturucu alışkanlığı had safhaya ulaşmıştır ve intihar girişimi de dahil olmak üzere başından birçok kötü şey geçecektir. Tedavi süreci kaçınılmazdır. 80'li yılların ilk yarısını kayıp halde geçiren Hopper 1986 yılında unutulmaz performanslarından birine imza atar. David Lynch'in 80'lerin en iyi filmlerinden biri olduğu konusunda hemen herkesin hemfikir olduğu Blue Velvet adlı filminde canlandırdığı Frank Booth karakteri hiç şüphesiz Hopper'ın hayatındaki önemli dönüm noktalarından biridir.



1988 yılında Colors'ı çeken ve yine övgüler toplayan Hopper 1995 yılında oynadığı Speed ile yeni kuşağın radarına girecek ve oyunculuk kariyerinde yeni bir yükselişe geçecektir. Hemen öncesinde Tony Scott'ın yönettiği ve Quentin Tarantino'nun yazdığı True Romance'de oynayan Hopper bu filmde Christopher Walken ile karşılıklı oynadığı bir sahnede ( "Yazdığım en iyi sahne" demiştir hatta Tarantino ) oyunculuğunun belki de en güçlü performanslarından birini sergilemiştir. Speed'deki rolü belki o kadar dişi bir rol değildir ama Hopper sıradan bir kötü adam kompozisyonunu neredeyse başrole taşımayı becermiş ve filmin kitlesel başarısı da onu bir anda aranan bir aktör haline getirmiştir. Bu da belki Dennis Hopper'ın hayatındaki son dönüm noktasıdır, zira sonrasında istikrarlı bir şekilde çalışmaya devam etmiş ama yönetmen olarak yeni bir filme imza atmamıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder