10.05.2010

Haftasonundan kalanlar



İki iddialı film vardı bu haftasonu mönüde. İkisini de Fazi'yle birlikte izledik ve sanırım ikimizn de düşünceleri üç aşağı beş yıkarı yakındı filmler hakkında. İlki Nowhere Boy'du. John Lennon'ın pek bilinmeyen gençlik yıllarını anlatan film hiç fena değildi doğrusu. Lennon'ı oynayan Aaron Johnson'ın biraz fazla yakışıklı oluşu dışında oyuncu seçimleri iyiydi. Yine de Lennon gibi kült bir şahsiyeti oynamak her anlamda zor ve Johnson da bir nktaya kadar iyi olmasına iyiydi ama akıllara kazınmış Lennon imajını tam anlamıyla karşıladığını söyleyemem doğrusu. Her zaman Lennon'ın sarkastik yaklaşımında sağlam bir de ironi barındırdığını düşünürüm ama burada sanki o ironi biraz silik kalmıştı. Öte yandan çok küçük yaştan itibaren annesiz büyüyen ve teyzasi tarafından yetiştirilen John Lennon'ın gençlik yıllarının hikayesi son derece hüzünlü ve filmde bu gayet başarılı bir şekilde aktarılmış. The Beatles'ın kuruluş hikayesinin de paralel olarak gittiği film "büyük yaratıcıların trajik hikayeleri olur" klişesini doğruluyor ama bunu becerikli bir biçimde yaptığı için klişeler özgü o tatsız hissiyatı bırakmıyor.


Gelelim haftasonu izlediğim(iz) diğer filme. Colin Firth'e Oscar adaylığı, Tom Ford'a ise büyük övgüler getiren A Single Man. Doğrusu büyük beklentilerle izlediğim bu film o kadar da büyük bir etki bırakmadı bende. Evet Firth çok iyi oynuyor ve evet filmin kendine has bir görselliği var ama sanki birşeyler eksik. Ne olduğunu tam olarak kestiremiyorum ama samimeyetten yoksunmuş gibi geldi galiba, o yüzden tam içine giremedim. Isherwood'un romanını da okumadığım için uyarlamanın ne kadar isabetli olup olmadığını da bilemiyorum doğrusu. Yani biraz da bende eksiklik var herhalde, kusura bakmayın. Bir de Fazi'nin işaret ettiği gibi, bazı sahneler fazla cilalıydı sanki, fazla moda-kozmetik reklamı gibi. Uzun zamandır ilk kez bu kadar kararsızım anlayacağınız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder