46. Antalya Uluslararası Film Festivali'nin yönetmeliğindeki bir madde aklıma Altın Koza öncesi yaşanan bir tartışmayı getirdi. Yönetmeliğin ilgili maddesinde şöyle diyor: Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması'na "Kurmaca" ve "Uzun Metrajlı" filmler katılabilir. Bu iki ölçütten herhangi birine uymayan filmler yarışmaya kabul edilmez. Bildiğiniz gibi hem İstanbul hem de Adana festivalinde Aslı Özge'nin "Köprüdekiler" filmi büyük ödülü kazanmış ve filmle ilgili "belgesel mi, değil mi" tartışmaları yapılmıştı. Bu durum ilginç gerçekten. Her şeyden önce büyük festivallerde bu ayrımın kalktığını teşhis etmekte yarar var. Cannes'da Michael Moore'un Fahrenheit 9/11 adlı belgeseli Altın Palmiye almıştı hatırlarsanız. Bunu çok yaygın bir eğilim olduğunu iddia etmiyorum ama sinema sanatının bu ayrımı artık çok da fazla gözetmediğini söylemeye çalışıyorum. Üstelik belgesel - kurmaca arasındaki o ince çizgide gezmeyi seven birçok sinemacı var dünyada. Werner Herzog'un "Tüm belgesellerim kurmaca, tüm kurmacalarım da belgeseldir" dediğini unutmayalım. Hal böyle olunca, örneğim "İki Dil Bir Bavul" gibi bir filmi Antalya nerede değerlendirecek? Adana'da olduğu gibi uzun metraj bölümüne mi alacaklar, yoksa belgesel bölümüne mi? Belgesel - kurmaca ayrımını nasıl yaptığımız önemli galiba. Belgeselin değişmez etik kuralları olmalı mı örneğin? Ya da belgesel tanımını artık yeniden ele alıp yeni bir tür mü türetmeliyiz? Rockumentary, mockumentary gibi yeni bir isme mi ihtiyaç var. Fictiomentary ya da docu-fiction mı demeliyiz örneğin. İlki kurmacaya, ikincisi belgesele yakın kabul edilebilir. Man On Wire için fictiomentary; Sicko için docu-fiction diyebiliriz bence.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder