17.12.2010

Blake Edwards: 1922 - 2010


Onu Peter Sellers'dan ayrı düşünemiyoruz nedense. Oysa Blake Edwards 1950'li yıllarda başladığı sinema kariyerinde Peter Sellers'lı filmlerine gelene kadar birçok önemli yapıma imza atmıştı. Bunların en ünlüsü hiç şüphesiz başrolünün Audrey Hepburn'ün oynadığı ve bugün artık Hollywood klasikleri arasında sayılan Berakfast At Tiffany's idi. Truman Capote'nin aynı adlı novellasından uyarlanan film aynı zamanda Audrey Hepburn'ü de bir stil ikonu haline getirmişti. Hem de ne ikon. Bugün hala stil denince akla gelen en belirgin üç beş imgeden biridir Holly Golightly.

Erken dönem Blake Edwards filmleri içinde ( ki bu dönem de çoğunlukla komedi ve müzikal komedilerle doludur ) en ilginçlerinden biri de Mister Cory'dir. 1957 yapımı filmin başrolünde Tony Curtis vardır ve Hollywood'dan pek takdir görmese de Jean Luc Godard gibi dev bir ismin övgülerini kazanmıştır.

Blake Edwards'ın komedi olmayan ender filmlerinden biri de yine bu döneme aittir. Jack Lemmon ve Lee Remick'in başrollerini oynadığı Days of Wine and Roses her ikisi de alkolik olan bir karı kocanın bağımlılığa karşı verdikleri çaresiz mücadeleyi anlatır. Çocukluğumda TRT'de izlediğim bu film o zamanlar beni çok etkilemişti hatırlıyorum. Bugün hala bazı fotoğraflar gözümün önündedir doğrusu. Başroldeki Remick ve Lemmon'a oyuncu dallarında Oscar adaylığı getiren film toplamda 5 Oscar'a aday gösterilmiş ve En İyi Şarkı ( Mancini & Mercer ) dalında zafere ulaşmıştır. Aslına bakarsanız Edwards'ın drama türünde de ne kadar başarılı olduğunu gösteren bu film aklıma hep neden acaba komedinin dışına daha fazla çıkmadı sorusunu getirmiştir hep.


Ve 1960'lı yıllarda Peter Sellers gelir. Birlikte ilk filmleri 1963 tarihli Pembe Panter'dir. Bugün kime sorsanız en sevdiği komedi filmlerinin arasında en az bir tane Pembe Panter filmi sayar. Bunda Edwards ve Sellers ikilisinini müthiş uyumunun büyük payı var elbette. İkilinin ilişkilerine dair bazı ipuçlarını başrolünü Geoffrey Rush'ın oynadığı TV filmi The Life and Death of Peter Sellers'da bulmak mümkün. İzlemediyseniz kaçırmayın derim.


Öte yandan, ikilinin bence en başarılı filmi 1968 tarihli The Party'dir. Burada hem sinema sektörüne muhteşem bir hiciv vardır hem de sınıfsal manzalanın ustalıkla çizildiği birinci sınıf bir toplumsal eleştiri. Ya da bütün bunları ben bir tarafımdan uyduruyorum. Sadece Sellers'ın bir türlü ölmek bilmediği giriş sekansı bile kahkahadan ölmenize yeter kanımca ve önemli olan da bu.

Edwards'ın 1980'lerde Victor Victoria ve Micki + Maude gibi akıllarda yer eden bazı filmleri dışında kariyerinin inişe geçtiğini söylemek çok da yanlış olmaz herhalde. Değişen ve gitgide kabalaşan mizah anlayışı ( bkz Airport, Top Secret ve giderek Dumb & Dumber vs ) Edwards'ın tarzını eskisi kadar kavrayamayan yeni bir izleyici kuşağının da doğmasına yol açmış ve usta sinemacı eski popülaritesini kaybetmiştir. Bruce Willis ile çektiği Blind Dtae kimilerince beğenilse de aslında Edwards sinemasının dibe çöktüğü filmlerden biridir. Zaten son filmini de 1993 yılında Roberto Benigni ile ( The Son of the Pink Panther ) çekecek ve ölmüne kadar geçen 17 yıl boyunca ortalıkta görünmeyecektir. 2004 yılında kendisine verilen Onursal Akademi Ödülü kazandığı ilk ve son Oscar'dır ve ne ilginçtir, teşekkür konuşmasında Peter Sellers'ın adını hiç anmamıştır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder