Tom Hardy - Locke
İngiliz oyuncu Tom Hardy'nin daha önce de son derece sağlam performanslarını izledik. Özellikle baştan sona tek başına götürdüğü "Bronson" oyuncuya kariyerinin ilk yıllarında büyük bir ivme kazandırmıştı. Ardından "Tinker, Tailor, Soldier, Spy" ( Köstebek ) ve "Warrior" gibi filmlerdeki üst düzey performanslarıyla adından söz ettirdi. "Inception" ( Başlangıç ) ve "Dark Knight Rises" ( Kara Şövalye Yükseliyor ) gibi filmlerde de görece iyi iş çıkardı ama açıkçası filmler biraz hayalkırıklığı olduğu için Hardy'nin oyunculuğu çok da öne çıkmadı kanımca. 2013 tarihli "Locke" ise Tom Hardy'nin kariyerindeki en iyi iş olabilir. Ivan Locke adlı bir beton mühendisini canlandırdığı filmde 85 dakika boyunca bir arabada çeşitli insanlarla telefonda konuşurken izlediğimiz 37 yaşındaki aktör hiç şüphesiz geçtiğimiz yılın en iyi oyuncu performanslarından birine imza atıyor. Son derece kısıtlı bir ortamda ( hiç durmadan otomobil kullanan Hardy sağa sola bakmak dışında fazla bir hareket alanı bulamıyor tahmin edersiniz ki ), alabildiğine nüanslara dayalı bir performans sergileyen ve filmdeki gerilimi sürekli ayakta tutmayı başabilen Hardy bu yıl ne kadar ödül alsa yeridir doğrusu.
Jake Gyllenhaal - Nightcrawler
Senarist Dan Gilroy'un ilk yönetmenlik denemesi olan Nightcrawler'da ( Gece Vurgunu ) hırslı ve ahlak düşkünü sosyopat haber kameramanı Louis Bloom'u canlandıran Jake Gyllenhaal nihayet bu yıl uzun zamandır hak ettiği düşünülen Oscar ödülüne uzanabilir. Elbette Eddie Redmayne ve Benedict Cumberbatch ( ve umarım Tom Hardy ) gibi dişli rakipleri olacak ama yine de Gyllenhaal sanki hepsinden daha fazla ses getirdi. Koca gözlerini neredeyse hiç kırpmadan ve öfkeden neşeye ani geçişleriyle oynadığı karakterin iç dünyasındaki dalgalanmaları güçlü bir şekilde yansıtan oyuncu yine geçtiğimiz yıl hem "Enemy" ( Düşman ), hem de "Prisoners" ( Tutsak ) ile adından çok söz ettirmişti. Her ikisi de Denis Villeneuve'ün imzasını taşıyan filmlerden özellikle ilkinde iki karakteri birden canlandırarak oyunculuğunda ustalık mertebesine ulaştığını kanıtlamıştı. Bugüne dek sadece bir kez Oscar'a aday gösterilen ( hangisi olduğunu söylemeyeceğim, siz hatırlayın ) Gyllenhaal bu yıl heykelciğe çok yakın.
Eddie Redmayne - The Theory of Everything
Stephen Hawking geçenlerde bir açıklama yaptı ve bir James Bond filminde kötü adamı oynamak istediğini söyledi. Hayatını geçirdiği tekelekli iskemlesiyle, metalik bir tınıya sahip olan tuhaf sesinin bu role çok uygun düşeceğini de eklemeyi ihmal etmedi. Aslına bakarsanız duyduğum en iyi fikirlerden biri olduğunu itiraf etmeliyim ve neden Hawking'in yaşayan en zeki insan olduğunu biraz daha iyi anladığımı söylemeliyim. Yapımcılar bu teklifi nasıl karşılarla bilemiyorum ama ünlü bilimadamının hayatını anlatan The Theory of Everything adlı filmde onu canlandıran Eddie Redmayne'in birinci sınıf bir iş çıkardığını kimse reddedemeyecektir herhalde. Redmayne çekimler başlamadan hemen önce kendisine tahsis edilen karavana üç fotoğraf asmış: James Dean, Albert Einstein ( hani şu meşhur dilini çıkardığı fotoğraf ) ve bir de Joker. Doğrusu filmi izlediğinizde bu üç ikonik karakterin bileşiminden yarattığı Hawking yorumunun ne kadar yerinde olduğunu anlıyorsunuz. Yer yer akla My Left Foot ( Sol Ayağım ) filmindeki Daniel Day Lewis'in performası da geliyor ki bunu ne anlama geldiğini biliyorsunuz elbette: Oscar.
J.K. Simmons - Whiplash
Gerçi film 2015'te vizyona girecek ama önümüzdeki Oscar ödüllerinde muhakkak dikkate alınacak bir performans olduğunu düşündüğüm için burada bahsetmek gereği duydum. Whiplash'deki aşırı otoriter ve alabildiğine titiz müzik hocası Fletcher rolünde J.K. Simmons yılın en akılda kalıcı oyunculuk performanslarından birini sergiliyor. Kendisini en çok TV'deki The Closer'da canlandırdığı polis şefi karakteriyle hatırlıyoruz ama bundan sonra sinemada çok daha parlak bir kariyer onu bekliyor sanki. Hele tahmin ettiğim ve umduğum gibi En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscar'ını da alırsa. Psikopatinin sınırlarında gezinen, hırslı, asabi ve net bir şekilde adı konmasa da eşcinsel müzik hocası rolünde yılın en korkutucu tiplemelerinden birini yaratan J.K. Simmons izlemekten bıkmayacağınız bir anti kahraman adeta.
Haluk Bilginer - Kış Uykusu
Haluk Bilginer sadece Türkiye'nin değil dünya sinemasının önde gelen oyuncularından biri bana sorarsanız. Dorudur bazen kendini tekrar ettiği performanslarını izliyoruz ama televizyonda boy gösterip de tekrara düşmeyen oyuncu tanıyor musunuz? Sahnede ve iyi bir senaryo ( ve yönetmenle ) ile beyazperdede altından kalkamayacağı rol yok gerçekten de. Nuri Bilge Ceylan'ın Cannes'da Altın Palmiye alan son filmi Kış Uykusu'nda tüm insani duyguları donmaya yüz tutmuş Aydın rolünde izleyiciyi 3 saati aşkın bir süre boyunca kendine hayran bıraktırmayı başaran oyuncu mesleğinin zirvesinde hiç şüphesiz. Sahici bir yapmacıklıkla oynadığı sahnelerde izleyicinin hem sempatisini hem de nefretle karışık acıma duygusunu kazanan Bilginer oyunculukta nüansların ne anlama geldiğini bilen ender ustalardan.
Demet Akbağ - Kış Uykusu
Kış Uykusu'nda yukarıda kısaca da olsa övgüyle söz ettiğim Haluk Bilginer'den, mümkünse, biraz daha akılda kalıcı bir performans çizen tek oyuncu var idiyse, o da şüphesiz Demet Akbağ'dır. Özellikle birlikte oynadıkları sahneleri büyük bir keyifle, karşılıklı solo atan iki virtüözü izler gibi izlemediniz mi siz de? Böyle filmlerde izledikçe ( ki ne yazık ki nadiren oluyor ) Demet Akbağ'ın büyük paralar kazandığı o sıradan komedilerde harcandığı görüp üzülüyor insan. Ya da bana öyle geliyordur, bilemem.
Marion Cotillard - Deux Jours, Une Nuit ( İki Gün ve Bir Gece )
Oscar'lı oyuncu Marion Cotillard yılın en çarpıcı performanslarından birini sergilediği Deux Jours, Une Nuit ( İki Gün eve Bir Gece ) ile oyunculuğunun yeni bir yüzüyle tanıştırıyor bizi. Son derece minimal bir performans sergileyen ve bunu yaparken izleyicide büyük duygusal fırtınalara sebep olmasa da ciddi anlamda endişe ( ve sempati, ve dayanışma hissiyatı ) uyandırmasını bilen oyuncu canlandırdığı karakterin içine düştüğü bunalımı neredeyse kusursuz bir oyunculukla yansıtmayı biliyor. Oyunculuğunda metot aktörlerinde gördüğümüz "oynamıyor da yaşıyor sanki" etkisini bize hissettiren Cotillard Belçikalı kardeş yönetmenler Dardenne'lerin belgesel bir tarza yakın durdukları son filminde filmin başından sonuna kadrajda kalıyor ve bir an için bile ipleri gevşetmiyor. Tüm o tedirginliğine rağmen yüzleşmesi gereken sorunları ve kişileri tek tek sıraya bindiren Sandra karakteriyle son yılların en akılda kalıcı performanslarından birini sergiliyor Marion Cotillard. İzlemediyseniz çok şey kaçırdınız demektir, benden söylemesi.
Julianne Moore - Maps To The Stars ( Yıdız Haritası )
Cannes'da her nasılsa Marion Cotillard'dan daha fazla oy alarak En İyi Kadın Oyuncu ödülüne uzanan Julianne Moore 2014'ün öne çıkan kadın oyuncularından biri şüphesiz. Bana sorarsanız Cotillard'ın gölgesinde kalmıştı ama bu onun ne kadar özel bir oyuncu olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Daha önce Boogie Nights, The Big Lebowski, Vanya on 42nd Street gibi filmlerde unutulmaz performanslarını izlediğimiz Moore her türlü övgü ve ödülü fazlasıyla hak eden bir oyuncu. David Cronenberg'in Maps To The Stars ( Yıldız Haritası ) adlı filminde histerik, hırslı ve yıldızı sönmeye yüz tutmuş bir oyuncu canlandıran Moore bir hayli zor bir rolün altından ustalıkla kalkarken kendisini alabildiğine çıplak bırakarak ( kelimenin her anlamında ) ne kadar cesur bir oyuncu olduğunu da gösteriyor aslında. Oscar? Neden olmasın?
Bu oyuncuların haricinde geçen yıldan kalan ama üzerinden çokça zaman geçtiği için bu listeye alamadığım La Grande Bellezza ( Muhteşem Güzellik ) filmindeki performansıyla Toni Servillo, Inside Llewyn Davis ile Oscar Isaac ve Carey Mulligan, tabii ki muhteşem Gloria ile Paulina Garcia adlarını muhakkak saymak istediğim oyuncular.
Gelelim yılın en iyi çıkış yapan oyuncusuna
Jack O'Connell - Starred up ve '71
Jack O'Connell'ı ilk kez Skins adlı gençlik dizisinde izlemiş ve tamamı çok iyi olan oyuncu kadrosunda bile ne kadar parladığını fark edip hayran kalmıştım. O'Connell bugün 24 yaşında ve nihayet tüm dünyayı fethetmeye hazır. Geçtiğimiz yıl onu her ikisi de şiddetle yoğrulmuş bir dünyada yaşayan ama birbirinden alabildiğine farklı karakterleri canlandırdığı iki filmde izledik. İlkinde çocukluğundan beri şiddetle içiçe büyümüş ve uzun bir hapis cezasına çarptırılmış deli fişek bir mahkumu canlandırıyordu ve film boyunca izleyiciyi diken üstünde tutmayı beceriyordu. Starred Up'da ( Yüksek Risk ) babasıyla aynı cezaevine kapatılan Eric Love trajik bir karakterdi aslında ve tam da yırtacak galiba dediğiniz anda yeniden batağa saplanıyordu. İrlanda meselesini konu edinen ve 70'li yılların Belfast'ında geçen '71'de ise acemi bir askeri canlandırdı O'Connell. Kendisini göz kırpmadan harcayacak bir grup insanın arasında hayatta kalmaya çalışan Gary rolüyle farklı bir performans çizen O'Connell duygularını kolaylıkla oyunculuğunun hizmetine sokabilen ama kontrolünü yitirmeyen, soğukkanlı bir teknisyen de aynı zamanda. Sırada Angelina Jolie'nin yönettiği Unbroken var ve sezgilerim beni yanıltmıyorsa bu kez dünya çapında bir yıldıza dönüşecek. O potansiyeli var zira. İzleyip göreceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder