1.11.2011

Kritik: Midnight In Paris


Kimi eleştirmelerin Midnight In Paris'in Woody Allen'ın uzun zamandır çektiği en iyi film olduğu yargısına katılmıyorum ama filmi izlerken keyif aldığımı da itiraf etmeliyim. Owen Wilson çok açık ki Woody Allen'ın gençliğini canlandırıyor ve açıkçası bu da bende "acaba daha eskiden yazılmış, ya da hayal edilmiş bir seneryo mu bu?" sorusunu uyandırdı. İşin doğrusu Woody Allen buna benzer fantezileri daha önce de çekmişti. Purple Rose of Cairo ya da Sleeper gibi filmler, hatta bir ölçüde New York Stories'deki Oedipus Wrecks, hep Midnight In Paris'tekine benzer fantezilere yakındır. Allen bu kez 20. yüzyılın en heyecan verici dönemlerinden biri olan 1920'li yıllara dönmüş ve o yılların Paris'inde Picasso'dan Hemingway'e birçok sanatçının biraraya geldiği o büyülü atmosferin ortasına atlayıvermiş. Adrien Brody'nin Salvador Dali kompozisyonu ya da gönüllü zaman yolculuğunda gerçek mutluluğu bulan Gil Pender'in Bunuel'e ileride çekeceği El Angel Exterminator filmi için fikir verdiği sahne gibi akılda kalıcı kimi oyunculuklar ve bölümler var ama nihayetinde çok da derinlik beklenmemesi gereken bir film var karşımızda. Woody Allen her yıl film çekmesinin getirdiği bir handikap yüzünden kendisini sık sık tekrar eden bir sinemacıya dönüştü ne zamandır. Ama 2005 tarihli Match Point gibi bir başyapıtı da çekebiliyor ara sıra ve ilerlemiş yaşına rağmen ondan umut kesmemizi bir şekilde engellemeyi başarıyor. Son yıllarda New York'un dışına da sık sık çıkmaya başladığı gözetilirse kendine has temaları farklı şehirlerde ( Londra, Barcelona ve Paris sırasını savdı; sırada Viyana, İstanbul ve Tokyo var herhalde ) işlediği filmler çekmeye devam edecektir diye düşünüyorum. Yıldız vermek gerekirse ***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder