22.11.2010

Bayram Hasadı 2

Bayramın geri kalan kısmında da elimden geldiği kadar film izlemeye gayret ettim tahmin edersiniz, ama yine de eksik kaldı..

Arjantin'in Oscar alan filmi El Secreto De Sus Ojos bir süredir çok merak ettiğim ve izlemek için fırsat kolladığımı filmlerdendi. Nihayet bayramda izledim ve çok beğendim. İlk kez bir filmini izlediğim Juan Jose Campanella'nın açıları, filme yedirdiği renk dokusu ve mizahı hiç boşlamadan tutturduğu anlatımı çok iyiydi doğrusu. Oyuncular ise biribirinden iyiydi diyeceğim neredeyse. Zor, duygusal anlamda acıtıcı bir film olmasına rağmen hepsi biraz da komediye göz kırpan performanslarıyla  gerçekten çok başarılıydı. Sonuç olarak El Secreto De Sus Ojos bayramın en iyilerinden biriydi.


Orson Welles'in biraz hakkı yenmiş filmlerinden The Stranger yine bayramın unutulmazlarındandı. Hakkı yenmiş diyorum, zira Welles filmografisinde çoğu kez gözardı edilen filmlerden biridir. Filmi izlerken şunu fark ettim ki, Orson Welles hem yönetmen, hem senarist hem de oyuncu kimliklerinin her birini mükemmelen yapabilen az sayıda sinemacıdan biri. Belki de tek. The Stranger'da oyunculuğu hepsini önüne geçiyor ama. Birçokları Marlon Brando'yu modern sinema oyunculuğunun miladı olarak görüyor ama bence Orson Welles asıl milat.


Cem'le beraber izlediğimiz Harry Potter serisinin son filmi de bayram hasadının bir başka zirvesiydi. Filmin güzelliğinden değil elbette, Cem'le film izlemenin hazzından. Onu çok etkiledi haliyle film. Bu anlamda başarılı şüphesiz. Ama benim açımdan çabuk unutulacak bir filmdi maalesef. Yine de şunu söylemem gerek, oyuncu kadrosu inanılmaz. Her küçük rolü çok önemli, çok iyi bir oyuncu oynuyor, ki onları izlemek bile bir zevk aslında.


Terry Gilliam'ın son filmi The Imaginarium of Dr. Parnassus da yine bayramda izlediğim ve sözü edilmeye değer filmlerdendi. Terry Gilliam'ı 1980'li yıllarda ilk kez Brazil ile tanıdım. Brazil en sevdiğim filmlerden biridir bu arada, ınu da araya sıkıştırayım. Ardından izlediğim baron Munchausen'i de çok sevmiştim. 12 Monkeys'i onlar kadar değilse de yine beğendiğim Gilliam filmleri arasına koyarım. The Fisher King'i örneğin, çok sevememişimdir. Geçen aylarda izlediğim Tideland için de çok olumlu düşüncelerim yok doğrusu. Don Kişot meselesini bir türlü atlamadığını ve son zamanlarda çektiği filmlerin belki de bu takıntı yüzünden eski filmlerini arattığı kanaatindeyim. Dr. Parnassus'un da çok ilginç yanları vardı ama yine de eski Gilliam'ı arattı galiba. Ama izlediğime asla pişman olmadım.

1 yorum: