7.04.2011

Günün Festival Filmi

Festivalden bugün size Geri Sayım adlı belgeseli seçtim.



Yönetmenliğini Lucy Walker'ın yaptığı Countdown To Zero ( Geri Sayım ) adlı film dünyayı tehdit eden nükleer tehlikeyi konu alıyor. Tam da Japonya'daki felaketin üzerine çok manidar bir şekilde gelen film daha çok nükleer silahları konu alıyor ama yine de uzak değil bence.

Geri Sayım - 7 Nisan Perşembe - Fitaş 1 - 21.30

Meraklısına ikinci tavsiyem:

Ömrümüzden Bir Sene ( Mike Leigh ) - 7 Nisan Perşembe - Rexx - 21.30

The Governator ya da Arnie'nin Önlenemez Dönüşü


Eski vücut geliştirme şampiyonu, eski Hollywood yıldızı ve eski politikacı Arnold Scwarzenegger şimdi de çizgi kahraman olma yolunda. Kendi personasından hareketle The Governator adında bir süper kahraman yaratan Arnie geçtiğimiz günlerde Cannes'da düzenlenen bir TV Market'te "Önce çizgiroman, ardından TV dizisi ve nihayet bir oyun ve sinema filmi" yapacaklarını söyledi. Çizgi romanın ardında bu alandaki en önemli isim olan efsane Stan lee var. Yani iş ciddi. Aşağıda 2012'de gösterime girecek filmin trailer'ı var. Komik görünüyor ama sırf Arnie üzerine kurulu bu kadar büyük bir proje insanı sıkar mı, bilemedim.


Cannes'ın afişinde gencecik bir Faye Dunaway


2006 yılında Faye Dunaway ile Antalya'da harika bir röportaj yapmıştım. Hillside Su Otel'in alt katındaki özel odalardan birindeydik. İçeride ikimizden başka sadece NTV kameramanı ve ışıkçımız Ali abi vardı. Ali abi yıllarını Yeşilçam'da geçirmiş sonra hasbelkader NTV'ye girmiş son derece tatlı, herkesin sevdiği bir karakterdi. Ama Faye Dunaway odaya girip de bir yandan kendi elleriyle makyajının son rötuşlarını yapmaya başladığında ilk onun, yani Ali abinin işine müdahale etti ve resmen kendi ışığını kendi yaptı. Oturduğu yerden kalktı, benim tercüme yardımıla Ali abiye karşıdan gelen spotu hangi yüksekliğe ayarlaması gerektiğini anlattı ve yerine oturdu. İçimden "galiba zor olacak bu iş" diyordum zira Dunaway biraz gergin görünüyordu. Ama yanılmışım. Röportaj başladığı anda o gergin kadın gitti, son derece kendinden emin, ilerlemiş yaşına rağmen alabildiğine etkileyici ve inanılmaz derecede sakin bir Hollywood yıldızı geldi. Ona ilk sorum da "Arthur Penn ve Warren Beatty adları sizin için ne ifade ediyor" olmuştu. O noktadan aldı ve yaklaşık yarım saat boyunca kariyerinin hemen hemen tüm köşetaşlarını içeren sorularımın hepsine uzun uzun, sıkılmadan ve sıkmadan yanıtlar verdi. Sonunda kendisine Atilla Dorsay'ın festivallerde çektiği fotoğraflarından oluşan muhteşem fotoğraf katalogundaki Faye Dunaway sayfasını da imzalattım ve noktayı koydum. Bütün bunlar işte Cannes'ın bu yılki afişine bakınca geldi aklıma. Tam da Arthur Penn'in öldüğü yılın ertesindeki ilk Cannes festivalinde Dunaway'in Bonnie and Clyde dönemi bir fotoğrafının kullanılması çok da tesadüf olamaz diye düşünüyorum. Gerçi bu fotoğraf Jerry Schatzberg tarafından 1970 yılında çekilmiş ( Bonnie and Clyde 1967 tarihlidir ) ama olsun, ben yine de Penn'e de bir selam seziyorum bu afişte. Öte yandan şunu da hemen araya sokmak isterim, yanılmıyorsam 2008 yılıydı ve ben görevli olarak Cannes'daydım. Açılışta kırmızı halı için akredite olmuştuk ve ben de tam da giriş kapısının yanında bir yere konuşlanmıştım. Öyle ki, içeri giren herkes benim 2 - 3 metre ötemden geçmek zorundaydı. Eva Longoria'dan Aishwarya Ray'a, Dennis Hopper'dan Natalie Portman ve Sean Penn'e kadar kimler geçmedi ki. Ve hepsi de ( jüri hariç ) girmeden önce davetiyelerini gösteriyordu. O kişilerden biri de Faye Dunaway'di. O da içeri girmeden önce bir görevli tarafından durduruldu ve davetiyesi soruldu. Düşünebiliyor musunuz, Faye Dunaway'e davetiye sordular!. Bizde herhangi bir yıldıza ya da yıldız adayına böyle bir şey yapsalar kıyamet kopar herhalde. Ama Cannes'da öyle olmadı, Dunaway telaşla yanındaki genç adam döndü ( kimdi bilemiyorum ) ve davetiyeleri istedi. O da smokininin iç cebinden davetiyeleri çıkardı ve içeri ancak o zaman girebildiler. Anlayın artık Cannes'ın anlam ve ehemmiyetini. Bu arada tüm kameraman ve muhabirlerin dahi ( ben de elbette ) ancak smokinle adım atabildiği kırmızı halıya takım elbisesiyle giren ender kişilerden biri kimdi dersiniz? O yıl en iyi yönetmen ödülünü alan Nuri Bilge Ceylan :)

4.04.2011

Woody Allen bu kez kamera önünde


Yukarıda gördüğünüz fotoğraf Paris'te çekilmiş. İlk filmini çeken Sophie Lellouche'un setinden bir kare. Dikkatli gözler soldaki arabanın kapısında duran kişinin ünlü yönetmen Woody Allen olduğunu anlayacaktır. En son kendi filmi Scoop'ta ( 2006 ) kamera karşısına geçen Allen bu kez Paris Manhattan adlı film için oyunculuk hünerlerini sergiliyor. Filmin adı tam da Woody Allen'a göre doğrusu. Ne de olsa kendisi New York ile, özellikle de Manhattan ile özdeşleşmiş bir şahsiyet. Üstelik Allen filmde kendisini oynuyor, daha ne olsun? Kafayı Woody Allen ile bozmuş genç bir eczacının hikayesini anlatan film bir romantik komedi. Woody Allen dışında Alice Taglioni ve Patrick Bruel de var kadroda. Anlaşılan Woody Allen iyiden iyiye Paris'e ısındı ve hatta taşındı. Tabii onu ne kadar New York'tan uzakta tutabilirsiniz, onu da bilemiyorum.

1.04.2011

Güzel İşler

Güzel İşler'de bugün Tim Doyle'un Tarantino'nun filmleri için tasarladığı afişler var. Bu afişler size daha önce duyurduğum Quentin vs Coens sergisinde görücüye çıkacak. Ama ben Doyle'un koleksiyonunu sergiden önce sizinle paylaşıyorum ki, gidemedim diye üzülmeyin.







Cannes'dan Belmondo'ya saygı duruşu


Cannes Film Festivali bu yıl Fransız sinemasının efsane oyuncularından Jean Paul Belmondo'ya bir saygı duruşunda bulunacak. 17 Mayıs'ta ünlü oyuncu için özel bir gece düzenlenecek ve Vincent Perrot ile Jeff Domenech'in Belmondo: The Career adlı belgeseli gösterilecek. 1950'li yılların sonlarında sinemaya atılan ve aradan geçen 50'yi aşkın yılda 80'den fazla filmde rol alan Belmondo kariyeri boyunca A Bout De Souffle, Pierrot Le Fou, Borsalino, L'As Des As, Le Professionnel gibi unutulmaz filmlerde başrol oynadı.

Gertrude Bell'in hayatını kim çekecek?


Her şeyden önce Gertrude Bell kim sorusunun yanıtını vermeye çalışayım. Kendisi bir arkeolog, ama aynı zamanda da dağcı. Bitmedi, aynı zamanda gezgin ve de yazar. Bitmedi, ama ben daha fazla uzatmayacağım, meraklısı araştırsın. 1868 - 1926 yılları arasında yaşamış olan ve özellikle Mezopotamya, Küçük Asya gibi bölgelerde çokça çalışmış olan Gertrude Bell'in hayatı en azından coğrafya itibariyle ( Türkiye'ye de geldiğini ve Türkçe konuştuğunu da belirteyim yeri gelmişken ) bizleri de ilgilendirmeli gibi geliyor bana. Gertrude Bell ile ilgili iki film çekileceği haberi şu günlerde çeşitli internet sitelerinde karşıma çıkan ilginç haberlerden biri. İlginçliği elbette bu filmleri çekeceği söylenen isimlerden kaynaklanıyor: Werner Herzog ve Ridley Scott. Doğrusu isterseniz ben Werner Herzog'tan yanayım ve Ridley Scott'ın mümkünse projeden çekilmesini tercih ederim ( ama kendi bilir tabii, bizde zorlama yok ). Werner Herzog bir süredir bu film üzerinde çalışıyordu be başrol için de Naomi Watts ile sıkı pazarlık halindeydi. Orada işler ne vaziyette bilinmiyor ama Ridley Scott'ın devreye girmesiyle yarışın kızıştığını söyleyebilirim. Scott çekeceği filmin senaryosunu Jeffrey Caine'e ( The Constant Gardener'ın senaristi ) yazdırmayı düşünüyor ama henüz başrol için bir isim telaffuz etmiş değil. Şimdi bekyeip görme zamanı. Ya Gertrude Bell hakkında iki film birden çekilecek, ya da iki yönetmenden biri vaz geçecek.

Son durum: Dark Shadows


Tim Burton'ın bir süredir beklediğimiz yeni filmi Dark Shadows'a şimdi de Chloe Moretz'in katılacağı duyuruldu. Hatırlanacağı üzre 60'lı yılların aynı adlı TV dizisinin sinema uyarlaması olan filmde Johnny Depp, Eva Green, Helena Bonham Carter, Michelle Pfeiffer ve Jackie Earl Haley gibi isimler de rol alacak. Moretz'e dönecek olursak, Matthew Vaughn imzalı Kick-Ass'de izlemiştik en son genç oyuncuyu. Kick-Ass şaşırtıcı biçimde eğlenceli ve başarılı bir filmde bana sorarsanız. Moretz'in performansı da filmin en çok akılda kalan yanlarından biriydi. Bu arada Dark Shadows'un çekimlerinin yakında başlayacağını da duyurmuş olayım. İzlemek içinse 2012'yi bekleyeceğiz.

Günün Trailer'ı: Midnight in Paris


Hiç değişmez, Woody Allen her sonbahar yeni bir filmle gelir. Bu yılki filmi ilk gösterimini Cannes'da yapacak yanlış hatırlamıyorsam. Ne de olsa Paris'te geçen bir film, Cannes'da prömiyer yapması doğal. Midnight in Paris yine kalabalık bir kadronun yer aldığı bir film. 2000'lerin başında bir dönem bir hayli bocalamıştı üstad ama bence en iyi filmlerinden biri olan Match Point ile toparladı yeniden. Vicky Cristina Barcelona ve You Will Meet A Tall Dark Stranger ( ve hatta Whatever Works ) unutulmaz değilse de belli bir çizginin üzerinde filmlerdi. Bakalım bu seferki nasıl çıkacak?

30.03.2011

Farley Granger 1925 - 2011


Yaprak dökümü gibi oldu. Elizabeth Taylor'ın ardından şimdi de Farley Granger hayata veda etti. Kendisi en çok Alfred Hitchcock'un Strangers on A Train adlı filmindeki performansıyla tanınır. Yine Hitchcock imzalı The Rope'da da rol almıştır. Her iki film de ( özellikle Highsmith uyarlaması Trendeki Yabancılar ) çok iyidir ama ben Granger 1949 tarihli ( ki aslında 1947'de çekilmiştir, uzun hikaye ) They Live By Night'ı da ayrıca severim. Film Nicholas Ray'in ilk filmidir ve noir klasikleri arasında gösterilir. Uzun lafın kısası bir Hollywood efsanbesi daha göçtü gitti, 85 yaşında.



Kadro sağlam, konu ilginç, daha ne olsun


Sağlam kadro şu isimlerden oluşuyor: Michael Shannon, Michael C. Hall ve Melissa Leo. Bunlara bir de James Marsden'i ekleyin tamam olsun. Konuya gelince... 1966 yılında "I Fought the Law ( And The Low One )" adlı şarkısıyla Billboard listelerinde üst sıralara tırmanan Bobby Fuller'in hikayesini anlatıyor film. Fuller'ın adını duymadıysanız üzülmeyin zira kendisi yıldızı yeni yeni parlamaya başladığı sıralarda esrarengiz bir cinayete kurban gitmişti. Dead Circus adlı film de zaten onun ölümünden sonra yaşananları anlatıyor daha çok ve olayın gerisinde neler olduğu üzerine kimi spekülasyonlarda bulunuyor. Bu spekülasyonların en bilineni de Fuller'ın Charles Manson ailesine mensup biri ya da birileri tarafından öldürülmüş olabileceği. Manson'ı James Marsden'ın oynayacağını belirteyim hemen ve son olarak da şunu söyleyeyim ki, henüz filme para aranıyor.

28.03.2011

Günün Trailer'ı: 13 Assassins


Japon sinemacı Takashi Miike'nin yeni filmi 13 Assassins var bugünkü menüde. Kendisinin hafiften ruh hastası olduğuna inasam da Miike kayıtsız kalınması zor bir yönetmen. Bakalım trailer hoşunuza gidecek mi?