7.04.2014

Festival Günlüğü - 2



THE INVISIBLE WOMAN / GÖRÜNMEYEN KADIN

Ralph Fiennes'in ikinci yönetmenlik denemesi olan Görünmeyen Kadın ( The Invisible Woman ) kimi özel anlarıyla akıllarda yer etse de genel olarak vasatın çok üstüne çıkamıyor. Bunda oyuncu seçiminden senaryoya kadar birçok etken var elbette ama Fiennes'in hem filmin başrolünü hem de yönetmenliğini üstlendiğini düşünürsek faturayı ona kesmek de kaçınılmaz olacak. Yine de hakkını teslim edelim, Ralph Fiennes bir türlü mutluluğu yakalayamayan Charles Dickens'ın trajik sıkışmışlığını alabildiğine ustalıklı bir şekilde yansıtıyor. Özellikle filmin unutulmaz anlarından biri olan tren kazasının ardından sevdiği kadını tanımazdan geldiği sahnede gerçekten neden çağının en önemli aktörlerinden biri olduğunu anlıyorsunuz. Ne var ki tüm o sıradışı güzelliğine rağmen Felicity Jones için aynı şeyi söylemek pek mümkün değil. Dickens'ın neden Nelly'ye bunca tutulduğunu anlamak pek kolay değil ve bunda da oyuncu seçiminin rolü büyük. Öte yandan senaryoda imzası bulunan Abi Morgan'ın da Nelly'nin dünyasının tam anlamıyla yaratabildiğini ( hatta anlayabildiğini ) düşünmüyorum ve bunun da hikayeyi büyük ölçüde sakatladığına inanıyorum. Gerçi Nelly'nin annesi rolünde Kristin Scott Thomas son derece incelikli bir portre çiziyor ve bulunduğu hemen her sahneyi domine etmesini biliyor ama film Nelly'nin filmi olmalıydı ve biz de onun bakış açısına teslim olabilmeliydik. Aklıma benzer bir konuyu anlatan ( teşbihte hata olmaz diyelim de hemen ) Bright Star geliyor örneğin. John Keats ve Fanny Brawne arasındaki trajik aşkı anlatan film Görünmeyen Kadın'da eksik bulduğum her şeyi çok daha doğru bir şekilde ele alıyordu. Burada da herhalde Jane Campion'ın ustalığını teslim etmemiz gerekecek.


LA COUR DE BABEL / BABİL OKULU

Babil Okulu'nun ( La Cour de Babel ) henüz ilk dakikalarında şu soru geldi aklıma: bu filmi görmemiş miydik? Hatırlayanlar olacaktır, 2008 yılında Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye alan fransız yapımı Entre Les Murs ( "Sınıf" adıyla oynamıştı bizde ) hemen hemen aynı konuyu, benzer bir atmosferde ele alıyordu. Gerçi Laurent Cantet'nin filmi bir belgesel olarak sınıflandırmıyordu kendini ama büyük ölçüde belgesel bir anlatıma yaslanıyordu. Tabii haksızlık etmeyelim Julie Bertuccelli tutup da aynı filmi çekmemiş; başka bir işe soyunmuş. Cantet daha yeniyetme dediğimiz bir yaş grubunu alıp aralarındaki çatışmaları ve asimile olmayı reddeden öğrencilerin sistemle kavgalarını anlatırken, Bertuccelli daha genç bir yaş grubunun arasına dalıp, filmin adının da çağrıştıracağı gibi, dile dair zorlukları, çocukların uyum ve iletişimi meselelerini ele almış. Anlatım açısından da iki film arasında bir hayli farklar var. Biri ( Sınıf ) çok daha dramatik bir üslupla, yakın planlara daha çok yaslanan ve izleyiciyi olayın içine daha çok çeken bir yaklaşım izlerken, diğeri ( Babil Okulu ) biraz daha mesafeli ve anlayışlı bir yaklaşımı tercih etmiş. Dünyanın dört bir yanından ( İrlanda, Çin, Gine, vs. ) gelen 11 12 yaşındaki çocukların fransızcayla ilk kez tanıştığı ve asıl okullarına başlamadan önce bir çeşit hazırlık sınıfı gibi toplandıkları okulda geçen bir yılı anlatan Babil Okulu son kertede İki Dil Bir Bavul gibi çarpıcı bir fikirden yola çıkmasa da küçük küçük hikayeleriyle izleyici alıp götüren, göç meselesine bir de çocukların bakış açısından bakamaya çalışan dürüst bir film.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder