15.04.2014

Farhadi'den öğrendiklerim

Asghar Farhadi ve İranlı hayranları
Boğaziçi Üniversitesi Rektörlük binasının ikinci katında yaklaşık 200 kişiyi ağırlamak üzere hazırlanmış salona girer girmez anlıyorum ki burası küçük kalacak; zira dışarıda bekleyen bir hayli insan var daha. Nitekim az sonra tüm koltuklar doluyor ve aslen bir kitaplık olan salonun kenarlarına çekilmiş masaların üstü ve balkonun, hatta balkona çıkan merdivenin de tamamı insanlarla doluyor. Geçtiğimiz yıl Bir Ayrılık filmiyle Yabancı Dilde En İyi Film Oscar'ını alan İranlı sinemacı Asghar Farhadi bir rock yıldızı muamelesi görüyor İstanbul'da ve belki de böylesi bir sinema dersini ( masterclass aslında ama çoğunlukla olduğu gibi bir sohbet havasında geçeceğine eminiz ) kampüsün daha büyük salonlarından birine, örneğin Saatli Bina olarak da bilinen Albert Long Hall'daki salona alabilirlermiş.

Sinema yazarı Esin Küçüktepepınar'ın moderatörlüğünde ve yaklaşık 7-8 dakika geç başlayan sohbet yönetmenin Farsça konuştuğu ve yanındaki iki çevirmenin ( 20'şer dakikalık nöbet değişimleriyle ) Türkçe çevirileriyle sürüyor. Hemen arkamda oturan ve kısa bir süre sonra İranlı olduğunu anladığım bir genç kadın sayesinde çevirmenin aslında çok da doğru bir çeviri yapmadığını anlayıp hayal kırıklığı yaşıyorum ama kendi mantığımı da zorlayarak her şeye rağmen Farhadi'yi doğru bir şekilde deşifre ederek dinlediğime kanaat getiriyorum. Asghar Farhadi sözlerine filmlerindeki karakterlerle ( 'Şahsiyet' diyor o tabii ve en çok kullandığı sözcük de bu oluyor 90 dakika boyunca ) başlıyor ve "Ben kadın-erkek, iyi-kötü gibi ayrımlarla oluşturmuyorum karakterlerimi ve hepsine de eşit mesafede durmaya gayret ediyorum." Gerçekten de izlediğim 4 Farhadi filmini şöyle bir kafamdan geçirince ne demek istediğini anlıyorum. Filmlerinde izleyiciyi sürekli iki arada bir derede bırakması aslında onun bu görece tarafsız duruşundan kaynaklanıyor. Bu tarafsızlığının da kendi sinemasının temellerinden biri olduğunu söylüyor Farhadi. "Yunan tragedyalarında iyi ve kötü karakterler önceden belirlenmiştir. Ama günümüzde bu böyle değil. Kavgalar artık iyiler arasında oluyor çoğunlukla. Kimin kazanacağını da bilemiyorsunuz. Ben de bilmiyorum ve filmlerimi de bu dengeyi oluşturacak şekilde yazıyorum. Bence yönetmen bir düşünceyi izleyiciye empoze etmeye çalışmamalı. Seyirci izlediği filmle ve karakterlerin davranışlarıyla ilgili kendisi bir sonuca varmalı. Bu benim tüm filmlerimde ortak bir özelliktir." Tabii Farhadi Yunan tragedyalarından örnek verdiği anda aklıma katharsis meselesi düşüyor ve yönetmenin özellikle anti-kathartik bir yapıyı mı tercih ettiğini merak ediyorum. Neredeyse Brechtiyen bir yaklaşımı olduğunu iddia edebilirim aslında ama Brecht kendi teorisini inşa ederken muhalif ve Marxist bir temelden hareket etmişti, Farhadi'nin ise görünürde böyle bir derdi yok. O daha çok durumların karakterler üzerindeki etkilerini araştırmakla alakalı sanki.

Her konuyu ele aldıktan sonra salondan sorulan soruları yanıtlıyor Farhadi ve bir süre sonra anlıyorum ki aramızda bir çok İranlı genç var. Soruların 3'te biri Farsça geliyor desem yanlış olmaz herhalde. Genellikle de yönetmenin o tarafsız bakışını temellendirme ihtiyacı içinde olan sorular soruluyor ve Farhadi de büyük bir sabırla kendini ifade etmeye çalışıyor. "Karakterlerim arasında dengeyi kurmak her zaman kolay olmuyor, bazen bir karaktere daha çok yaklaştığımı fark edip kendimi engellemeye çalışıyorum" diyor bir soruyu yanıtlarken. Karakterleriyle arasına koyduğu mesafeyi açıklarken de "Hem ahlaki, hem duygusal bir mesafe bu" diyor. "Dinen yanlış olduğu söylenen bir davranış belki bazıları için öyle değildir. Bu yüzden benim onları yargılamam ne kadar doğru oldur ki." diyor. "Hangi teraziyle ölçeceğiz bu insanları, medeni ölçütlerle mi, vicdani ölçütlerle mi, dini ölçütlerle mi?" diye soruyor.

Bense şunu merak ediyorum aslına bakarsanız: filmlerinde ( hemen belirteyim Çarşamba Ateşi, Elly Hakkında, Bir Ayrılık ve Geçmiş üzerinden konuşuyorum ) her ne kadar karakterlere eşit mesafede olduğunu söylese de sanki kadın karakterlere hep daha fazla şey yüklüyor Farhadi. Genellikle filmdeki düğüm noktalarını oluşturan edimleri hep kadın karakterler gerçekleştiriyor, hikayeyi yönlendiren çoğunlukla kadınlar oluyor. Bu minvalde Farhadi kadın karakterlerini daha çok seviyor ve daha çok nefret ediyor. Başından beri vurguladığı duygusal tarafsızlık ilkesine de bir anlamda ters düşüyor. Berenice Bejo'nun Geçmiş filmindeki performansıyla Cannes'da En İyi Kadın Oyuncu ödülünü alması da tesadüf değil, o kadar iyi çizilmiş ki o karakter ve oyuncuya fırsat veren o kadar çok kozla donatılmış ki. Farhadi ise "Bir erkek her zaman kadınları erkeklere tercih eder" diyerek yanıtlamaya başlıyor sorumu ( ya da yorumumu demeliyim belki, net bir soru olmadığına göre ortada ) ve kahkahayla karışık büyük bir alkış alıyor salondan. Hemen ardından ( sözünün nerelere çekilebileceğini çok iyi bildiğinden ) bunun bir şaka olduğunu söylemek ihtiyacı duyuyor ve karakterleri arasında kadın-erkek gibi bir ayrım yapmadığı söylemini tekrarlıyor. Ama çok büyük bir ipucunu da veriyor bu arada: "Filmlerimde erkekler genellikle geçmişi, kadınlarsa geleceği temsil ederler. Kadın doğurgandır, yani geleceğe dönüktür. Erkekse elindekini korumak ister, babasını bırakıp gidemez." Tam da bu galiba. Yani, o söylemedi belki ama, kadınlar filmlerinde neredeyse devrimci bir noktada duruyor. Devrimci değilse bile sarsıcı, dönüştürücü, isyankar. Bunu istemeden yapmış olamaz Farhadi, son derece ince düşünen bir sinemacı. Yine de kadınları kayırdığını ( iyi ya da kötü anlamda söylemiyorum, anlattığı hikayelerdeki ağırlıklarına bakarak yaptığım bir çıkarım ) kabul etmeye yanaşmıyor. Bir de şöyle düşünün ama: sadece erkeklerin olduğu bir film çekmekte çok zorlanır Farhadi bence, ama sadece kadınların olduğu bir hikayeyi rahatlıkla kurgulayabilir. En azından ben öyle düşünüyorum.

Sonlara doğru konu biraz dağılıyor haliyle ve bu sayede Farhadi'nin bir sonraki filmini yine Avrupa'da çekeceğini ama İran'da da mutlaka film yapmaya devam edeceğini öğreniyoruz. Yılmaz Güney'in filmlerini severim dediğinde anında bir alkış kopuyor, ama "Nuri Bilge yakın arkadaşımdır, onun da filmlerini çok severim" dediğinde beklediği alkış gelmeyince "hadi ama " dercesine kendisi alkışı başlatıyor. İran sineması hakkındaki düşüncelerini bir kaç cümleyle anlatamayacağını söylüyor ve son bir soru üstüne Füruğ Ferruhzad'ın çok öenmli bir şair olduğunu ifade ediyor. Sonrasında ise çoğunluğu İranlı hayranlarından ayrılması kolay olmuyor usta sinemacının. Dedik ya, bir rock yıldızı adeta, imzalar dağıtıyor, selfiler için poz veriyor, vs. Nihayet günün akşam olmaya direndiği saatlerde ardında mesut bir kalabalığı bırakarak kampüsten ayrılıyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder