5.08.2010

Kritik: Inception



Dikkat!! Bu yazıyı filmi izlememiş olanlar okumasın, okursa da küfür etmesin lütfen..

Bazı filmler vardır, izlecinin hayata bakışını değiştirir. Bazı filmler vardır, izleyicinin sinemaya bakışını değiştirir. Bazı filmler vardır izleyenin hayatını değiştirir. Bunlar iyi, hatta önemli filmlerdir. Ama bir de "büyük" filmler vardır, onlar yukarıda saydığım etkilerin hepsini birden yapar. Ne yazık ki Inception bu filmlerden değil. İyi bir film muhakkak, hatta belki önemli olduğunu bile söyleyebilirim ( çok da hevesli olmamakla birlikte ) ama büyük bir film asla değil.



Jonathan Lehrer filmin tamamının bir rüya olduğunu iddia ediyor. Kendisi önemli bir sinirbilimci. Filmi kendi açısından yorumlarken böyle bir sonuca varmış olması çok şaşırtıcı değil ve haklı da olabilir. Bir başkası da sinemanın zaten bir rüya olduğunu iddia edebilir elbette. Ya da tüm sanatın, tüm yaratının. Bu anlamda filmin bir rüya olduğu tezi ilginç ama çok da büyük bir buluş değil doğrusu. Öte yandan herşeyin bir rüya olduğu tezi izlediğimiz filmi eleştirmeyi de imkansız hale getiriyor ve bu da hiç sevmediğim bir şey. Tabii ki yorumlamak mümkün ( rüyalar yorumlanmak için değil midir zaten ?) ama rüya denilen deneyimin dramatik mantığa uymak zorunda olmadığını düşünürseniz ele avuca gelmez bir şeyle karşı karşıya olduğumuzu kabul edersiniz. Yani eleştirmeye kalktığınız, ya da hatalı olduğunu işaret ettiğiniz herşey bir anda "ama bu bir rüya" savıyla duvara toslayacak. Oldu.



Yine Lehrer'in kaynak gösterdiği Devin Farci ( Chud.com) Inception'ın "film çekmek üzerine çekilmiş bir film" olduğunu iddia ediyor ki, bu biraz daha ilginç. Farci, Leonardo DiCaprio'nun bir röportajında Inception'ın Fellini'nin başyapıtı 8 1/2'a benzettiğini hatırlatıyor ve filmin soygun ekibinin tıpkı bir çekim ekibi gibi yapılandırılışına dikkat çekiyor. Buna göre, Cobb filmin yönetmeni; araştırmaları yapıp, ekibini nerede uyuyacağını saptayan Arthur da yapımcısı. Mimar Ariadne filmin senaristi, Eames ise oyuncusu ( madem ki başkasının rolünü üstleniyor ). Filmin teknik sihirbazı ise tabii ki Yusuf. Gelelim Saito ve Fischer'e. Bunların da ilki filme para yatıran kapitalist zengin ( hani zırt pırt "nasıl gidiyor" diye sete gelkmek isteyen ) ve diğeri de hedef, yani izleyici. İzlediği rüyadan ( filmden ) etkilenen, değişen ( en azından varsayımsal olarak ) insan. Tam ikna edici olmamakla beraber güzel bir çözümleme yapmış Farci. Ama yine de bu okumaların biraz zorlama olduğu kanaatindeyim. Daha da ileri giderek, büyük filmlerin bu okumalara ihtiyacı olmadığını düşünenlerdenim açıkçası. Ama bu apayrı bir tartışma konusu ve yanılıyor da olabilirm, önemli değil.



Inception ile ilgili olarak benim asıl takıldığım nokta filme olduğundan fazla önem atfediliyor oluşu galiba. Evet iyi bir film ama bazılarının iddia ettiği gibi yüzyılın en muhteşem filmi falan değil. Son 10 yıl içinde beni Inception'dan daha fazla heyecanlandıran birçok film seyrettim ve bazılarında da Christopher Nolan imzası vardı üstelik. Bence The Prestige ve The Dark Knight kesinlikle Inception'dan daha fazla etki bırakmış filmler benim üzerimde. Sanıyorum Nolan'dan önemli bir adım bekliyordum ve Inception'da bunu görememek beni hayal kırıklığına uğrattı. Yoksa beğendiğim bir film hakkında, sırf dünyamı altüst etmedi diye, bu kadar uzun ve neredeyse olumsuz yargılar içeren bir yazı kaleme almazdım. Anlaşılan ben bir David Lynch hamlesi bekliyormuşum Nolan'dan. Lynch'i taklit etmesi anlamında söylemiyorum elbette, sinemasını benzersiz kılması manasında yapıyorum bu benzetmeyi. Üstelik Inception'ın çokça övülen mekan tasarımlarının da son derece sıradan kaldığını düşünüyorum. Bunlar düşsel mekanlar mı allah aşkınıza? Gilliam'ın Brazil'ini izleyin çok rica ederim ve düşsel mekan nasıl olur ondan sonra konuşalım. Evet, tüm kentin kendi içine katlanması imgesi çok etkileyici ama hikayenin içinde bir işlevi olmadığı sürece çok anlamlı gelmiyor doğrusu. James Bond bile Q'nun ona küçük demolarla tanıttığı teknolojik oyuncakları mutlaka kullanır ve bu sayede hayatı kurtulur, ama nedense burada o eğilip bükülen mekanlardan biz bir işlev çıkaramıyoruz. Ya da çıkarıyoruz ama olmasa da olur kabilinden.



Bir de bu kadar düşsel bir yapının ne kadar tıkır tıkır gittiğini fark ettiniz mi? En heyecanlı rüyalarımızı bile bölük pörçük hatırlıyoruz ama hernasılsa bu filmde herşey alabildiğine düzenli, sıralı, disiplinli. Akademik neredeyse. Fazla kitabi, tüm o aşk, delilik, intihar, tutku gibi yoğun duygulanımlara rağmen. Bunu aslında eleştirmek için söylemiyorum, sadece dikkatimi çeken tuhaf bir ayrıntıydı. Buradan hareketle aslında filmin kendi içinde hemen herşeyi açıklamış oluşu da beni mutsuz etti açıkçası. Ama bu çok kişisel bir rahatsızlık elbette, bir gereklilik ya da eksiklik değil. Daha fazla uzatmamak adına kısa kesiyorum ve son olarak şunu söylemek istiyorum; bir film uzun zaman aklınızda kalıyorsa ve hemen tekrar izleme isteği uyandırıyorsa sizin için önemli bir filmdir. Bu öyle olmadı maalesef. ****

6 yorum:

  1. "Inception ile ilgili olarak benim asıl takıldığım nokta filme olduğundan fazla önem atfediliyor oluşu galiba."

    The Hurt Locker gibi Amerikan propagandası yapan bir filme verilen önemin 10da 1i verildi mi acaba buna? O kadar çok Oscar alabilecek mi?
    Inception>The Hurt Locker der geçerim ben. İyi seyirler.

    YanıtlaSil
  2. bu konuda sirevo'ya katılıyorum maalesef :) yazı güzel, tespitler tutarlı ama nasıl anlatsam, inception tam da bende hemen tekrar izleme isteği uyandıran, uzun zaman aklımda kalan bir film oldu. büyük film değil belki inception, yani o formüle uymuyor, ama 93'te oscar almış ve "büyük film" kalıplarına her açıdan uyan ve açıkçası benim de gayet beğendiğim bir schindler's list'ten çok daha fazla etkiledi beni mesela. sanırım insanlar ikiye ayrıldı bu film konusunda, bir tarafta bencileyin deliler gibi beğenip uzun zamandır izledikleri en iyi film olduğunu söyleyenler, diğer tarafta da yine beğenmekle birlikte bu kadar da büyütülecek bir film değil diyenler. meraklarıyla ve ilgi alanlarıyla ilgili herhalde bu ayrım. şimdi üzerinde yazınca bile bir 3. kez izlemek istedim, gidip müziklerini dinleyeyim en iyisi :p

    YanıtlaSil
  3. Bir kere o müthiş konusu için bir kere de müzikleri için tekrar izlerim ben fırsatım olsa şu an. :)

    YanıtlaSil
  4. Inception'da asıl sorun bence pazarlama ile ilgili bir sorun.Filme bu kadar beklenti yüklenmese kendi halinde bir film olarak ortaya çıksa daha iyi olurdu.... Sinema tarihini değiştirecek bir film olduğu düşüncesi yayıldı... Yok "Nolan bu senaryoyu on yılda yazmış" konuşmalarıyok filmi "Matrix'le ve hatta Kubric'in 2001: A Space Odyssey ile karşılaştırlması falan beklentiyi yüksetti de yükseltti. Oysa ki Nolan'ın filmografisine bakıldığında gerçekten son iki filminden daha başarılı bir film olmadığı muhakkak.... Sanıyorum bu kadar yüksek bütçeli filmlerin yazgısı pazarlamanın şişirilmesi....

    YanıtlaSil
  5. ben de gerçekten düş mekanlarının yetersiz kaldığını düşünüyorum. birbiri ardı sıra dikilmiş bloklar, tek bir yeşillik olmayan şehir. doğayla ilgili tek şey ise kıyıya vuran dalgalar. o da muhtemelen bu yerin bir ada olduğunu, yani herşeyden izole olduğunu vurgulamak için koyulmuş. açıkçası düş dünyasının renklerini yansıtan iyi filmlerden birinin The Fall olduğunu düşünüyorum ki o filmi izledikten sonra bu düş mekanı oldukça yavan kalıyor.
    Bunun dışında Nolan'ın filmlerinde zamanla oynaması hoşuma gidiyor. İç içe kurgulanan film ne kadar atasız kotarıldı bilinmez ama ben fikri hoş buldum.
    Ayrıca yine Nolan'a özgü sonu muallak bırakma, yani objenin-ya da totemin- dönmeye devam etmesi güzel olmuş.

    YanıtlaSil
  6. filmin yönetmeni Nolan olunca filmde filmde kendi halinde bir film olarak gelmiyor tabi ki "Adsız". Bence filmin özelliği filmin sıradan ve olağandışı olabilmesi. Filmi normal akışında değerlendirirsek topaç düştü gerçek hayatta der filmi sıradan sonla bitirip, güzel filmmiş diyebiliriz. Veya, topaç düştümü düşmedi mi? sorusunu kendimize sorup, hım.. yönetmen sonunu bize bırakmış topaç düşmüşse gerçek hayatta düşmemişse değil! Sanki sonunu da sen yazıyormuşsun gibi senaryonun. Veya, topaç düştü mü düşmedi mi vardır bir cevabı diyorsun ve düşünüp, gerekirse tekrar izleyip ayrıntıları analiz edip sorunun cevabını arıyorsun. Veya, filmi olağandan biraz dışarı çıkararak, filme çok farklı açılardan bakıp filmi çok çok farklı şekilde yorumluyorsun. Bu yönüyle filmi büyük filmlerin arasına koymak gerek bence, ama filmin açıklaması ne olursa olsun benim için 'Prestige' gibi bir film daha yapılmadı!

    YanıtlaSil