14.09.2015

Kritik: Sicario


Kanadalı sinemacı Denis Villeneuve 2009 tarihli filmi Polytechique'den bu yana radarımızda. O zamandan beri de çektiği filmlerin büyük kısmında şiddeti ya merkeze alıp ciddi ciddi sorguladı ( Prisoners / Tutsak örneğin ) ya da şiddetin sebepleri ve veya sonuçları üzerine cesur, zorlayıcı cümleler kurageldi ( Incendies / İçimdeki Yangın örneğin ). Kimlik meselesi de yönetmenin filmlerinde her zaman başat izlek olmuş bir başka başlık. Enemy / Düşman bu konudaki en net ve yönetmenin belki de en etkileyici filmi. Diğer tüm filmlerinde de kendini kaybeden ya da bulmaya çalışan, hiç olmadı karanlık varlığıyla başkalarındaki benlik sorunlarınıo tetikleyen karakterler çıktı karşımıza. İşte Sicario'ya da belki bu açıdan yaklaşmamızda yarar var.


Meksika'daki uyuşturucu karteline karşı savaşan bir grup Amerikan ajanının hikayesini anlatan Sicario son tahlilde bir aksiyon/gerilim filmi ama içinde fazlasını barındırdığını daha doğrusu barındırmaya çabaladığını söylememiz gerek. İşin doğrusu bu konuyu ele alan başka ve daha etkili filmler gördük geçmişte. Uyuşturucu ve onunla birlikte terör son 20 yılda ABD'nin en önemli problemlerinden biri. Soğuk savaş sonrası güç odaklarının kayması ve daha da önemlisi ortaya çıkan ideolojik boşluğun farklı dinamiklerin öne çıkmasına sebep olduğu günümüzde artık komünist Sovyetler değil Amerika'nın ve dolayısıyla Hollywood'un birinci düşmanları: ya Rus mafyası var şimdi ( bkz The Equalizer ya da John Wick ) ya da Orta/Güney Amerika merkezli büyük uyuşturucu kartelleri. Tasbii bunlar ABD'nin kendi coğrafyasındaki düşmanları, yoksa uzak diyarlarda hala "öcü" araplar mevcut.


Sicario'nun merkezinde yaptığı her işi "kitabına uygun" yapmakta titizlenen gözüpek FBI ajanı Kate var. Kate önemli çünkü film ilerledikçe anlıyoruz ki o aslında bizim yani izleyicinin bakış açısını kerterizlemek için var hikayede. Zaten hemen fark edeceğiniz gibi bir hayli hayali, yani izleyicinin bile gerisinden gelecek denli saf ve aciz bir karakter. Filmin de en zayıf nokası ne yazık ki. Tabii ki burada suç Kate'i elinden geldiğince doğru notalara basarak oynamaya gayret eden Emily Blunt'ın değil, senaryoyu kaleme alan ve aslen bir oyuncu olan ( keşke asıl işine sıkı sıkı sarılsaymış diyor insan ) Taylor Sheridan'da.


Kate'in yanısıra son derece kaypak ve yoz bir iş bitirici olarak karşımıza çıkan CIA ajanı Matt ( Josh Brolin ) ve filme asıl ağırlığını kazandıran acımasız ve kanunsuz kanun adamı Alejandro ( Benicio Del Toro ) Sicario'nun dramatik üçgeninin diğer ayakları. Aslında bu üçlüden çok sağlam bir hikaye, en azından psikolojik bir Mexican Stand-off çıkabilirmiş ( burada referans gösterebeileceğimiz No Country For Old Men olabilir mesela ) ama ne yazık ki senaryo bir kez daha sınıfta kalıyor ve ne karakterleri ne de hikayedeki asıl meseleyi gerektiği gibi içselleştirebiliyoruz. Ahlaki açıdan bile tatminsiz bir son bekliyor bizi doğrusu ( ki hiç ahlakçı bir bakış açısını yeğlemiyorum elbette ) ve karakterlerin motivasyonlarına dair sorular da bir yerden sonra anlamını yitiriyor.


Öte yandan ustaların ustası Roger Deakins'in ancak "şapşahane" diyebileceğim görüntüleri eşliğinde Denis Villeneuve alkışlanacak bir rejiye imza atmış. Özellikle filmin ilk çeyreğinde yer alan ve Michael Mann'ı anımsatan bir çatışmayla doruğa ulaşan trafik sahnesi tam anlamıyla mükemmel çekilmiş. Zaten Villeneuve izleyicinin sinir uçlarıyla oynamayı çok iyi bilen ve gerilimi her an kontrolünde tutmayı beceren bir yönetmen. Elinde bir de Del Toro gibi bir "hayvan" olunca en yavan sahneyi bile bir korku tüneline dönüştürmesi hiç zor olmuyor.

Artıları eksileri bir yana bir hayli karanlık bir film Sicario. Uyuşturucunun ve iktidarın gölgesinde sayısız hayatı hiç gocunmadan söndürmeyi kendilerine iş edinen iki tarafta da bir çıkış görmüyoruz filmde. Tünelin içinde ya da ucunda ışık falan yok anlayacağınız. Hak, hukuk, insanlık, ahlak gibi değerler çoktan bir köşeye atılmış, para o denli mebzul, güç o denli sınırsız. Dikkatli izleyiciler hemen fark edecektir, Sicario'nun son sahnesi benzer bir final içeren Traffic'e ( Steven Soderbergh ) açık bir gönderme içeriyor: birinde umutla futbol oynayan çocuklar vardı hatırlarsanız, diğerinde ise oyun ortasında patlayan silahları dinlemek için duran ve sonra oyunlarına geri dönen çocuklar var. Hangi dünya daha gerçek dersiniz ve hangisinde yaşamak istersiniz?
(***)

Değerlendirme 5 yıldız üzerinden yapılmaktadır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder