12.11.2013

Kritik: Frances Ha


Frances Ha'nın ortalarına doğru bir sahne var: David Bowie'nin 80'li yıllarda ünlenen Modern Love şarkısı eşliğinde Frances Ha New York sokaklarında koşmaktadır. Halinden tavrından kendini iyi hissettiği, en yakın arkadaşı Sophie'nin evden ayrılmasının ardından yeni dostlar edindiği için hayata umutla baktığı anlaşılmakta, hatta genç kadın koşmayla dans etmek arasında gidip gelmektedir. Bundan 27 yıl önce ( tam da filmdeki Frances Ha'nın doğduğu yıl ) çekilen bir başka filmde, Mauvais Sang'da aynı şarkı eşliğinde Denis Lavant'ın Paris sokaklarınnda koştuğu sahneye bir göndermedir aslında yukarıda anlattığım. Ya da negatifidir belki, biri renkli/ diğeri siyah beyaz, birinde bir erkek / diğerinde bir kadın, birinde sağa doğru / diğerinde sola doğru koşmaktadır oyuncu. Belli ki Leos Carax'ın filmi etkilemiş Noah Baumbach'ı ( ya da senaryoda imzası olan Greta Gerwig'i ) ve bu sahneyle 80'li yılların fransız sinemasına ve o dönemin belki en ayrıksı, en karanlık filmine bir selam göndermek istemiş. Aldık, kabul ettik.


Frances Ha her şeyden önce, her şeyden çok bir kadın filmi. Filmde Noah Baumbach'ın imzası var gerçi ama başrolü üstlenen ve senaryoya da katkıda bulunan Greta Gerwig'in baskın olduğu su götürmez. Bu yılın bir başka "kadın baskın" filmi The Blue Jasmin'den çok daha belirgin bir kadın bakışı var örneğin. The Blue Jasmin'de Cate Blanchett'ın olağanüstü performansına rağmen ( Oscar'ı alacağına şimdiden emin olanlar var ) filmin genel havasına Woody Allen'ın hakim olduğunu hissediyorken; Frances Ha'da ( ki burada da Greta Gerwig'in muhteşem bir oyunculuğu var ) yönetmenin ve dolayısıyla erkek bakışının değil, daha çok Greta Gerwig'in ve dolayısıyla kadın bakışının öne çıktığını görüyoruz. Çoğu kez erkek gözüyle aktarılan cinselliğin filme hemen hemen hiç sızmaması da bunun bir göstergesi bir yerde. İşin bu kısmı ayrı bir tartışma konusu ama erkek gözüyle filme aktarılan kadın cinselliğinin bile erkeklere hoş gelen bir açı ve kadraj mantığıyla çekildiğini düşünüyorum. Ama konumuz, en azından şimdilik, bu değil.



Frances Ha bir kadın filmi derken yanlış da anlaşılmasın, film hiçbir şekilde kadınların sorunlarını, toplumsal hayat içinde yaşadıkları zorlukları, erkek egemen bir sistemde karşılaştıkları engelleri öne çıkarıp bunları "irdeleyen" bir kurguda ilerlemiyor. Kelimenin kaba anlamıyla siyasi bir feminizm derdinde değil. Evet dans kariyerini ilerletmek adına türlü sıkıntıya düşen Frances'in ayakta durmakta zorlandığını, parasızlıktan garsonluk yapmak zorunda kaldığını ve yine maddi zorluklar yüzünden sürekli ev değiştirdiğini görüyoruz film boyunca ama Frances Ha daha çok baş karakteri üzerinden insan ilişkilerinin ele alındığı bir film. Dostluk, aile, aşk, iş gibi bir kadının hayatı boyunca karşılaştığı sosyal ilişki modellerinin farklı yansımalarını izliyoruz filmde. Kendini dansıyla ifade etmek isteyen bir kadının bir türlü aradığı çıkışı bulamayıp kendi içine hapsolmasıyla birlikte tüm bu ilişki modellerinde de nasıl başarısızlığa mahkum olduğunu anlatıyor Frances Ha. Kafasındaki müzikle birlikte kopup gitmek isterken bir anda müziğin kesilmesiyle hayatının da kesintiye uğraması hem bir duygu, hem de katı bir gerçek olarak geçiyor bize de. Yeni tanıştığı bir kadının dediği gibi yaşlanıyor ama bir türlü büyüyemiyor Frances ve bu da onu depresyona soksa da uğraşmaktan vazgeçmiyor. Adı uzun geldiği için kapıdaki zile sadece Frances Ha yazıyor belki ama bir şekilde kendini dünyaya açmanın, ifade etmenin yollarını da bulacağını biliyor. İşte filmin en büyük başarısı da bu galiba; kolaya kaçmadan, yarattığı atmosfere hikayesini, karakterini ve izleyiciyi hapsetmeden gölgeli de olsa bir çıkış yolu gösterebilmesi. Bu da az şey değil bana sorarsanız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder