1.10.2013
Kritik: Blue Jasmine
Woody Allen'ın nihayet Amerika kıtasına döndüğü son filmi Blue Jasmine ( ya da türkçe adıyla Mavi Yasemin ) her şeyden önce Cate Blanchett'ın oyunculuğuyla parlayan ve doğrusu onun oyunculuğunu da parlatan bir film. Allen uzun arayışlar sonucu yıllarca kendi canlandırdığı nevrotik tiplemeyi kendisinden bile daha yetkin ( mümkünse böyle bir şey ) bir şekilde oynayabilecek bir oyuncu bulmuş kanımca. Owen Wilson, Larry David, Jason Biggs gibi denemeleri hep karavanayla sonuçlanan yönetmen bundan sonra Blanchett ile yeniden çalışır mı ( ki Blanchett'in buna yanaşacağı pek şüpheli ) bilemiyoruz ama Oscar ödüllü oyuncunun kariyerinin en parlak performanslarından birini sergilediğine şüphe yok.
Blanchett'in filmde Tennessee Williams'ın unutulmaz karakteri Blanche Dubois'dan esinlenen bir karakteri canlandırdığını anlamak zor değil elbette. Allen yıllar önce Blanchett'i tiyatro sahnesinde Blanche ( isim benzerliği de dikkat çekmeyecek gibi değil öte yandan ) rolünde izlemiş midir diye sormadan edemiyorum doğrusu. Ne de olsa Amerikan tiyatrosunun en ikonik karakterlerinden biri Blanche Dubois ve Allen gibi titiz bir nevrotiğin de radarına yakalanmış olma ihtimali yüksek. Tabii Blanche söz konusu olunca ister istemez Stella ( burada Sally Hawkins ), Kowalski ( Marlon Brando ile özdeşleşen bu rolü bu kez Andrew Dice Clay ve daha da fazla Bobby Cannavale üstlenmiş ) ve Mitch ( Karl Malden'in Oscar aldığı rolün bir türevini burada Peter Saarsgard oynuyor ) karakterleri de giriyor sahneye. Hepsinin de olabildiğince iyi oynadığını kabul etmekle beraber Blanchett'in gölgesinde kaldıklarını da teslim etmemiz gerekir bana sorarsanız. Bu da Woody Allen'ın bir tercihi elbette.
Filmi Arzu Tramvayı'nın bir okuması ya da moda deyimle, cover'ı olarak ele aldığımızda Allen'ın oyunda son derece dengeli biçimde çizilmiş üç karakter arasından Blanche'ı ya da buradaki adıyla Jasmine'i öne çıkardığını görüyoruz. Daha ilk sahnede tanıştığımız Jasmine filmin ilk anlarından itibaren konuşmaya başlıyor ve neredeyse tüm film boyunca da hiç susmuyor. Gülüyor, ağlıyor, çıldırıyor, aşık oluyor, içiyor, kafası karışıyor.. Hepsini de büyük bir ikna edicilikle yapıyor Blanchett, ki zaten anlaşılan Allen onun bu yetkinliğini göz önüne alarak yazmış senaryoyu. Filmin bir komedi olmadığını ama Arzu Tramvayı'nın popüler yorumu kadar da trajik sonlanmadığını söylemek lazım; daha çok bir traji-komedi var karşımızda, a la Woody Allen ve tam da sevdiği gibi elbette. Yine de örneğin bir Match Point kadar çarpıcı bir film değil Blue Jasmine. Daha çok, olağanüstü bir oyuncunun omuzlarında yükselen, sağlam bir iskelet üzerine inşa edilmiş akıcı senaryosuyla sürükleyen dört dörtlük bir karakter çalışması çıkarmış ortaya Allen. Her yıl bir film üreten, bir kaç filmde de oynayan 77 yaşında bir adam için hiç fena değil doğrusu.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Filmi izlerken çok gerildim. Belki gerçek hayata çok yakın olmasından dolayı. Çünkü 2-3 gün once bir arkadaşım yaşadığı bir travma sonucu, kendi kendine konuştuğunu, halüsinasyon gördüğünü anlatmıştı. Daha once hiç kimseden böyle bir şey duymadığım için, bu durum pek de inandırıcı gelmemişti. Meğerse gerçekmiş...
YanıtlaSilBunun dışında egolarımızın ne kadar esiri olduğumuz harika bir vurguydu. Manevi tüm değerini yitirmiş olmasına ragmen, taşıdığı Hermes çanta ile Janette'nin kendine güvenin yerine gelmesi... Bir dolu insan var maddiyatla maneviyatı doldurmaya çalışan.
Aslı